Veysel ŞENSOY’un Kaleminden seçme yazılar
Sevgili Dostlar, tatil günüm olan cumaları iki-üç saat yazı yazmaya çalışırım. Bu yazımızı başka bir haftaya hazırlıyordum ki bir yerlerden bir esinti geldi. Biz de hem cevaben hem de konular bu odak noktasındayken önceliği bu yazıya verdik.
————————————————————-
SİZİN DOSTUNUZ BUZDANMIŞ
Dostlarıma sesleniyorum sen diyerek. Mesafeleri kaldırıp sen de ben , ben de sen olmak için.
Görüyorum ki yine incitmiş insanlar seni ve dostlardan yana umutlarını yitirmişsin. Beklerken otobüs duraklarında, kar kış demeden ve fırtınalara aldırmadan bir dost gelip geçecek diye, ömür defterine ne hatıralar yazmışsındır kim bilir ey dost. Beklerken ayazların altında bu karanlik kuytu duraklarda, ıslanmış yüreğinin kuşca titremelerini ne çok dinlemişsindir; daha da çok dinleyeceksin. Binbir gece masallarından arta kalan baba dostları çoktan terkettiler gemileri. Nerde bir sebil sofrası kurulursa orada açarlar artık hayali dost perdelerini. Bir sofralık değerleri ve ömürleri vardır bu dostlukların. Hayranlıkların bir cümlelik yüreklendirci sözünü esirgerler de yerine kıskançlıkların sivri tırnaklarını salarlar üstünüze avcı tazıları gibi sinsi ve aldatıcı. Fethedilmez kaleleri satan dostlardır bilmezmisiniz.
Kamyonların arkasına levhalar yazmışlardır, hiç okudunuz mu bilmem: “İnsanları tanıdıkça kedimi daha çok seviyorum.” İnsanları tanıdıkça kendini sevmelisin aslında desem egoistlik olur. Ama kendin için değerli olan sadece kendinsin. Hayatın sana biçtiği rol gereği aşık olursun, seversin, sevilirsin, acı çeker, acılar çektirirsin. Bazen bencilce gizli zevk de alabilirsin; bazen de bin pişmanlıkalar sarar insanı azaptan örülü çelik ağlarıyla. Bencillik insan oğlunun ikinci yüzüdür. İkinci yüzünü sahte tebessüm ve süslü laflarla gizleyen sinsi kişilikler ne kadar da çabuk çoğalır saf, bakir yüreklilerin atrafında. Ne tez kavrarlar senin bu safiyene teslimiyetçi kişiliğini anlayamazsın. Bilmezsin ki senin gemin kristaldan. Çok kolay görüyor avcılar, saklanmaya çalışan bıldırcın gibi ürkek kıpırdanışlarını şeffaf pencerenden. Buna rağmen sevmekten vaz geçmez dostlar, sitemler dolansa da dillerine. Ama, insan sevdiği kadar insandır.
Dostlar gitmiş birer birer. Çok mu büyük kayıp? Evet! İnsanlık adına, dostluk adına, arkadaşlık adına ve ayıplar adına kayıp… İsyankar olan yürekler haykırıyor! Kazanç olarak algılanmalı ve sevinmeli insan. Çünkü dost dediklerinin seni yalnızlığa terkettiklerinde aslında dost olmayanların gittiğini farkedeceksin. Çevresindeki asalak otlardan temizlenen bir mısır kökü kadar ferahlamalı belki de insan ama… “Yalnızlık içinde bocalar insan!” diye içinden geçirebilir her ademoğlu. Evet, yalnızlık insana mahsus bir olgu değil ama buna rağmen bütün cesaretinle yeniden bir başka çizgide, geçmişten elde edilen gani tecrübeyle başlamalısın hayatın devamına. Ya da bütün korkularınla…
Cesaret dedikte, ne demek bu cesaret? Birisi der ki: “korkulara rağmen yapılabilecekleri yapmaktır.” Biraz yaklaşmış aslında ama kimse ben korkağım demez ki. Birisi der ki: “Egoist yaklaşımlar içinde boğulan bir korkağın uydurması.”Evet işte bu doğruya daha yakın. Ben de ölçüyorum kendimi meğer korkaklar tarafındayım. Kendini cesaretli sananlaın müstehzi dudak kıvırmalarının sevinçle donduğunu farkeder gibiyim. “Biz bir korkak adamın yazısnı mı okuyoruz şimdi?” diyecekler olacaktır. Bana hak verdiğinizde hakkınız bitmiş olacaktır. Evet! Ben korkağım; kendimle yüzleşmekten kokuyorum zaman-zaman. Ben korkağım; dosttan korkarım, acaba gerçek mi yoksa bir menfaat uğruna mı dost görünür? Ben korkağım; dost olduklarım ya beni korktuklarından sayarlarsa… ben korkağım; karanlıklardan korkarım çünkü bana mezar sessizliğini sunarlar derin çanaklarında. Ben korkağım; ölümden korkarım çünkü dönülmez kapıya vardığımda elimdeki sepetin bomboş olduğunu biliyorum. Ben korkağım; kırmak isterim, dökmek isterim, bana yapılanlara mukabele aynısını yapmak isterim, ama yapamam ALLAH’tan korkarım. Fareyi sarhoş etmişler de “bulun bana şu kediyi!” demiş. Sarhoşluktan ayılmayan korkaklığı bilemez.
Bazen bir isyana kalkışıyorum ki, “ben bir nihilist olmak isterdim” diye savuruyorum boş lafları, kendim de inanmadığım halde. Ne mutlu olurdum o zaman. Bir hiç’lik üç harfle ne güzel kalkardım bütün sorunların altından. Hiç bir otorite önünde boyun eğmeyen, ne kadar saygıdeğer olursa olsun hiçbir prensibe inanmayan insan olmak kadar kolaycılık var mıdır acaba? Neme lazım insanlık? Neme lazım dostluk? Boş şeyler bunlar. “Varsa cebinde pulun, alem kulun.” Demişler. “Dost dediğin paranla ölçülür. Bana neden öğrettiler ki bütün insan olma erdemi ve bilincini? Mutlu olmamı neden engellediler ki? Bir dost bağrıyor ordan; demek daha ölmemiş dostluklar var: “Aptallar mutludur.” Diyor. Dost söylemişse vardır bir bildiği. Ama biliyorum ki bizler istesek de bu çizgide duramayız. Gölgelerden bir yabancı ses diyor ki: “sen kendine bak gerisine boş ver bir tekme vur gitsin!” Diyen desin. El ağzına bakan, sel ağzına yuva yaparmış. Bilirim ki boş laf bunlar ve denemeden dönerim yanlışımdan. Ve tövbekar olurum ya, günahı omuzladıktan sonra…
İki insan kavramı vardır der Ali Şeriati….
Birisi dirim-bilim(biyoloji) konusu olan insan, diğeri ise şairin üzerinde konuştuğu,
feylesofun söz söylediği, dinin ilgilendiği insan.
Birisi de kalkıyor bakınız ne diyor? “Şu anda yeryüzünde hayat bulmuş şu kadar milyar nüfusa sahip türe “beşer”
denir ama bu türün bütün bireyleri insan değildir…
İnsanlık beşer denilen türde saklı bir özdür… ve bu tür değişim ve gelişim süreci içnde insan olmaya doğru yükselmektedir.” İnsan hakkında söylenenlerden en asgari düzeyde iki sözcük. İncitirler kırarlar ve insan olmanın gereğini sonuna kadar kullanırlar. Çünkü insan değil mi yasak meyveyi yiyip ilahi yasalara karşı gelen? Günahkarlık insana mahsus değil midir? Buna rağmen tövbe katında bir deste gül beklemez mi insanı. İnsan olma yolunda neredeyiz? Vefa, mihnet, samimiyet nerede; nerde insani erdemler? “Dostluk, uğruna göz yaşı dökme şerefine ve enginliğine ulaşmanın adıdır.” Diyor, bir içi yanmış dost.
Ve dostlara sesleniyorm! Bırak kendine ceza vermeyi de dikil hayatın karşısına bütün dostlar düşman olsalar da… Senin dostun buzdanmış ki, mevsimi geldiğinde habersiz eriyip gitmişler. Bir başka kışa bir başka buzdan dostlar edineceksin muhakkak. Uzat ellerini her düşmanına, belki dostluklara susamışlıkları vardır da nefslerine yeniktirler. Gel bekleme! Duraklarda dost beklerken ecel gelmiş olacak. Ben, elli yıldır bir duraktan ötekine koştum ve bir dost bekledim özlemle ama hala ne gelen oldu ne geçen. Yaralar vardir derunumuzda; dokunsak taze, sarsak bizden uzakta ulaşılmaz… Tabip de bilmez ki bu yarayı; nerden bilsin gönül yarasını… Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül dost ister kahve bahane. Ben bildim ki tek dost yaratanmış. Ne kırılır, ne gücenir, ne darılır, sadece bir tövbe bekler merhametiyle sarmak için. Sevgi onunmuş. Gerisi boş ve yalan!
Kırılmayın dostlar; sizin de etrafınızdakiler azalıp çoğalmadı mı sosyal hayattaki statünüze göre? Bilirm ki bu süreç hep bir döngü gibi sonu bulur başa döner. Yanınızda tek bir dostun kalmadığını gördüğünüz an olmadı mı? Bütün umutların bittiği yerde ilahi bir ışıkla silkinerek yeniden ayağa kalkmaynınız var mı? Yerde sürünürken kaç kişi elinizden tuttu? En yakınınızdan sadece “ Yaa öyle mi?”sözü duymadınız mı kayıtsız ve lakayıt. Birisinden iyilik sayılmyacak kadar bir yardım görüpte onlarca kez başınıza kakılmadı mı? Jean Baptiste Racine der ki: Başa kakılan bir iyilik daima hakaret yerini tutar
O zaman DÜŞÜN de görün. Atalar boşa dememiş: “düşte gör!” diye… Ben isyanımı nisyan ile sonlandırırken dostlarınızın yaptıklarını da nisyan kefesine bir koyun gene de siz. “Hafızayı beşer nisyan ile malüldür.” Yani bütün insan hafızası unutmakla malüldür. Yavaşta olsa unutmak çok güzel bir duygu. Unutulmak ise en berbat bir yalnızlık azabı… Kırılmış bir kalemle yazılar yazmış bir dost, yüksek kayaların tepesine mahya güzelliğinde . “Bizler dost değilmiyiz?” diye. Bilirim ki dostlar vardır her zaman bir yerlerde; gizli-saklı kara gün için dururlar ve kredileri sonsuzdur. Biz de saklarız yüreğimizin en kuytu köşelerinde onları. Baba dostları sayarız bazı büyükleri ama babamızla birlikte gitmiş olsalar da gittiklerine inanmak istemeyiz. Çok insan tanıdım; seveni vardı ama dostu olmamıştı. Dostu bulmak kolay değildir be dostlarım. Çünkü bu kelimenin içini doldurmak her babayiğitin ne karı ne harcıdır. Elbette sözümüz dosttan dışarıdır.
Bir Arap atasözü var: “Sabır miftahül farac” Sabır gelecek iyi günlerin anahtarıdır.
Veysel Şensoy
15.02.2008
Qatar