Askerî güç olmazsa, yargı gücü ile ele geçirilmiş saltanatın devam etmesini isteyenler var.
Demokratik Açılım mı, Demokratik Devlet mi?
Yaklaşık 4 aydır Türk televizyonlarında, değişim haberleri izlemekteyiz. Son zamanlarda Dünyada ve Türkiye de meydana gelen özgürlükler ve insan hakları alanındaki gelişmeler; bazı insanları şaşkına çevirmiş durumda. Aklı ve mantalitesi bu gelişmeleri algılayamayanlar avazı çıkana kadar “Demokratik Açılım” istemezük diye bağırmaktalar. Bu millet bu istemezük zihniyetini 150 yıldır tanımaktadır.

‘Mahkûmların, gardiyanlarını seçme hakları, onları mahkûm olmaktan çıkarmaz’ sözünün ülkemize çok yakıştığı ortada. Kendilerini asıl ve bilgin; milleti ise köle ve cahil görenler, milletin tercihlerini hiçe sayan tepeden inmeci tavırlarını tüm hırçınlıklarıyla devam ettirmekteler. Devletin dolayısıyla da milletin kaymağını yiyenler, topluma karşı sorumluluk hissetmeyenler, ‘kutsal devlet’ arkasına sığınıp kendi çıkarlarını korumak isterler. Bu tip insanlara toplumun her kademesinde rastlarsınız. Hemen her şeyden şikâyet ederler. Sanırsınız ki, memlekette büyük bir sosyal kriz var. Yoksa bile bunlar suni bir kriz icat edip milleti inandırmaya çalışırlar. Bu tür krizler olmazsa onların yaşam damarları kuruyacak. Varlık sebepleri ortadan kalkacak.
Mademki iktidar yapılanlar muktedir yapılmayacaklardı, bunca “seçimlerin anlamı ne” sorusu daha ne zamana kadar sorulmaya devam edecek? Sadece milletin gazını alıp(sesini kesip), onları kendi kendilerini yönettiklerine inandırmak mı bütün maksat? Yani demokrasi oyunu mu oynuyoruz?
Kendi milletiyle, milletinin değerleriyle barışık olmayan toplum mühendisleri, ülkemizin geleceğini karartıyor. Tek tip insan hedefleyen bu tepeden inmeci zihniyet, ülkemizin sivil toplum ve katılımcı demokrasiyle buluşmasına engel olmaktadır. En azından kendilerine göre demokratikliğin sınırlarını çizmektedirler. Totaliter rejimlerdeki temel unsur, resmî ideolojinin olmasıdır. Bu resmî ideolojinin karşısındaki her türlü söylem, muhalefet bastırılmaya çalışılır. Belli tabular oluşturulur. Bu tabuları konuşmak, tartışmak yasaktır. Hayali korkular üretilir. Bunlar bazen irtica, bazen mahalle baskısı olur. Kişi ve kurumların yanlışlarını göstermek, devleti yıpratma girişimi olarak algılanır ve muhalefet edenlere savaş ilan edilir. Menfaatleri icabı devleti tabulaştırarak dokunulmaz hale getirenler elbette rahatlarının bozulmasını istemeyeceklerdir. Bu nedenle bu zihniyeti üreten eğitim ve kültürün demokratikleştirilmesi çok elzemdir. Demokratik hukuk devletinde vatandaşların temel görevi devletin her yaptığına "olur" demek değildir. Tam tersine bu kurumları eleştirmek, eğer bu kurumlar demokratik veya hukukî olmaktan çıkıyorlarsa onları hukuka ve demokratikliğe çağırmaktır. Devletin önemliliğini ve gerekliliğini görmemek için deli olmak gerekli. Yanlış olan, devlet yararı, kamu yararı gibi keyfiliklerle insanlara zulümler, haksızlıklar yapılmasıdır. Özgürlük taleplerinin arttığı, sınırların kalktığı bir dünyada böylesi keyfilikler, tabulaştırmalar daha ne kadar devam edebilir ki?
Askerî güç olmazsa, yargı gücü ile ele geçirilmiş saltanatın devam etmesini isteyenler var. Niyet okuyarak kararlar veren yargı, dünyanın neresinde kaldı? Vatanseverlerin gerçekte çıkar sever olmadığına nasıl inanacağız? Vatanseverliği dar kalıplar içine sokarak birilerini vatan-devlet düşmanı ilan etmenin akılla, insafla bağdaşır yanı yoktur. Vatanseverlik kimsenin tekelinde de değildir. Bu duygunun makamla, rütbeyle, zenginlikle, soylulukla da bir ilgisi yoktur. Hani hukuk önünde herkes eşitti? Zulmün olduğu yerde adalet olmaz, adaletin olmadığı yerde de devlet durmaz. Çünkü devletin temel görevlerinden biri adalet, diğeri de emniyettir. Bu temel görevleri en güzel şekilde yapamayan devlet el atmadığı alan bırakmamış. Devlet, bir yarış atının üstündeki eyer gibidir. Eyer, büyük ve hantal, sürücü de beceriksiz olursa yarış kazanmak hayal olur. ‘En büyük patron’ ,‘en büyük baba’ durumunda olan devletten verimlilik bekleyemezsin. Devlete, kaba tabirle kapak atanlar, iş üretmeye, artı değer katmaya değil yatmaya alışacaklardır. Herkes ürettiğinden çok tüketince de yoksulluk, işsizlik artacaktır.
Adlî, siyasî, askerî, ilmî, iktisadî… güçleri ellerinde bulunduranlar despot uygulamalara devam ettikleri; yönetilenler, ezilenler, hakları yenenler de böyle korkak oldukları sürece bu devran böyle gider. Sıradan bir devlet memurunun yanlış uygulamasına karşı çıkmayı bile ‘devlete karşı mı geliyorsun? “Ben devletim” gibi savunmalarla meşrulaştıranlar elbette demokratikleşmeye karşı direneceklerdir. Çünkü bunlar gibiler kendileri olmazsa devlet olmaz iddiasındadırlar. Bu iddialarının herhangi bir gerçekliği olmadığı gün gibi ortaya çıktı artık.
Mehmet Ali KURU
Eğitimci – İlahiyatçı
ÇORUM