Herkesin okuyup bir şekilde kendini bulabileceği yazı, sakın okumadan geçmeyin
Tuttuğum Balıkları Denize Attım
Pırıl pırıl bir sonbahar güneşi var. İskeleye doğru yürüyorum. Beykoz sırtlarına doğru ağaçların sakinliğini gıdıklarcasına ılık bir meltemin nefesi yalanıyor ağır ağır. Tarihi binaların yer-yer kavlamış boyalarına takılıyor gözüm. İnsanlar balık tutuyor neşeyle. Yüzlerce olta savrulup duruyor boğazın kenarında. Sanki bir olta ormanı oluşmuş gibi… İçimden balık tutma arzusu doğuyor.
Bir yaşlı amca oltası elinde sakin ve kaygısız oturuyor hasırdan taburesinin üstünde. Onda balık tutma telaşı yok, sadece izliyor sakince. Yanına oturuyorum sessizce. Denizi birlikte seyrediyoruz, sessizlik içinde karşılıklı hislerimizle konuşuyoruz tatlı bir muhabbetle adeta.
Çevremizde bir grup genç zıplayıp hoplayıp garip hareketlerle danslar ediyor çığlıklar atıyorlar.
Rica ediyorum, -bir de ben denemek istiyorum diye- yaşlı adama. Kırmıyor beni.
Oltayı atıyorum boğazın serin sularına. Balıklar tutuyorum irili ufaklı ama gerip bir hisle geri atıyorum denize onları. Önce yan yan cansızmış gibi baygınlık halinde hareketsiz kalıyorlar, sonra birden bire derinlere doğru kuyruk çırpıyorlar. Yaşlı adam garipsemiyor bile ve sadece gülümsüyor bana.
Gençler ısrarla dans ediyorlar, neşeleniyorlar. Kulaklıklardan dinledikleri müziklerle coşuyorlar besbelli.
Oltayı toplayıp gelip yaşlı adamın yanına oturuyorum. O, hala derin bakışlarla boğazı seyrediyor. Bir süre sonra ben de dalıyorum derin hülyalara.
Gençler yorulmadan, bıkmadan tepiniyorlar. Aynı yaşlardayız aşağı yukarı. Sağına soluna taktıkları birçok aletlerle uzaylı gibiler. Teknolojik gelişmelerin çılgınlığına paralel gençler de çılgınlaşıyor, aynı hızda onlar da değişime uğruyor…
Biz genç kuşak ne gördük ki? Taş plakları koleksiyonlardan tanıdık, teypleri konu komşuda gördük bir kenarda nostaljik anı olarak saklanmış. Türküler dinleyemedik sevdalı ablalarımızdan, masallar dinleyemedik ninelerimizden, çünkü teypler yerini Ipod’lara bırakmıştı. Masallar diyarının hayalleri, yerini çoktan yüzlerce megabayt depolama aygıtlarından, duvarda asılı incecik plazma veya LCD televizyonlara aktarılarak seyredilen inanılmaz efektlerle doldurulmuş masalsı filmlere bırakmıştı.
Kitap okumaz olduk ve yerine sanal bir dünya kurduk. Himenler, Süpermenler, Spidermanler, Rambolar, kahramanlarımız oldu. Bir gizli güçün empoze ettiği “paganist bir Hıristiyanî kültürü” ilericilik olarak kabul ettik. “Kendi paradigmalarını üretememiş” herkesi bu kültür savaşıyla yok edilmeye başlandığını fark edemedik…
Hep geçmişi hakir görüp aşağıladık. Zaman değişti diyerek yaptıklarımıza haklılık(!) yükledik.“lan, oğlum lu” argo konuşmalar ile sokak aralarında zaman öldüren, maçları bahane ederek insanlara saldıran, taşkınlık yapmayı marifetten sananlardan olduk. Otobüslerde yaşlı ve hastalara yer vermeyi akıl bile edemedik. Yardımın ne anlama geldiğini öğrenemedik. Hocalarımızla dalga geçmeyi yakınlaşma sandık. Okul kenarlarında sigara içerken kişilik sahibi oluyoruz zannederek asıl kişiliğimizin sigara dumanlarının arkasına saklanmasına yardım ettik. Gruplar halinde sokaklarda coşup, başkalarını ürkütüp rahatsız etmeyi yiğitlikten saydık. Kız arkadaşlarla edep dışı davranışlar sergilemeyi gençliğin çağdaşlaşması olarak algıladık. Kulaklarımıza küpeler takıp, yırtık pırtık düşük bel pantolonlar giyerek ilgi odağı olma arzusuyla gülünç hallere düştük. Gerekli değerin bize verilmediğini düşünerek, çevremizin ilgisini üstümüzde toplama uğruna her çirkefi yapmayı gençliğin gereği saydık.
Ne bir ırmak kenarında soğuk suya girebildik kuytu köşelerde, ne bir ağaca tırmanabildik özgürce. Yüzlerce insanın cümbüşleri içinde plajlarda soyunup dökündük ve cılız pazularımızdan utanmamak için body salonlarında kas yapmaya çalıştık. Beyaz tenlerimizin kalabalıkta sırıtmaması için solaryum salonlarında önce bir güzel esmerleştirdik bedenimizi.
Disko ve barlarda baba parasını savurma yarışını üstünlük olarak gördük. Son model arabalarımıza aldığımız mini etekli kızlarla sokak aralarında sürat yaparken, yaya yürüyenlerin dehşetle can korkusuna düşmelerini kahkaha ile izledik.
Biz neler yaptık?..
Kalkıyorum sessice yerimden, oyalanarak ve ağır adımlarla bu düşünceler içinde evime geliyorum.
Sıcak yemeklerimizi yiyor, kolalarımızı içiyoruz iştahla. Suyun tadını da unuttuğumuzu fark ediyorum.
Her günkü gibi annem soruyor neler yaptığımı. Balık tuttuğumu ya da tutmadığımı anlatıyorum ona. Hüzünlü yaşlı adamı da katıyorum anlatımıma.
Anneme sorular soruyorum, soruyorum…
Kirpiklerine yağlı halatlarla asılmış gözyaşlarının buğusuna esir olmuş gözlerinin, hafıza kayıtlarına doğru bir tur attığını görüyorum. Bana bir iki cümle söylemeye çalışıyor, bölük börçük…
“Geçmişe takılıp kalamıyor hiçbir şey. Zaman durmuyor ama geçmişimizin geride mi kaldığını sanıyorsun? Arkamızdan gelen geçmişimizin fotoğrafı bir anda yaşamımızın önünde geleceğe yansıyıveriyor şu bahsettiğin teknolojik aletler gibi.”diyor.
“Önce hayaller kurardık, sonra gerçeklere dönen bu olmazlar karşısında şaşkınlıktan apışır olduk. Belgesel gibi önümüze yansıyan geçmişimizin saf anıları ile geleceğe doğru koşarken çoğu kez tökezleyip yönümüzü şaşırıyorum.”diyor.
Annem de dertli belli ki. Ben de neden sorarım sanki?
Annem de anlatıyor, arada geçen “ah”lar ve “keşke”ler ile anlatıyor ya duyan kim.
İçinde ah’ı kalmamış kaç insan vardır ki? Keşkelerimizin sayısını bilmemiz mümkün mü? “Keşke” kelimesi şeytanın yanıltmasıdır diyorlar; diyorlar ya her kılıfa sığmıyor ki bu kadar keşke.
Geçmişe takılıp kaldığımı sananlar aslını bilebilseydi keşke.
Balık tutma isteğim tükeniyor. Keşke hiç denemeseydim diyorum, keşke…
Yarını bekliyorum. İskeleye gideceğim. Güneş belki aynı olmayacak, meltem ılık esmeyecek belki ama o, tarihten esinti getiren binalar ve sessizliği ile bana çok şey anlatan o yaşlı adam orada olacak bunu biliyorum.
Veysel Sensoy
10.01.2008 Qatar
Annem de dertli belli ki. Ben de neden sorarım sanki?
Annem de anlatıyor, arada geçen “ah”lar ve “keşke”ler ile anlatıyor ya duyan kim.
İçinde ah’ı kalmamış kaç insan vardır ki? Keşkelerimizin sayısını bilmemiz mümkün mü? “Keşke” kelimesi şeytanın yanıltmasıdır diyorlar; diyorlar ya her kılıfa sığmıyor ki bu kadar keşke.
Geçmişe takılıp kaldığımı sananlar aslını bilebilseydi keşke.
Balık tutma isteğim tükeniyor. Keşke hiç denemeseydim diyorum, keşke…
Yarını bekliyorum. İskeleye gideceğim. Güneş belki aynı olmayacak, meltem ılık esmeyecek belki ama o, tarihten esinti getiren binalar ve sessizliği ile bana çok şey anlatan o yaşlı adam orada olacak bunu biliyorum.
Veysel Sensoy
10.01.2008 Qatar
Ilahi Cetin kardesim,
Onlar cevre kirliliginden zehirlenmisti petrol ve kukurt kokuyordu da onun icin biraktim yaa. Yoksa, yabansil istahim canli canli yiyebilecek kadar bana zulum ediyordu.
Neyse saldigim baliklar kadarini birlikte yemek icin davet ediyorum seni. Bu gun,15 ocak 29 ocak arasinda olsun ha. Hamsi de olur bir karadeniz sofrasinda degil mi ya?
Tutmadigin baligi salmak kolay olur degil mi?
Saglicakla kal guzel bir muziplikti diline saglik.
balığın kilosunun kaça olduğunu bilmiyon galibaaaa