10 Ekim 2024 Per

Buruk Bir Aşk Hikayesi

Bilirsiniz üzüntüler paylaşıldıkça azalır, sevgi paylaşıldıkça çoğalırmış ya

 

BURUK BİR AŞK HİKÂYESİ
 
Yazmadım uzun zamandır; yazamadım… kaleme değil kelama meşk ettik bunca zaman. Kalemi her tutuşumda parmaklarımda bir saman alevi sızısı duydum. Her yazmaya çalıştığımda bir saman dumanı acılığı genzimi kavurdu. “boş ver” dedim kendi kendime. “Kuru kelimeler manzumesi arasında dolanacağına sus ve dinle” dedim…
Suskunluklara sarıldım dost yerine. “sukut altındır” demişler ya… kelimeler zalim ve saldırgan. Bir gül yerine sunulan kelimenin dikenini algılıyor olduk. Kelimelerin anlamını değil imalarını sevdik… Akşamlar oluyor, okuduğum bir şiirle avunuyor, dinlediğim bir türkü ile hüzünleniyorum. Bir hikaye okuyor mutlu sonla dinleniyor, beklenmedik sonla kahroluyorum. Yazılar bazen kibirle sırıtıyor sayfalarda ve önemsemiyor okuyucusunu nedense. Kendimce ceza veriyorum yazılara ve “koymayacağım sayfalara sizi” diyorum. Ama bazen kendini zorla atıyor ortaya bazı yazılar. Bu yazıda olduğu gibi…
Bir aşk hikayesi düşüyor kalemimin kırık ucuna. Yarım yamalak yazmaya başlıyorum. Ama gerekli duygu ve anlamı nasıl yüklerim böylesine hazin, böylesine değerli bir yaşanmışlığa…
Keşkeler ve pişmanlıklar var mıdır içinde bu hikayenin bilmek zor. Kalem bile imtina ediyor yazmaya bu acılı yazgıyı. Bir farkında olmayan sanırım Ali bunların…
Bilirsiniz filmler, hikayeler hep Ali ile başlar… yazılışı kısa ve kolay diye mi, yoksa isme yüklenen özel bir değerden mi bilemem ama bizim kahramanımızın gerçek adı Ali… Diğeri,- yani maşuk demeyeceğim çünkü aşık mı maşuk mu bilinmesi zor-adı İrene…
 
Aşkların en unutulmaz anı, en can alıcı noktası ilk bakıştır derler. İlahi bir kaza mı yoksa yazgı mıdır o anı belirleyen?…
Bir hikaye ki keşkelerle yüzleşmemek adına unutulmaya yatırılmış belki uyanacak zamanı gelince kim bilir. Oysa “keşke” ne çok dolanır dilimize. Ne anlamlar, ne sırlar saklıdır paslanmış kilitlerle kilitlemeye çalıştığımız eski sandıklarımızda… Ya mutlulukla yad edebileceğimiz kaç “iyi ki” yaşadık hayatımızda. Hayatımızın bunca yıllık sahnesinde hangi rolü layıki ile oynadık acaba.
İrene belki geceleri mumlar yakıp ağlıyordur ama Ali, aşkı anlamamış, aşka gereken değeri yükleyememiş bir aymazlığa yenik düşmüş belli…
Allak bullak olmuş duygularım ile coşkun bir hikayenin yansımasını nasıl aktarabilirim bilmiyorum. Tutsak bir kalbin sesini duyabilecek misiniz bu yazıda? Bir fısıltıyı seçebilecek mi kulaklarınız? Göz yaşı ile sulanmış çorak bir gönül bahçesinde yetişebilir mi envayi çeşit çiçekler? Sanmam…
Soğuk ülkenin sıcak kanlı kızı İrene. Profesör baba ve annenin biricik kızı. Varlıklı bir aile… Eğitimli bir kız… Aşk bu ya, deli kısraklar gibi steplerde koşuyor bir yerlere takılana kadar.
Ali genç bir Mühendis. Yakışıklı da… Dindar ve hacı anne babanın çocuğu… “Ne alaka hacılıkla” diye bir kıvılcım geçecek kafalardan. Ne yazık ki hikayenin finalini belirleyecek olan bu dindarlık duygusu olacaktır.
Ali çalışmaya gittiği ülkede tanışıyor İrene ile. Seviyorlar kalpten, içten riyasız… Har zaman ve her şey için geçerli olduğu gibi “son” geliyor;  bir gün işleri bitiyor. Başka bir projenin kapısı açılıyor ve Ali Pakistan’a gidiyor. Gidiyor ama ruhu gerilerde. Bu duruma üzülüyor arkadaşları ve Ali’yi ikna ediyorlar, bir ev kiralıyor, döşüyorlar. İrene ile konuşup vizesini alıp Pakistan’a getirtiyorlar. İrene Müslüman oluyor ve nikah da kıyılıyor. Mutlu son ve güzel bir final, hatta sıradan….
Bu süreçte bazen komik durumlar da yaşanıyor. İrene başını örtüyor ama eteği kısa ve yırtmaçlı. Dostları gülüşüyor ve anlatıyorlar… İrene utanıyor. İrene samimi ve anlamaya çalışıyor seçtiği dini…
 
Ama bir gün…  İşte tam  burada iç burkucu, yüreklerin eridiği bir an, İnanılmaz bir sahne yaşıyoruz. Hayal bile edilmesi güç bir sahne…
Yağmurlu ve fırtınalı bir gün… Gök gürültüsü, şimşekler, yıldırımlar… İrene evde yalnız… Ali ve arkadaşı eve geliyor. İrene köşeye büzülmüş, korkudan tir-tir titriyor. Hüngür-hüngür ağlıyor. Durumdan endişe ediyorlar ve soruyorlar. İrene’nin cevabı şaşırtıcı ve düşündürücü…
“Ben yıldırımdan çok korkarım. Her zaman bu durumlarda dua ederdim. Ama şimdi edemedim.”
Oradakiler şaşırır. “Neden gene etmedin?” diye sorarlar.
İrene: “Ben müslümanım. Önceki zamanlarda kendi dinimdeki duaları ediyordum ama çimdi müslümanım ve müslüman duası bilmiyorum. Kendi duamı edersem Müslümanlığa aykırı olur diye dua edemedim.” Der.
Sonra mı?… Hikayeler neden doğar? Mutlu sonla biten aşklardan hikaye veya efsane çıkmamıştır. Her hikaye sonuçları nedeniyle sayfalara düşer, gönüllere bağdaş kurar.
Ali ve İrene Türkiye’ye gelirler. Anne baba eli öpülür.  Belki filmlerdeki sahneler de yaşanır abartılı olmasa da. Ne korkulu, ne endişeli anlar vardır bu sahnelerde… baba ve anne rolünü ezberlemişçesine oynarlar. Hep ürkerek beklediğimiz cevaptır dillerinden düşen; “olmaz!” …   Ne yazık ki hacılar, hacı olmaları ve dindarlıklarını zedeleme endişesi ile  bu kızı yabancı diye kabul etmezler. Ne yapsalar ikna olmaz anne baba.
 
İrene döner yurduna çaresiz.  Kavuşmuşken ayrılmak, sanırım hiç kavuşamamaktan daha beter bir duygu olsa gerek. Severken ayrılmak rastlanılır bir durum da değildir. Ama çareler içinde çaresizlik sunulur İrene’ye. Ali ailesini tercih ederken aşkta samimiyetini koymuştur ortaya. Ali de işine döner…
 
 İrene bir Müslüman olarak yaşamına devam etmektedir ülkesinde. Ali de bir mucize bekliyor olmalı. Oysa keşkelerin en görkemlisini hayatının tahtına oturttuğunu anıldığında hangi kilometre taşında dinleniyor olacak?…
 
İşte bu hikayenin bir sahnesi kalemime azap verdi.  O fırtınalar sahnesi yazılası bir hikaye diye düştü kalemin ucuna. Bilirsiniz üzüntüler paylaşıldıkça azalır, sevgi paylaşıldıkça çoğalırmış ya… paylaşalım istedim…
 
Veysel Şensoy
Libya

Related Articles

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

1,465BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
19AboneAbone Ol

Çok Okunanlar