29 Mart 2024 Cum

ORDU AKKUŞ VE SALMAN ÜÇGENİ

ORDU AKKUŞ VE SALMAN’IN TARİHİ



Bu
çalışmam aslında Salman ve Çayıruşağı makelesinin birinci kısmını içermektedir.
Akkuş ya da Salman olsun tarihçesi hakkında özellikle de Osmanlı dönemine ait
tarihlerle alakalı bilgiler oldukça sığdır. Ben de bu konu ile on yılı aşkın
zamandır alâkadarım ve bu çerçevede edindiğim bilgileri kayıt altına alaraktan
en azından küçük de olsa bu konuya katkı sağlayacağını ümit ederek siz değerli
okuyucularımla paylaşmaktan onur duyacağım.


Doğu Karadeniz’de Cumhuriyet öncesinde Türklerin yanında
Müslüman Gürcüler, Lazlar ile Rumlar ve Ermeniler yaşamakta idi. Cumhuriyet’ten
sonra Rumlar ve Ermeniler bölgeyi terk ettiler. Ordu’daki Türk nüfusunun büyük
çoğunluğu Sivas ve Tokat üzerinden gelen Çepnilerdir.


1872 yılına ait Trabzon Vilayeti kazalarından
bazılarının (Doğu Karadeniz’in) nüfus yapısı:

1872 yılında Trabzon Vilayetine bağlı kazalarının hane
bazında resmi etnik yapısı:


Samsun 115 kura, 8 mahallat, 3372 Müslüman hane, 4802
Rum hane, 97 Ermeni haneden; Ünye 81 kura, 5 mahallat, 3367 Müslüman hane, 250
Çerakis, 589 Rum hane, 312 Ermeni haneden; Niksar 56 kura, 22 mahallat, 2085
Müslüman hane, 150 Çerakis hane, 159 Rum hane, 182 Ermeni hane; Çarşamba 115
kura, 8 mahallat, 5775 Müslüman hane, 314 Çerakis hane, 451 Rum hane, 1077
Ermeni hane, 15 Katolik haneden mürekeptir.

 

 


‘’Gümüş kemer ince belinde,


Eğlenme yâr pazar yerinde.


Oyalı da mendil elimde,


Kavlimiz var alma dibinde.

 


Salman’ın yolları yokuştur,


Güzelin nazarı pek hoştur.


Emine’min sarı saçları,

Şu
Ordu’nun içinde yoktur.

 


Gürgenin dalı pek m’olur,


Yârin sevdiceği tek m’olur.


Uludüz’den aşboğaz gelir,


Acep el kızı dönek m’olur.

 


Salmanbaşı sistir seçilmez,


Gelin yüzü tüldür görülmez.


Çayıroğlu’na el değmesin,


Aşk yaresi hardır geçilmez.

 


Genel Olarak Ordu


                                                                    


          Ordu’ya bağlı Salman ve dolaylarının özellikle de aşağı tarafların
tarihini bir hayli geriye götürmek mümkündür. Buna kanıt olarak ise yörede
bulunan Rum mezar kalıntıları gösterilebilir. Ancak bu yapıların neredeyse hepsi
gömü arayanlar tarafından tahribata uğramıştır. Ayrıca define haritaları da buna
kanıt teşkil etmektedir. Bununla beraber yöreden son Rum göçü -özellikle sahil
kesiminden- 1924 yılında Yunanistan ile yapılan Nüfus Mübadelesi Anlaşması ile
olmuştur. Birçok Rum yanlarında götüremeyeceği değerli ziynet eşyalarını belirli
yerlere gömmüşlerdir. Diğer yandan dayanıklı malzemeden bir kanıt aramak
nafiledir çünkü ahşap malzemenin bolluğu diğer maddelerin kullanımını
gerektirmemiştir. Ancak arkeolojik kazılarla çok fazla olmasa da bazı
kalıntıların izine rastlanacağı sanılmaktadır. Buna mukabil yüksek kesimlerde
oturan ecnebi unsurların yöreden ne zaman ayrıldıkları meçhuldür. Çünkü bu yakın
bir zamanda olmadığı kesindir.

Ordu
İli Akkuş İlçesine bağlı Salman Kasabasına geçmeden evvel biraz Ordu’yu
tanımakta fayda olacaktır. İl topraklarını Canik ve Karadeniz dağlarından akan
akarsular sulamaktadır. Turna Suyu, Melet Irmağı, Akçaova Deresi, Bolaman
Irmağı, Ceviz Deresi, Curi Deresi ve Karakuş Deresi gibi.. Karagöl Dağı’nda
küçük buzul gölleri, Fatsa’da Gaga Gölü ve Ulubey’de Ulugöl başlıca göllerdir.
2008 yılı TUİK sonuçlarına göre il nüfusu 719,278’dir.

İlin
jeolojik yapısını, II. zamanda oluşan lavlarla, kuzey batı ve güney doğu
yönlerinde uzanan volkanik kütleler meydana getirmiştir. İl toprakları II. ve
III. zamanda oluşmuştur. Aybastı ve Gölköy yöresinde kömür yatakları vardır.
Gölköy’deki tektonik çöküntüyle sahil IV. zamanda alüvyonlu toprakla örtülerek
düzlük alanları oluşturmuştur.

İlin
ekonomisi tarım, hayvancılık, balıkçılık ve küçük sanayiye dayanır. Fındık
üretiminde birinci sırada gelen Ordu bal üretiminde de önemli bir ağırlığa
sahiptir.


            Ordu’nun dereleri

‘’
Ordunun dereleri aksa yukarı aksa,               


Vermem seni ellere Ordu üstüme kalsa.


                                        Sürmelim Amman

Oy
Mehmedim Mehmedim sana küstüm demedim,

Beni
sana geçmişler vallahi ben demedim.


                                          Sürmelim amman.


Ordunun dereleri kara yosun bağlıyor,

Kalk
gidelim sevdiğim annem evde ağlıyor.

 
                                         Sürmelim Amman


(Nakarat)

Oy
bağlamam bağlamam zerdali dalı mısın

Garip
garip çağlarsın benden de dertli misin


                                            Sürmelim amman. ‘’


(Nakarat)

 


Türklerden Önce Ordu:


 

M.Ö.
2000 yıllarından sonra Anadolu’ya hakim olan Hititler M.Ö. 1269’da Mısırlılarla
tarihin ilk yazılı anlaşması olan Kadeş Antlaşmasını imzaladı. Hititlerin
yıkılmasından sonra bölge Kafkaslar üzerinden gelen Kimmerler ve İskitler’in
istilasına uğramıştır. Kimmer ve İskitlerin önünden kaçan Kalipler ve Trebonlar
Ordu yöresine yerleşmeye başladılar (Ordu Korgan ve Akkuş çevresi).

M.Ö.
7. yüzyılda da Egeli bir topluluk olan Miletlilerin bu bölgede koloni kurmaya
başlamıştır. Miletliler ilk kolonilerini Sinop’ta kurarak doğuya doğru Amisos
(Samsun), Ünye, Fatsa, Katyora (Ordu) ve Kerasus’a (Giresun) doğru ilerlediler.
Bu dönemde Anadolu’ya Med-Pers İmparatorluğu hakimdi ancak, kıyıya Miletliler
hakim olmuştur.


Persler, M.Ö. 585’te Lidya Devleti’ni yenerek Anadolu’ya tam hakim oldu.
Anadolu’da Kapatokya adıyla bir eyalet kurdular. Karadeniz’de ise Pont
Kapadokya’sını (deniz kenarı ülkesi) kurmuşlardır. Pontos’un merkezi Amasya idi.
Pontus, misafir kabul eden deniz anlamındadır (pont oksinus). O zamanlar Yunan
tarihçi Ksenophon, Onbinlerin Dönüşü kitabında (M.Ö. 431) adlı eserinde bölge
halklarını M.Ö. 400’de Kolhlar, Driller, Mossinoikler, Kaliplar ve Tibarenler
olarak sıralamıştır.


Makedonya kralı Büyük İskender, M.Ö. 331’de  Pers İmparatorluğu’nu yenerek
Anadolu’daki 200 yıllık Pers hakimiyetine son vermiştir. Makedonya İmparatorluğu
İskender’in ölümünden sonra parçalandı. Amisos başkent olmak üzere Orta ve Doğu
Karadeniz’de Pontus Devleti kuruldu (M.Ö. 280-M.S. 63)


Salman-Seferli-Alan ve Erbaa arasında bulunan Kevgir Kalesi ise Pontus
Krallığı’nca savunma amaçlı yapılmıştır. Bu kale daha sonraki yüzyıllarda da
kullanılacaktır.

M.S.
63 yılında Roma İmparatorluğu tarafından yıkılarak eyalet haline getirilen
Pontus’un ilk valisi olan ve Bolaman Irmağına adını veren Polemonyum’dan sonra
eyalet Pont Polemonyun olarak anılmaya başlanacaktır.

395
yılında Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılması ile Anadolu Doğu Roma
İmparatorluğu’nda kalmıştır. Zamanla güçlenen Venedik ve Ceneviz devletleri
Akdeniz’de olduğu gibi Karadeniz’de de aktif rol üstlenip kıyılarda koloniler
kurmaya başlamışlardır.


Krallarının Pers kökenli olduğu Pontus Krallığı’nın merkezi Trabzon, Roma ve
Doğu Roma İmparatorluğu döneminde askeri üs olarak kullanılmıştır.

Doğu
Karadeniz’de Türklerin görülmesi İskitlere kadar gider. Bölgede yaşayan Laz ve
Canların bu kökten geldiği savunulur. 395 yılında Hunlar ve Akhunlar Erzurum
üzerinden bölgeye giriş yapmışlardır. 558 ve 575 yılları arasında Hazar
Devleti’nin kurucuları Sabarlar da Anadolu’ya girmişlerdir. Bunun dışında
Bulgar, Avar, Uz, Peçenek, Kuman ve Kıpçak Türkleri de bölgeye gelmiştir. Bu
dönemde ayrıca yukarıdaki boydan olan Türk toplulukları Karadeniz ve Anadolu’nun
değişik yerlerine Doğu Roma İmparatorluğu tarafından yerleştirilecektir.

Doğu
Karadeniz Bölgesi’nin Türkleşmesi’nde en önemli rolü oynayanlar Oğuzlarla
birlikte Kuman ve Kıpçak Türkleridir. Bölge insanının ağız ve fiziki özellikleri
Kıpçakların özelliklerini taşımaktadır. Buradaki Kuman-Kıpçak Türkleri Müslüman
Çepnilerle kaynaşarak Müslümanlaşmışlardır.

 


Türklerin Anadolu’ya Gelmesi ve Ordu’nun Fethi:


 

1204
yılında IV. Haçlı Seferi sırasında İstanbul, Haçlılar tarafından istila edilince
Kommenoslar hanedanı tarafından Gürcü kraliçesinin de desteğiyle Trabzon
İmparatorluğu kurulmuştur (1204-1461). Bu devletin sınırları Ordu Yöresini de
içine alıyordu. Ordu Yöresi 1270 ile 1380 arası dönemde özelilikle Hacı
Emiroğulları’nın mücadelesi ile Türkleşmiştir


Anadolu’ya Selçuklu istilaları 1018 ‘de Çağrı Bey’in komutanlığında başlamış ve
bunu 1048 Pasinler Savaşı izlemiştir. 1071’de Malazgirt Zaferi ile de
Anadolu’nun kapıları Türklere açılmıştır. 1072 yılında başkentin önce Sivas
sonra Niksar olduğu Danişment Devleti kuruldu. Bir ara Ünye’ye kadar uzanan
devletin sınırları içinde kalan Akkuş’a ve Salman’a Türkler ilk defa ayak basmış
oldular. 1175 yılında Danişment toprakları Anadolu Selçukluları’nın eline geçti.
Yörede bir çok köy isminde Danişmentlilerin izi görülür. Özellikle Danişment
Emiri Yağıbasan’ın Samsun ve Ünye’nin Türkleşmesi’nde önemli katkısı olmuştur.

1243
yılında Sivas’taki Kösedağ Savaşı’nda Selçukluların Moğollara yenilmesi üzerine
Anadolu’da Moğol hakimiyeti başladı.  Ancak kısa süren Moğol hakimiyetinden
sonra Anadolu’nun birçok yerinde olduğu gibi Karadeniz’de de bir çok beylik
kuruldu. Sivas’ta son Moğol valisi olan Uygur kökenli Eretna Bey tarafından
Eretna Devleti kuruldu. Eretna’dan sonra Kadı Burhanettin Devleti kuruldu. Sonra
Oğuzların Üçok Koluna mensup Çepnilerden oluşan Merkezi Mesudiye (Milas) olan
Hacı Emiroğulları Beyliği, merkezi Niksar olan Tacettinoğulları Beyliği kuruldu.
Samsun’da da Canikoğulları Beyliği kuruldu. Bu dönemde Akkuş, Salman çevresi,
Ordu ve Giresun yöresinin de Türkleşmesi hızlandı.

Çepni
boyları hem kendi aralarında çatışmışlar hem de Trabzon’a seferler
düzenlemişlerdir. 1297’de Çepniler Ünye’yi fethetmiştir. Hacı Emiroğlu Bayram
Bey 1332’de Trabzon Hamsiköy’e kadar ilerlemiştir. 1380 yılında da Hacı Emiroğlu
Süleyman Bey, Tacettinoğulları ile savaşmış ve onlardan Akkuş, Salman ve
Niksar’ı almıştır.

XIV.
yüzyılda yörede Akkoyunlu etkisinden de söz etmek yerinde olacaktır. Bölgeye
Türk göçü bu devlet döneminde de olmuş ve bölgede birçok koyun ve koç heykelleri
bulunmaktadır. 


1398’de Yıldırım Beyazıt’ın Kadı Burhanettin Devleti’ne son vermesi üzerine
Niksar, Akkuş ve Salman’ın da içinde bulunduğu Ordu ile Giresun yöresi Osmanlı
Devleti’ne katıldı.


Klasik Osmanlı Türkiyesi’nde Ordu’nun yönetimi tımarlı sipahilerin elinde idi.
Ekonomi kapalı tarım ve hayvancılığa dayanıyordu. 1455 yılından sonra da
arıcılık faaliyetleri gelişmeye başladı. Daha sonra mısır üretimi hububatın
yerini alsa da XIX. yüzyıldan sonra fındık üretimi hepsinin yerini alacaktır.


XVIII. yüzyıldan sonra daha önceleri boş olan sahillere doğru inilmeye
başlanacaktır. Bugün sahilde yer alan kasaba ve şehirler bu dönemde oluşmaya
başlamıştır. Hatta Ordu şehri de bu günkü yerinde bu tarihte oluşmaya
başlayacaktır.


         Osmanlı döneminde baş gösteren Celali İsyanları burada da olmuş ve bu
isyanlar Sivas beylerbeyi İlyas Paşa tarafından bastırılmıştır. İşte bu tip
isyanlar sonucunda da Akkuş ve Salman gibi yüksek kesimlere kaçışlar
yaşanmıştır.


         Ordu, 1877’de Trabzon vilayetine bağlı, Trabzon merkez sancağının 9
kazasından biridir. 1870’de Trabzon Vilayet Salnamesinde Ordu’da 79.598
Müslüman, 10.493 Rum, 7.706 Ermeni ve 1.537 yabancı uyruklu kişinin yaşadığı
görülmektedir. 1902 yılı Trabzon Vilayet Salnamesinde ise Ordu kazasında 93.139
Müslüman, 13.736 Rum, 9.732 Ermeni ve 509 Protestan yaşamaktadır.

1913
tarihli tahrir defterlerinde Ordu, 20 nahiyeden mürekkep ve adı Kaza-i Bayramlu
olan bir merkezdi. 1805 senesinde Şebinkarahisar Sancağı Erzurum’dan alınmış ve
Ordu, Gölköy ve Bulancak nahiyeleri ile beraber Trabzon’a bağlanmıştır. 1831’de
ise Fatsa hududundan itibaren Ordu, Ulubey, Gölköy, Mesudiye, Aybastı Erzurum
Eyaletine bağlı Şebinkarahisar Livasına; Fatsa, Ünye, Akkuş ve Salman Canik
(Samsun) Livasına bağlanmıştır. 1871’de yapılan idari değişiklik ile Ordu Kazası
merkez olmak üzere Perşembe, Bolaman, Aybastı, Gölköy, Ulubey nahiye
yapılmışlardır. 1920 yılına kadar Trabzon Vilayetine bağlı bir kaza olan Ordu
1923 yılında il yapılmıştır.


Tarihi eserleri arasında; Fatsa’daki Bolaman Kalesi, Cıngırt Kalesi, Ünye’de
Ünye Kalesi, Mesudiye’de Miletos Kalesi, Kaleköy Kalesi, Kayaköy Kalesi, kaya
mezarları, Gürpınar Köyünde kaya mezarları, Konacık Kaya Mezarları, Rum
kiliseleri, Gölköy Kalesi, Taşbaşı Kilisesi, Düz Mahalle Kilisesi, Yason
Kilisesi, Kemer Köprü, İbrahim Paşa Camii (19. yüzyıl), Hamidiye Camii (1891),
Aziziye Camii, Orta Camii, Kirazlimanı Çeşmesi, Osmanbey Çeşmesi, Selimiye Camii
(1926), Konstantin Çeşmesi, Ünye Yunus Emre Türbesi, Pontus Krallığı’ndan kalma
Salman, Seferli ve Erbaa sınırındaki Kevgir Kalesi gibi.. 

 


Çepniler:


 


Karadeniz Bölgesi’ne çok sayıda Oğuz Boyuna mensup Türkmenlerin yerleştiği
görülmektedir. Bunun yanında Kuman, Kıpçak başta olmak üzere Kırgız ve Tatar
Türkleri de yerleşmiştir. Bununla beraber özellikle 93 Harbi (1876) olmak üzere
çok sayıda Çerkez, Gürcü ve diğer Kafkasya halkları da bölgeye
yerleştirilmiştir. Özellikle Gürcüler sahile yakın yerlere konuşlandırılmıştır.
Gürcülerle Türkler arasında bir takım olaylar yaşanmıştır. Bunun bir örneği
Hekimoğlu Türküsü’nü oluşturmuştur.


 Profesör Faruk Sümer’e göre Karadeniz Bölgesi’nin Türkleşmesi’nde Çepniler çok
büyük rol oynamıştır. Bölgede Hacı Emiroğulları isimli beyliğin Çepniler
tarafından kurulduğuna dikkat çekmektedir. Prof. Faruk Sümer, Çepni; Avşar gibi,
adı zamanımıza kadar gelmiş boydur. Vilayetnameye göre Kır-Şehir’in Sulucu
Karahöyük Köyüne gelen Hacı Bektaş Veli’nin ilk müritleri Çepni’den idiler.
Çepniler’in mühim bir kısmı herhalde 1240’daki İshak Baba Türkmenlerinin
isyanlarına katılmıştır.


Onlardan mühim bir kümenin 1277 yılında Sinop yöresinde yaşadığı görülmektedir.
Aynı yılda Çepni Türkleri Sinop şehrine denizden hücum eden Trabzon Rum
İmparatorluğu’nu mağlup ederek şehrin onun eline geçmesini önlemiştir.
Çepnilerin bu tarihten sonra Canit (Canik) denilen Samsun’un doğusundan Giresun
yöresine kadar uzanan sık ormanlık bölgeye girerek orayı yavaş yavaş
fethettikleri anlaşılmaktadır. XIV. asrın ortalarında bugünkü Ordu vilayetine
Bayramoğlu Hacı Emir adlı bir Türk beyinin hâkim olduğunu görüyoruz. Hacı Emir,
1358 yılında kalabalık bir askerle Trabzon’un batısındaki Maçka’ya gelerek bu
bölgede yağma yapmıştır. Çepnilerden bir kısmı Akkoyunlular’ın hizmetine
girmiştir. Daha sonra da Safeviler’in hizmetine girenler de olmuştur. XVI.
asırda Çepniler’e ait 43 yer adı görülmektedir.

Oğuz
Kağan Destanı’na göre Oğuz Türkleri’nin 24 boyundan biri ve Kaşgarlı Mahmut’a
göre Divan-ı Lügati’t-Türk’deki yirmi Oğuz bölüğünden yirmibirincisi
Çepni’lerdir. Boyun sembolü kurttur.


Geleneksel inançları Bektaşiliktir ve özgün kültürleri Aleviliğe dayanır. Doğu
Karadeniz Bölgesi’ndeki Çepniler’in çoğu Sünnileşmiştir.


Anadolu’ya gelmeden önce Türkistan’da diğer boylarla birlikte yaşayan Çepniler,
Selçuklular’a katılıp Anadolu’ya geldiler. Karadeniz’in Türkleşmesinde önemli
roller oynadılar.

Çepni
boyu, Üçoklar kolundan Oğuz Kağan’ın oğlu Gök Han’ın soyundan geldikleri kabul
edilir. Çepniler; 1071’de Anadolu’nun, 1277 yılından itibaren de Sinop’tan
Trabzon’a kadar olan Karadeniz Bölgesi’nin fethedilmesinde çok aktif görevler
üstlendiler.

Çepni
kelimesi düşmanla savaşan anlamındadır.  Çepni boyunun özelliği ‘’nerde yağu
(düşman) görse orda savaşır’’ olarak anlatılmaktadır.


17.asırda Kâtip Çelebi, Cihannüma adlı eserinde Çepnilerin dilinin Türkçe-Farsça
karışımı olduğunu söyler.


Çepniler Karadeniz’in dışında Azerbaycan, Kafkasya, Irak, Balkanlar ve
Anadolu’nun birçok yerine dağılmıştır. Çepniler Osmanlılar’dan önce Balkanlar’a
geçmiş ve bir kısmı da Batı Anadolu’ya geri gelmiştir. Balkanlar’da Deliorman ve
Dobruca’ya yerleşmişlerdir. Ayrıca Gagavuzlar da Çepni’dir.


Günümüzde Rize, Trabzon, Samsun, Sinop, Giresun, Ordu ile Sivas ve Tokat’ta
yerleşiktirler. Yüksek kesimlerde yaşayanları da eski Alevi inançlarınca
yaşamaya devam etmektedirler. Manisa, Balıkesir, İzmir, Gaziantep, Amasya,
Çorum, Tokat Çepnileri de çoğunlukla Alevidir. 


Anadolu Çepnileri 7 gruba ayrılırlar: 1)Karadeniz Çepnileri Ordu ve Giresun’dan
Rize’ye kadar olan bölgede yaşarlar. 2)Ulu Yörükler: Sivas, Tokat ve Kırşehir
illeri ile ilçe ve köylerinde yaşayan Çepnilerdir. Gümüşhane’nin Kelkit
İlçesinden 1520 yılında göç ettikleri biliniyor. İkinci kalabalık grubu
oluştururlar. 3)Bozoklar: Yozgat ve çevresinde. 4)Başım Kız Dulu Çepniler: Aydın
ve Saruhan çevresinde. 5)Dulkadirli Çepnileri: Kahramanmaraş. 6)Adana Çepnileri.
7)Halep Çepnileri: Halep ve Antakya’da.

 


Akkuş İlçesi:


 


Yöreye (Akkuş ve civarı) Türk göçlerinin ne vakte rastladığı net olarak
bilinmemektedir. Ancak tarih ilminden hareketle yöre erken dönemde Türklerin
eline geçmiştir. Nitekim gemi yapımı için gerekli ağaçların temini için olsun,
savaş için olsun ve ticaret için olsun yöreye sık sık gelindiği bilgiler
dahilindedir. Bununla beraber Akkuş’un bazı köylerinde eski yerleşim yerleri
vardır. Bunlar Gökçebayır Köyü, Alan, Seferli, Salman’ın aşağı tarafları ve
Dağyolu Köyü gibi.

Yine
eski adı Karakuş olan Akkuş kazası eski devirlerde avcı kuşlarının
yetiştirildiği mekân olmasından münasebetle adının Karakuş kaldığı
sanılmaktadır. Başka rivayete göre de buraya gelen insanların kara kuşlardan
başka bir şey görmemelerinden dolayı bu ismin kaldığıdır. Bir başka teori ise
kışların sert geçmesinden ötürü adının Karakış sonra bunun Karakuş olarak
anıldığıdır. Karakuş’un adı dönemin başbakanı Adnan Menderes’in ‘’kara günler
geride kaldı. Buranın adı bundan böyle Akkuş olsun’’ sözleri üzerine Akkuş
olarak değiştirildiği zikredilir. Daha sonra buraya Kereste Fabrikası kurularak
ekonomisinin gelişmesi sağlanmıştır.


Cumhuriyet döneminde Karakuş’ta müdürlük yapanlardan bazıları; Cezmi Balyas,
Bedri N. Balyas, Mehmet Çöpoğlu, İbrahim Efendi, Turan Bey, Mazhar Bey, Tahsin
Kurul, Kemal Bey, Mustafa Daşkın, Galip Yürükoğlu…


 Başka hatırlatılması gereken husus ise Argan Yaylası’nda bulunan ve halk
arasında Kırkkızlar olarak efsaneleşen Kırgızlar Mezarlığı’nın Kırgız Türklerine
ait olduğu belirtilmektedir. 1850-92 yılları
arasında Sivas vilayetinin Samsun sancağına bağlı Karakuş isminden bahsolunur.
1892-1920 yılları arasında Karakuş bucağı Samsun ilinin Ünye kazasına bağlıdır.
1920’de (69 sayılı kanun) Ordu il olunca Karakuş, Ünye kazası ile bu ile dahil
olmuştur. 1954’te 6326 sayılı kanun ile Karakuş ilçe yapılarak Akkuş adını aldı.
Yine türkülere konu olan ve Gürcü beyine karşı ayaklanan Hekimoğlu İsmail’in
Ünye ve Niksar yolu üzerinde mekik dokunduğundan söz edilir;

 


Hekimoğlu


‘’Hekimoğlu derler benim aslıma


Aynalı martin yaptırdım da (narinim); kendi neslime.


Hekimoğlu derler bir ufak uşak,

Bir
omuzdan bir omuza (narinim); on arma fişek.

Bugün
günlerden pazardır Pazar,


Çitlice muhtarı (narinim) pustluklar kurar.

Ünye
Fatsa arası Ordu da kuruldu,


Hekimoğlu dediğin de (narinim); o da vuruldu.


Konaklar yaptırdım döşetemedim,

Ünye
Fatsa bir oldu da (narinim); baş edemedim.


Konaklar yaptırdım mermer direkli,


Hekimoğlu dediğin de (narinim); arslan yürekli.


Bahçearmut dibinde kaymak yedin mi,


Hekimoğlu’nu görünce (narinim); budur dedin mi?’’

 


Salman Beldesi: Tarihi, Kültürü ve Bugünü


 


Salman’ın adı üstünde bir görüş, üç kardeşten Sefer’in, Sefer’liye; Halil’in,
Haliluşağına ve Selman’ın ise Salman’a yerleşmesiyle bu adların kaldığıdır.
Diğer görüş ise Selman, Halil ve Abdullah olan üç kardeşten Abdullah’ın
Aptallı’ya yerleştiğidir. Bunun dışında Danişment kumandanlarından Selman
Gazi’nin bu yöreden geçtiği düşünülürse Salman adının bu komutandan kaldığı da
sanılmaktadır. 


1961’lere kadar ilçeden gelen heyet tarafından belirlenen muhtarlar tarafından
idare edilen Salman’ın bilinen eski muhtarları sırası ile Tâhir efendi, Remzi
efendi, Şaban efendi ve Ali Gök’tür. Tabii demokratik olmayan bu yöntem
neticesinde halkın üzerinde bir baskı oluştuğundan bahsedilir. Salman Kasabası
olan merkez daha evvel Salmanbaşı olarak anılmakta idi. Salman olarak tabir
edilen yer Yardibi’nden  Memetgil Sokağı denilen mevkidir.


Salman’da yaşayan ahali ise çevre kent ve köylerden göç etmişlerdir. Bu kentler
arasında Sivas, Tokat’ın Erbaa ve Niksar ilçeleri, Akkuş, Çarşamba, Salıpazarı
ve köyleridir. XV ve XVI. asırda Sivas ve Tokat’taki mezhep çatışmaları, eşkıya
baskınları, kan davaları ve hastalıklar göç nedenleri arasındadır.


 Salman’da yaşayan insanların soy isimleri genel olarak; Çayıroğlu, Çakıroğlu,
Kement, Sakallı, Maden, Gök, Patoğlu, Akkaya, Yıldız, Yılmaz, Bilgili, Ayoğlu,
Türk, Yalta, Hamurcuoğlu, Demiral, Demiroğlu, Küçük, Zoroğlu, Mıhçı, Gül, Çelen,
Demirci, Filizoğlu, Bozok, Ayyıldızoğlu, Çakır, Yıldırım, Sarıçobanoğlu, Varlı,
Çamoğlu, Duman, Çetinkaya, Keleş…


Salman’ın mahalleleri: Salman Kasabası merkez olmak üzere 8 mahalleden
mürekkeptir. Bu mahalleler sırası ile Merkez Mahalle, Çamalan Mahallesi, Taşoluk
Mahallesi, Güveluşağı Mahallesi, Şehit Kerim Mahallesi, Elmalık Mahallesi, 
Çakırlar ve Kementli Mahallesi,


       Yukarıdaki kısa izahattan sonra büyüklerin rivayetlerine göre yöreye
göçlerin sebepleri arasında ortak noktalar şöyledir; Büyük savaşlar – bunlardan
zannediyorum Balkanlar ve Kafkaslardaki bozgunlar kasdediliyor.-, eşkıya
baskınları, sıtma hastalığı, isyanlar ve kanun kaçakçılığı gibi… Özellikle de
sıtma salgının etkisinin büyük olduğu aşikardır. Özellikle Erbaa ve Bafra
ovalarını kıran bu hastalıktan korunmak için insanlar yüksek alanlara kaçmak
zorunda kalmıştır. Mesela, Kement uşağının Erzincan taraflarından Bafra’nın
Engiz Köyüne ve oradan 1830’lu yıllarda Salman, Kementli, İboşlar, Kemikerişi’ne
gelmişlerdir. Çepni olan Kavasların bir kısmı (Çayıroğulları) ise Sivas’ın
kuzeyinden Erbaa’ya gelip yerleşmişlerdir. Ancak sıtma salgını dolayısıyla Akkuş
civarına (Ortap) ve oradan da Salman’a gelmişlerdir (1700’lü yıllar içinde).
Ayrıca Akpınar Kasabası ve Ortabölme Köyünde de Çayıroğulları vardır.
Efiolğulları da Kahramanmaraş’ın Andırın Kazasından gelmiştir. Aynı zamanda
Andırın İlçesi’nde Çayıroğulları da vardır.  Ancak öbür yandan eski tarihlerde
büyük zelzeleden bahsolunur. Bunu da dikkate almak gerektiği kanaatindeyim.


Kültürel bakımdan yöre Tokat, Samsun, Ünye ve kısmen Doğu Karadeniz kültürünün
etkisi altında     kalmakta ve bu bir sentez niteliği arzetmektedir. Buna misal
verecek olursak birkaç konuşma şeklini vermek istiyorum; ‘ neyi bekliyen gel dâ
ayın’, ‘ haçan geldin gı, işin bitti mi yosama !’, ‘bereketli olsun ecim, bu
çımıkda mal mı güdüyen’, n’apak hiyol işte, ben bakıyam bu yetime, çol çocoğun
içinde irdüçte galdı’, ‘ he agam bu benim ahar beşiğm heç peşimden ayrılmıya
n’apak işte!’ gibi geniş bir yöreyi kapsayan bir ağız şekli vardır. Öbür yandan
bundan 60-65 yıl önce mısır ekme zamanlarında alevi dedelerin Salman’a
geldikleri anlatılır. Bu dedeler bereketli olması amacıyla besmele ile tarlaya
ilk tohumu atarlarmış.


Salman merkezinin tarihi yeni olsa da aşağı tarafların yerleşim yeri olarak
kullanılması çok eskidir. Kevgir Kale’sinin varlığı ve Jandarma Karakolu’nun
altındaki tarihi kalıntılar bunu doğrulamaktadır. Öbür yanda fırın ve mezar
yapımında kullanılan kiremit, çanak ve çömlek kalıntıları da bunu
desteklemektedir. Türklerin ise yöreye yerleşmesi ise XIII ve XIV. yüzyıllarda
olduğu sanılmaktadır. Ancak bununla beraber yayla özelliği gösteren yörenin uzun
zamandır yayla olarak kullanıldığı ve sonradan yerleşime açıldığı bellidir. Öte
yandan Erbaa, Ünye ve Çarşamba kazalarının yol ayrımında bulunan Salman’ın küçük
çaplı ticari yol üzerinde bulunduğu da muhakkaktır.


Halkının büyük çoğunluğu Çepniler’den oluşan yöre, yöresel kıyafetleri ve ağzı
özellikleri ile de bunu göstermektedir. Geçmişinde Bektaşi olan halkı; adetleri,
kıyafetleri ve konuşma şekilleri ile bu niteliklerini sürdürmüş olsa da zamanla
Sünnileşmişlerdir.


 


Salman’da Kültür:


 

Yöre
folklorik bakımdan çok zengin değildir. Bunun temel nedeni güçlü bir geçmişten
yoksun olmasında aranabilir. Öte yandan Karadeniz’in tipik yerleşim biçimi olan
dağınık yerleşmenin de payı olsa gerek! Bununla beraber pıtık oyunu denen misket
havaları, davul zurna havaları, topal oyunu, zemah (semah), horon karışımı halay
başlıca oyun figürleridir. Öbür yandan klasik halk tiyatroları da yakın zamana
kadar meclislerde oynanagelmiştir. Müzik dinleme zevki bakımından kuzey Tokat
havaları, Samsun türküleri, Ordu havaları, Doğu Karadeniz ve Trakya havaları
beğenilir.

Ordu Türküleri:

*Akşam Oldu Yanıyor Vona’nın Işıkları,

*Al Tavandan Belleri,

*Benimdir (Gökkubbe Altında),

*Bahçaya Gel Bahçaya,

*Boztepe’nin Başında,

*Boztepe’nin Daşında,

*Çambaşı’na Çıktım,

*Çıktım Fındık Başına,

*Çukur Yaylasının Yolu Düz Gider,

*Dalda Fındık Kalmasın,

*Düz Mahalle İçinde,

*Efiloğlu,

*Ekini Biçe Biçe,

*Gülizar,

*Hatipoğlu Nam Verür,

*Hekimoğlu,

*İmeciler Geliyor,

*Keçi Saldım Bayıra,

*Kemençemin Telleri,

*Kırmızılım Kırmızılım,

*Kırmızılım Tutam Tutam,

*Ne Durursun Oralarda,

*Ordu’nun Dereleri,

*Ordu’nun Sokakları,

*Oy Gemici Gemici,

*Oy Kemençe Kemençe,

*Oy Zalutların Alçağı,

*Perşembe’nin Düzleri,

*Sevdiğime Varamadım,

*Şu Akkuş’un Gürgenleri,

*Turnam,

*Uzun Kavak Ne Uzarsın Boyuna,

*Ünye’den Çıktım Başım Selamet,

*Yarimin Giydiği Yeşil Entari,

*Yayla Yaylaya Bakar,

*Yıkırgan’ın Armudu,

*Yine yeşerdi Fındık Dalları,

 


  Çarşamba’yı sel aldı      


          

‘’
Çarşambayı sel aldı, bir yar sevdim el aldı.       

Keşke
sevmez olaydım elim bağrımda kaldı.

 

Oy ne
imiş ne imiş, kaderim böyle imiş..

Gizli
sevda çekmesi, ateşten gömlek imiş.

 


Çarşamba yollarında kelepçe kollarımda,

Allah
canımı alsın o yarin kollarında.

     
(Nakarat)


Çarşamba yazıları, körpedir kuzuları,

Allah
alnıma yazmış bu kara yazıları.

     
(Nakarat)’’


                                                       


Başındaki yazmayı

 


‘’Başındaki yazmayı da, sarıya mı boyadın,

Neden
sarardın soldun da, sevdaya mı uğradın.

 


Tokat’tan mı geliyon da, kız sen Almuslu musun,

Ben
seni alacağım da, söyle namuslu musun.

 


İşliğinin düğmeleri, sıra sıra nakış yar,


Kurban olam boyuna da, o ne biçim bakış yar.

 

Yola
yolladım seni de, yollar yormasın seni,

Hızır
elinden tutsun da, bize yollasın seni.’’


başıni yazmayı
da

 

Diğer
yandan klasik Anadolu kültürünün de yöre üzerinde mühim bir tesiri vardır.
Televizyon programları ile Anadolu’nun diğer kesimlerinin gösterilmeye
başlanması başka yörelerde de aynı özelliklerin taşındığını göstermekte ve bu da
halkımızda hayranlıkla beraber ortak hislerin paylaşıldığı gururunu
tattırmaktadır!

 


Yöremizden bazı mani ve türkü örnekleri olarak şunları gösterebiliriz;

 


‘‘Fırın üstünde pıtırak,                        

Gelin
kızlar oturak.                             


Oturmaktan ne çıkar,                          

 Evlenekte
kurtulak.’’                          

 

 


‘‘Teveklikte üzüm var,                         


Eminem sende gözüm var.                    

Seni
alamazsam eğer,                            


Aramızda ölüm var.’’                             

 


‘‘Bahçaya gel bahçaya,                        

Kuru
fındık bulursun.                            


Alacaksan al beni,                                  

Sonra
pişman olursun.’’                         

 


          ‘’Cigarayı yaktırdım,                            


 Pencereye kondurdum.                         


 Yarin uyuyan gözlerini                         


 Öptüm de uyandırdım.’’                       

 

 

‘’Şu
dağda ot bitmez mi,                      


Süpürseler gitmez mi,                            

Bir
delikanlı şapkası,                             

On
beş kıza yetmez mi?’’                      

 

 

‘’Kaş
başında kalmışam,                      

Kan
uykuya dalmışam,                          

Yazık
benim aklıma,                             

El
kızına kanmışam.’’                           

 

 


‘’Armut daldan düşer mi,                     


Günden yana pişer mi,                          

Sevip
sevip ayrılmak,                            


Şanımız düşer mi?’’                              

 


‘’Maniye mazem sensin,                      

Gül
yüzlü yarim sensin,                        

On
iki imam aşkına,                              


Kalbimde gezen sensin.’’                     

 


‘’Böyle miydi kavlimiz,                        

Kör
olsun gözün,                                  


Allah’ın divanında,                               


Kararsın yüzün.’’                                  

 


‘’İçmem sevdiceğim bir yudum içmem,

Elli
dirhem kurşun yesem senden vazgeçmem,


Evlerinin önünden su içmem dedim,


Yardan haber geldi vazgeçmem dedim.’’


                               


Eskilerin Efilü Havaları olarak söyleyegeldikleri türküler de oldukça meşhurdur!
Efilü ve Akkuş’un Gürgenleri türküleri anonim olup nesilden nesile
aktarılmıştır. Bu türküler halk ezgileri olan farklı köy manilerinden
oluşmuştur. Akkuş’a nazaran Salman tarafında daha ağır söylendiği için bu usule
Salman Havası denir.  

 


        
Akkuş’un Gürgenleri 

‘‘Şu
Akkuş’un gürgenleri yıkılmadı mı,

Yar
üstüme yar sevmeye sıkılmadı mı.

Şu
karşıki tarlayı da kime kazdırdın


Gönderdiğin mektupları kime yazdırdın

 

Kel
tepenin taşlarını koyun mu sandın,

Sevip
sevip ayrılmayı oyun mu sandın.

Yavaş
yürü tombul gelin topukların görünsün,

Ben
aklına geldikçe de yüreklerin bölünsün.

 


Telgrafın tellerine kuşlar mı konar,

İnsan
sevdiğine bi denem böyle mi yanar.

Üç
aşağı beş yukarı salla da mendili,


Demedim mi gülüm sana tanıt kendini.

 


Alçaklardan götürün de benim salımı,


Düşmanlarım bilmesin benim halımı.’’

 


Efilü Türküsü


‘’Kayalardan kayarım,


Yoktur benim ayarım,

Ben
bu dertten ölürsem,


Kaderime sayarım.

Bir
sigara ver bana da,

Haydi
bak dumana dumana,


Düşmanlarım geldi yola da,

Haydi
küçüğüm gelmez imana.’’

 


Adet ve Gelenekler:


 


Asker Gönderme ve Karşılama
: Askere giden ve gelen gençlere davet yapılır.
Askere giden gençlerin avuç içlerine kına yakılır. Askere giden gençler davul
zurna eşliğinde kasaba dışına kadar uğurlama yapılır.


Teskere alan askerin dönüşünü ilk müjdeleyen kişiye ailesi tarafından hediye
verilir.

 


Cenaze, Defin ve Davetleri:
Kişi ölürken yanında Yasin okunur. Yol yordam
bilen biri tarafından ölünün fiziki bozuklukları düzeltilir. Üzerine çarşaf
örülür. Çarşafın üstüne de bıçak konulur. Ölü gömülene kadar yalnız bırakılmaz.

Çevre
köy ve mahallelere ölüm haberi verilir ve ölünün selası okunur. Cenazeyi
yıkayacak ve kefenleyecek kişiler belirlenir. Kabir kazma işi yapılır.


           Cenazelerde ölünün birinci, ikinci ve üçüncü dereceye kadar
hısımlarının ölü arkasından ağıt yakmaması dananır (ayıplanır). Cenaze
namazından sonra ıskat çevirme denilen adette ölü için para dağıtılır. Ölen
kişinin mezarı kapandıktan sonra hoca efendini mezar başında dini sual ve
cevapları sesli olarak okur ve ölü için niyazda bulunur. Ölü evinde 3 gün yemek
yapılmaz. Mevtanın Karasının, Cumasının, Haftasının, Kırkının, Elli İkisinin ve
Yılının daveti yapılır.

 


Adak:
Adak adama, hayvan kesme şeklinde olabileceği gibi para ya da diğer
aynî eşyalar olabilir. Bununla ilgili bir deyim vardır; ‘’ dileğim olsun itlere
kuşlara ekmek atacağım.’’

 


Diğer Davetler:
Hacı davetleri, Ramazan davetleri, hayr davetleri, adak
davetleri, cenaze davetleri ve emekli davetleri.

 


Mart Dokuzu:
Baharın başladığı, güneşin Hamel burcuna girdiği, gece ve
gündüzün eşitlendiği 21 Mart’tır. Diğer anlamıyla Nevruz’dur. Mart dokuzu ile
baharın girdiği kabul edilir.

 


Hıdırellez:
  6 Mayıs Hıdırellez Kültür ve Bahar Bayramıdır. Bolluk, bereket,
dileklerin kabul edileceği, Hızır ve İlyas’ın buluştuğu gün olarak kabul edilen
Hıdırellez’in toplumuzdaki önemi büyüktür. Salman’da ve çevre köylerde
koruluklarda panayır havası şeklinde kutlanır.

 


Mayıs Yedisi:
Bilinmekte ve günce hesap denilen halk takviminde
kullanılmakla beraber kutlanmamaktadır.

 


Yaşmak Çekmek:
Yeni evlenmiş olan gelin, kaynatası ve büyük kayınlarına
karşı yaşmak çeker. Saygı belirtisi olan bu adette gelinler çenberinin bir
yakası ile ağızlarını kapatırlardı.

 


        Allamak, Al almak:
Allamak denen adet ise kurşun dökme ile yapılır.
Kurşun dökme ve allama yapanların seleflerinden el almaları gerekmektedir. Onun
için bu adeti çok eskilere kadar bir silsile halinde götürmek mümkündür. Al
alınırken; ‘selamün aleyküm aleyküm selam, nerden geliyon nere gidiyon, al
almadan geliyom al almadan gidiyom, kes gitsin’ denir ve bir tutam saç kesilir…

 


         Diğer Adetler: Guguk Kuşu teması vardır. Güya, guguk kuşu
kaybettiği yavrusunu aramaktadır. Bahar ayında meydana çıkan bu kuş bir sene
sonrasına kadar ortadan kaybolur. Öbür yanda yeni doğan erkek çocuk için ileride
ev yapar hesabıyla ağaç dikilir. İlk doğan çocuklara akrabaları tarafından meyve
ağacı hediye edilir.


          Yeni doğan çocuğun yirmisinde ve kırkında kırklanması ve kırkı çıkana
kadar yalnız ve karanlıkta bırakılmaz. Bebeğin perilerden korunması için alcı
bacıya allattırılır. Nazara karşı muska taşınması, hastalığa karşı hamalyû
yazdırılması ve taşınması. Kötü ya da ayıplanası bir olay karşısında öğsü (odsu)
çevrilmesi ( bu bazı yörelerde tahtaya vurma şeklindedir). Tekke adetinin
bulunması. Mesela, rahatsızlığı olan kimse tekkeye götürülür saçından bir tutam
kesilir. Sonra bu saç yumağı bir beze sarılarak ağacın dalına bağlanır! Kan
akıtılır, tuz ve ekmek bırakılır! Salavat getirilir, dua edilir ve dilekte
bulunulur!


         Başka bir adet Ramazan ayı çıkarken Ramazan’ın kapıdan uğurlanması!
Kapıdan uğurlanan Ramazan’a tekrar gelmesi dileğinde bulunulur.


         . Öte yandan eskilerin ‘ey tanrım Allah’ diye yalvarmaları yine
bilhassa kadınların ‘ey gözünü sevdiğim Dedem’ sonra ‘Allah yukarda’ diye
Allah’a yalvarma ve yakarışları örnek gösterilebilir.


  
    
  Mimari:

 


         
Eski evler, samanlıklar, ahırlar ve serenler ağaç ustaları
tarafından ağaçtan yapılmaktadır. Evlerin direkleri pelitken olmak üzere
duvarları ve döşemeleri gürgenden yapılmaktadır. Hızar içi (direk üstü evler) ya
da yontma (kez evler) denilen ev çeşitleri vardır. Yontmadan yapılan evlerde
çivi kullanılmaz. Ahşap evler iki katlı olup alt katları yontma ağaçtan yapılır
ve genelde ahır olarak kullanılmıştır.

Evler
genelde dört köşe ya da dikdörtgen şeklinde olmaktadır. Direk üstü evlerde evin
temel kazısı yapılır. Direk sayısı ve yerleri tespit edilir. Ana direklerin
altına dokurcun taşı denilen büyük taşlar konur. Köşelerin kesiştiği yere
dikilen direğe baba direk denir. Bu direği üzerinden köşelere birer kalas
uzatılarak iskelet kurulur. Bu çatılara çadır ayağı denir. Diğer şekilde çatının
şeklinin beşiğe benzetilmesi dolayısıyla da beşik üstü denir. Çatılar ise daha
evvelden kiremit yerine yonga denilen küçük tahtalarla kapatılırdı. Çatının
saçakları yıldız şeklinde ya da üçgen şeklinde kesilerek süslenmektedir.
Tahtaların iki yanı da iki sıra çizgilerle ezilerek süslenmektedir.

Daha
sonraları ahşap evlerin yerini kasaba merkezinde yığma tuğlaların arasına
kalaslar yerleştirilerek yapılan evler almıştır. Son zamanlarda da betonarme
evler ağırlıktadır.

 


      
Salman’da Giyim ve Kuşam:


 


       Eskilerin kıyafetleri arasında işlik, önlük, saçaklı kuşaklar, yelek,
köstek, dolama, fistan ve şu an itibariyle hatırlayamadığım kıyafetler
mevcuttur.                                   

Erkek
Giyimi: İç çamaşırlar uzun tuman, kollu fanila şeklindedir. Mintan ise genelde
yakasız, uzun kollu, ön kısmı açıktır. Pantolon şeklinde şalvarlar giyerlerdi
eskiden. Manda derisinden çarık giyilip çarıkbağı ile bağlanırmış. Sonraki
zamanlarda karalastik denilen lastik ayakkabılar giyilmeye başlanacaktır.


Çoraplar ise koyun yününden hazırlanan yünlerin çıkrıkta eğrilen iplerle, elde
dokunurdu. Onun dışında çıkrık kendir denilen bitkinin liflerinden de ipler
eğrilirdi. Yine eği ile eğrilen yünler ile kazak örülürdü. İpler ceviz yaprağı
ya da diğer bitki yaprakları ile boyanıp elbise, dastar dokunurmuş. Kendir
ipinden ise çul dokunurmuş.


Mintanın üstüne cepken denilen yelekler giyilirdi. Yeleğin cebine zincirle
muhtar çakmağı, çakı ve köstekli saat takılırdı. Bele ise kuşak bağlanırdı.
Kuşağa hançer, kaşık, kamçı takılırdı. 

Kadın
Kıyafeti: Kadınlar tuman giyerler. Üzerine göğsüne kadar açılacak şekilde
düğmelenmiş etekçek denilen boy elbisesi giyilir. Etekçek basmadan olabileceği
gibi kadifeden de olabilir. Bele püsküllü ve saçaklı kuşak dolanır. Kuşağın ön
tarafına dolama takılır. Sonra bir nevi yelek olan kadifeden üzerine şeritler
çekilmiş işlik giyilirdi. Etekçeklerde genelde sarı tonlu renkler
ağırlıktadır.         

 


        
Salman’da Düğün:


 


      
Kız Soraklama:
Oğlunu evlendirmek isteyen
aile, kız soraklaması denilen araştırma yapardı. Kız seçmenin birçok yolu
vardır. Bu ya çeşme başında olur, ya pazarda olur ya da düğün ve davetlerde
yahut da tavsiye üzerine olur.


        Daha eski devirlerde, misafirin çarığının bağlarını çözerken kız
beğenilirmiş. Kızın gönlünün olup olmadığı ise; kızdan bir çanak su istenir ve
kızın eli titrerse gönlü var kabul ediliyormuş.


        Kız soraklamasında sıra kıza bakmaya gelir. Oğlan tarafı bir bahane ile
kız evine gider ve gerekirse yatıya misafire kalırmış.

 


Dünür Çıkma:
Köyün muhtarı ya da hatırı sayılır birisi ile kız evine
gidilir. Giderken şeker türü hediye götürülür. Oğlan kız evine gitmez.


Allah’ın emri peygamberin kavli ile kız istenir ve kız tarafı razı ise ‘’ne
diyelim, Allah yazdıysa olur’’ der.

 


Söz Kesme:
Söz kesmede takı adeti ve cinsi, yatak ve yorgan, çeyiz, sandık,
sütlük, okuntu ve başlık parası sözlü olarak karar bağlanırmış. Boğaz altını
vazgeçilmezdir.

 


Nişan İsteme:
Oğlan tarafı kız babasından nişan tarihi ister. Nişan tarihi
belli olduğunda oğlan tarafı nişan aşboğzı ile kız evine gider. Nişan yarım
düğün sayıldığından fazla kişi davet edilmez. Okuntu talih şekeri ile yapılır.

Nişan
aşboğazı ile kız evine gidilir. İlk başta Kur’an ve dualar okunur. Davetin
büyüğü kız ve oğlanı yanına çağırarak yüzüklerini takar. Münasip mi diye cemaata
üç kez sorar ve münasiptir cevabını alır, sonra nişanı takar. Gelin adayının
hemşiresi tarafından şerbet dağıtılır ve bahşiş alınır. Bir çanak şerbette aynı
gelin ve damada içirilir. Bundan sonra eğlence başlar.

Düğün
günü nişanda ya da nişandan sonra kararlaştırılır.

 


Düğün:

Nisan ve düğün arasında
oğlan tarafı eksikliklerini tamamlar. Bayram ve özel günlerde kıza ve annesine
alınan hediyeleri ayrıca belirtmekte fayda var.


Okuntular erkek tarafınca karşılanır. Sırasına göre okuntular ayakkabı, sabun,
eşarp ve talih şekerlerinden oluşur.


Aşboğaz düğünden bir hafta ya da 3 üç gün önceden kız evine yollanır. Aşboğazın
içinde erzak, okuntu, yatak ve yorgan ile diğer çeyizler yer alır. Kız anasına
ana sütlüğü takılır.


Düğünler 3 gün sürer ve Uludüğün ile sona erer. Düğünü yönetmek için her iki
tarafça itibar gören birisi Düğün Kahyası seçilir. Düğünde öne çıkan davul ve
zurnadır. Düğün, mehterin davula vurmasıyla başlar.


Mehter gelen misafirleri karşılar. Yine yemekçilerin başı Aşanası da tepsi ile
şeker dağıtır ve bahşiş alır.

Düğün
yemeklerinde diğer yemeklerin yanında değişmeyen yemek çeşitleri; mısır çorbası,
fasulye turşusu, bulgurlu, et kavurması, karalahana sarması ve nihayet keşkek.
Sevilen yemeklerin aktarması istenir.

Davul
zurna eşliğinde horan tepilir, halay çekilir, topal oyunu denen davul-zurna
kolbastısı oynanır, şarhoş oyunu oynanır ve semah dönülür.


Damatın ayakkabısından dahi sağdıç sorumludur. Gençler tarafından damat saklanır
ve ancak bahşiş karşılığı teslim edilir. 


Aşanası şeker ve çeşnilerle dolu bir kalbur hazırlar. At yarışları düzenlenir ve
at üstündekiler kalburdan şeker almaya çalışırlar.


Birinci güne gelin düğünü, ikinci güne de güvey düğünü ve üçüncü güne de
Uludüğün denir. Uludüğün günü önemli misafirler ağırlanır, muhtarın evine mehter
gönderilir. Rakı sofrası kurulur ve sofra reisi seçilir.

 


Kına Gecesi:
Kına gecesi düğünün birinci gününde yapılırdı. Kız ortaya
oturtulur ve arkadaşlarının söylediği kına gecesi türküleriyle ağlatılır.


‘’Kınayı getir ana,


Parmağını batır ana,

Bu
gece misafirim,


Koynunda yatır ana.

 


Çattılar ocak taşını,


Kurdular düğün aşını,


Çağrın gelsin gardaşını,


Yaksın gelin kınasını.

 


Ganil gecesi:
Düğünün ikinci gecesi kız tarafı oğlan evine gelir. Bu vesile
ile hem oğlan evi görülmüş olur hem de kız tarafı ağırlanmış olur. Kızın erkek
kardeşini memnun etmek önemlidir.

 


Askılık:
Damat donatma denen bu adette komşular ve misafirler damat ve
geline hediyeler takdim ederler. Bu basma denen kumaş ve kadifelerden oluşup
damatın omzuna asılırdı. Bunun yanında altın, para, kap ve kaçak verenler de
olurdu.

 


       Gelin Giysisi: Gelin giysisine bakarsak şöyle betimleyebiliriz;
etekçek denilen işlemeli, pullu ve sarı şeritle süslü al kumaştan kadife elbise.
Üstüne geçirilen işlemeli ve sarı şeritli yeşil işlik. Bele dolanan saçaklı,
püsküllü ve rengarenk kuşak. Sonra kuşağın üstüne işlemeli beyaz mendil ve
mendilin yanına el dokuması boncuklu para kesesi takılır. Alnın üstüne düşen
işlemeli ve boncuklu çeki sonra başa beyaz çenber ve onun üstüne sarı bürük
örtülür. Yüz ise işlenmiş yeşil yaşmakla kapatılır.


Gelin Alma-Uludüğün:
Kız tarafının mehteri oğlan tarafını karşılar. Oğlan
tarafından bir kadın Düğünbaşıcı seçilir. Düğünbaşıcının getirdiği düğün alayı
kız tarafınca içeri alınmak istenmez.

Damat
çimdirmesi yapılır. Köyün gençlerince hamamda damat ve bir erkek çocuk
çimdirilir. Erkek çocuktan maksat, ilk çocuğun erkek olması içindir.

Gelin
kınası yıkanması olayı, arkadaşları tarafından köy çeşmesinde gelinin kınasının
yıkanmasıdır. Geri dönülürken başka yol kullanılır.


Kâhya, gelinin çeyizlerini çul ve dastarlara sardırarak dışarı çıkartır. Aynı
zamanda ağıtlarla gelin duvağı giydirilir. Gelini kardeşi kuşak bağlar. Sağdıç
gelinin atını hazırlar. Gelin kız kardeşinin kolunda ağıtlarla dışarı çıkartılır
ve sağdıça teslim edilir. Gelin atın sağ yanından ata bindirilir. Davullar
vurmaya, silahlar atılmaya başlanır. Kız tarafı bundan sonra düğüne katılmaz.
Yolda gelinin kucağına döllü döşlü olsun diye güzel bir oğlan çocuğu verilir.
Cerek Germe olayı ile gelinin yolu kesilir ve bahşiş istenir.

Yolda
damat geline üç defa yumurta atıp, saklanır. Evin önünde gelin atta iken
başından aşağı şekerli çeşniler dökülür. Kaynata ve kaynana geline çeşitli
hediyeler verip attan indirirler. Gelin evin eşiğini yağlar. Damat bulunur ve
gelin ile beraber evin eşiğinden içeri geçerler. İçerde geline ip verilir ve ip
gelin tarafından kırılır. Sonra gelin kaynanasını üç defa kucaklayıp kaldırır.

 


Dene Dökme:
Mehter çağrılıp semah havası çaldırılır. Geline mısır verilir.
Gelin 9 kişi ile semah dönerken bir taraftan da eve bereket gelsin diye elindeki
mısırları döker.


Gerdeğe girildikten sonra damat, geline yüz görümlüğü takar ve pencereden üç el
ateş eder. Gerdek gecesinin sabahı damatın sağdıçı kızın bohçasını kız evine
götürür. Sağdıç eve yaklaşırken ateş eder ki bu sorun çıkmadığı anlamı taşır.

Yeni
gelin evde üç gün iş yapmaz. Su gibi temiz olması için sadece su taşımasına izin
verilir. 

 


Kavun Gecesi:
Düğünden üç gün sonra gelin ve damatın el öpmek için kız
tarafına ziyarete gitmesi.


Düğünle ilgili söylenen deyimle düğünü kapatalım;’’Keşkeksiz düğün olmaz’’.

 


      
Geleneksel Yiyecekler:

 


Yarma:
İyice kurutulan buğday dibek taşında dövülür. Dövme işlemi buğday
kepek atıncaya kadar devam edilir. Daha sonra el değirmeni veya su değirmeninde
kalın bir şekilde öğütülür. Sonra kalburda geçirilir, rüzgârda savrulur.

 


Dövmelik:
Buğday, yarma işinden daha fazla dibekte dövülür. Dövmelik
akşamdan fasulye ile ayıklanır ve ıslatır. Pişmeye hazırlanan tavuk bir
tencerede içinde dövmelik ve fasulye ile birlikte haşlanır. Tavuk haşlandıktan
sonra kemiklerinden ayrılarak didilir ve yine aynı tencereye konulur. Kısık
ateşte boza kıvamına gelinceye kadar karıştırılır. Üzerine kızdırılmış tereyağı
gezdirilerek yenilir.

 


Bulgurluk:
Yabancı maddelerden temizlenen buğday yıkanır ve büyük kazanlarda
kaynatılır. Sonra temiz çul ya da dastarlara serilerek günde kurutulur. Kurutma
işleminden sonra değirmende öğütülür. Et suyu ve et ile burgurluk karıştırılarak
burgurlu çorbası yapılır.

 


Mısır Aşlığı:
Buğday işleminden farklı olarak değirmende kalın bir şekilde
öğütülür. Mısır aşlığı, mısır çorbasında, lahana sarmasında ve fasulye
çorbasında kullanılır.


Mısır Unu:
Çiğ misir unu ve fırın misiri unu olarak kullanılmaktadır. Fırın
mısırı, mısır koçanının taş fırınlarda fırınlanmasıyla ve değirmende
öğütülmesiyle elde edilir. Mısır unundan ekmek, öymeç yapılır ayrıca yemek
çeşitlerinde kullanılır.

 


Hoşaf:
Armut, erik ve elmanın kurutulmasından yapılır. Kurutma şekli taş
fırınlarda ya da güneşte yapılır. Güneşte kurutulacak elma dilimlenerek
kurtulur. Bazen ipe dizilerek kurutulur. Sonra hoşaf güzinede kaynatılarak
içilir.

 


Pekmez:
Armut’un bol olmasından dolayı yörede daha çok armut pekmezi
yapılır. Az da olsa elmadan da pekmez yapılır. Önce şıtavatta ezilen meyveler
büyük kazanlarda kaynatılır ve suyu süzülür. Süzülen meyve suları büyük
tavalarda saatlerce kaynatılarak pekmez haline getirilir.

 


Pekmez helvası:
Pekmez ile mısır unu karıştırılır ve içine fındık, ceviz
kırılarak ateşte pişirilir.

 


Kuyulamak:
Kışlık için patates, kış armudu, elma altına kuru ot serilerek
toprağa gömülür.

 


Pancar:
Yörede en çok tüketilen sebze türüdür. Toğka denen çorbası, dolması,
burgurlusu, aşıklısı, turşusu. Aşlıklısı genelde kurtulan pancardan yapılır.

 


Kabak:
En çok tüketilen sebzelerdendir. Közlemesi, haşlaması, tatlısı,
reçeli yapılır. Kurusunda da kavurması yapılır.

 


Mısır:
Yörede en çok tüketilen sebzedir. Mısır taze iken sütlek denilen
közlemesi, haşlaması, pıtlak denilen patlaması, unu, aşlığı, çorbası, keşkeği,
salatası, hellesi ve helvası yapılır.

 


Pağla (bakla):
En çok tüketilen besinler arasındadır. Kavurması, çorbası,
turşusu, zeytin yağlısı, bulgurlusu, aşlıklısı, böreği, diplesi yapılır. Fasulye
kırılarak kurutulur, dilerek kurutulur. Ya da fırınlaması vardır. Ayrıca
konservesi de yapılır.

 


Kaldırık:
Dağda yetişir. Yumurtalısı, dolması, turşusu yapılır.

 


Nivük:
Yabani ottur. Sulu yemeği yapılır.

 


Isırgan:
Helle denilen yemeği yapılır.

 


Hoşkıram otu:
Sulu yemeği yapılır.

 


Sirken otu:
Sulu yemeği ve kavurması yapılır.

 


Kirmit (tirmit):
fındık mantarı, elik tirmiti, gelin eliği, içi kızıl
mantarlarının közlemesi, kavurması yapılır, gelin eliğinin yalnızca kavurması
yapılır. 

 


Doğrama:
Koyu ayran, süt ya da yoğurda mısır ekmeği doğranarak yapılan
yemek.

 


Islama:
Et suyu ya da turşu suyuna mısır ekmeği doğranarak yapılan yemek.

 


Öymeç:
Tereyağı ile saçta pişirilen mısır ekmeği ufalanarak yeşil soğan ya
da pırasa ile yağda kavrulması.

 


Tarhana:
Buğday yarmasının ekşi ayranla karıştırılarak belli kıvama
getirilmesi ve kurtulması.

 


Süzme:
Yoğurdun bir torbada bir gece bekletilerek belli kıvama gelen peynir
çeşidi.

 


Çökelek:
Ayranın kazanda kesilinceye kadar kaynatılması ve sonra torbaya
alınarak suyunun geçirilmesi ile yapılan peynir çeşidi.

 


Ekmek dolması:
Yufkanın dürülüp belli aralıklarla kesilerek bir tepsiye
yerleştirilir. Sarımsaklı yoğurt üzerine dökülür. En sonunda da kızarmış
tereyağı ilave edilerek yapılır.

 


Börek:
Kalburun üstüne serilmiş tek kat yufkanın üstüne haşlanmış patates,
haşlanmış bakla ya da çökelek dökülerek üstü başka bir yufka ile kapatılır.
Sonra alt ve üsteki yufkaların kenarları birbiri ile yapıştırılarak saçta
pişirilir. Sonra bunlar yağ dökülmüş yağda tekrar kızartılarak yenilir. Ya da
pişmiş yufkaların arasına kıyılmış yufkalar serilerek üstü tekrar başka yufka
ile örtülerek tavada kızartılarak yenir.

 


Köy pastası:
Un, yağ, şeker, yumurta ve yoğurt karıştırılarak yoğrulur.
Sonra bunlar yumru halinde elde yuvarlanır ve yağlı tavaya dizilir ve güzine
fırınında pişirilir.

 


Ekmek kurutması:
Buğday unundan simit şeklinde yapılan ekmeğin
kurutulmasıdır. Islama ya da doğrama yapılarak daha sonra yenir. Askere gidenler
için yapılır ve asker dönüşüne kadar saklanırmış.

 


Bileki:
Bileki taşında pişirilen ekmektir.

 


Değirmen/ Kül çöreği:
Ocak taşına konan hamurun üstü lahana yaprağı ile
örtülerek üstü közle kapatılarak pişirilen ekmektir.

 


Hamsi tava:
Ayıklanan hamsi mısır ununa belenerek tavada kızartılmasıdır.

 


Kiren:
Kızılcık da denilen bu meyvenin kompostosu ve reçeli yapılır.

 


Yaban çileği reçeli:

 


Salman’da Yerleşim, Coğrafya ve Salman’ın Belde
Olması:


 


          Eski zamanlarda fakr-u zaruret içinde olan halkın yolu yoktu ve
dolayısıyla kasaba ve şehirlerle münasebet de asgari sevideydi. Yol ancak
Akkuş’a Kereste Fabrikası açılması ile ormanın taşınması amacıyla yapılmıştır.
Yol sayesinde halkın yaşamı kolaylamış ve ticareti atmış olmasına rağmen orman
önemli ölçüde yok olmuştur. Yol ancak 1960’lar ile gelebilmiştir. Daha evvelinde
kendi yağında kavrulan halkın geçimi bağ ve hayvancılıktan çok az da olsa
ticaretten sağlanıyordu. Halkın kendi içinde takas ekonomisinin geliştiği onun
yanında ise paranın az kullanıldığı görülür. Köğlek denilen sırt sepetleri ile
halktan yumurta, yağ, yün, kendir tohumu ve tavuk toplanır ve karşılığında
Erbaa, Ünye ve Çarşamba’dan temin edilen boncuklar ve işlemeler veriliyormuş.
Toplanan bu zirai ürünler de başta Erbaa olmak üzere Ünye ve Çarşamba’da satılır
karşılığında tuz ve gazyağı alınıyormuş. Daha sonraları tuz ve gazyağına çay ve
şeker de eklenmiştir.


İstiklal Harbi ve öncesinde sıkıntılı günler geçiren köye halkın kendi içinden
eşkıyalar musallat olmuştur. Genelde cepheden kaçan bu eşkıyalar erkeksiz kalan
ve güçsüz olan evlere baskı yaparak, yol keserek gibi kanunsuz işler
yapmışlardır. Birçok Salman’lı savaşa gitmiş ve geri dönememiştir. Gidenlerin
çoğu da Sarıkamış Cephesi’nde şehit olmuş. Kurtuluş Savaş’ında Ünye’deki top
seslerinin Salman’dan duyulduğu söylenirdi. Öyle ki halk Uludüz Tepesi’ne çıkıp
bakarlarmış.


Yerleşim şekli tamamen Karadeniz’in coğrafik özelliklerini yansıtmaktadır. Toplu
yerleşim sadece kasaba ve şehir gibi meskenlerdedir. Binalar şu an itibari ile
betonlaşma yönündeyse de hala büyük nispette ahşap yapılaşma önemli bir yer
işgâl etmektedir. Her evin ahırı, kümesi, sereni (ambar), hamamı (eskilerde
hamam ve tuvalet evlerin dışında inşa edilmekteydi.), köpek kulübesi, samanlığı
ve sap-ekin öbekleri mevcuttur yani bir hane bu yapılarıyla sanki küçük bir
köydür. Su problemi söz konusu olmadığından çoğunlukla her haneye göz dedikleri
pınarlardan hususi suları evlerinin önlerine akmaktadır. Yöre orman bakımından
oldukça zengin olup kış mevsimi hariç her mevsim yeşil ve maviden ibarettir.


Havalar zaman zaman çımık denilen sisli bir yapıya sahiptir. Onun için sulama
meselesi de yoktur. Zaten bitki ziraati de buna uygun olup bu ürünler çoğunluğu
teşkil etmesi bakımından sırası ile mısır, pancar, fındık, fasulye, arpa,
patates ve meyvenin neredeyse her çeşidi yetiştirilmektedir. Ancak arazilerin
dağlık olması ve toprakların sığ olması hasebiyle verim kalitesi fazla
olmadığından halk gurbet destekli geçimlerini temine mecburdur. Ayrıca tarımda
makine kullanımının kısıtlı olması daha fazla emek gerektirdiğinden zahmet
arzetmektedir. Bu ve başka sebepler geçim sıkıntısıyla beraber göçü
hızlandırmaktadır.               


1988
yılında belediye olan Salman köyü 1968’de çarşı olmuştur.

 Salman’da Pazar kurulmasında Yanbaklar denilen Yanbak karısı
Emine bacının ve çocuklarının ucuz arsa temin etmeleri de büyük rol oynamıştır.
Ancak Salman’a maddi manada büyük hizmeti geçenleri sıralarsak şayet şöyle bir
netice meydana çıkacaktır;


1)Salmanbaşı İlkokulu ve lojmanının arazisi Durmuş Gök (Değirmenciler)
tarafından verilmiştir (ücretsiz).


2)Orman Binalarının arsaları Durmuş Gök (Değirmenciler) tarafından verilmiştir.
(ücretsiz).


3)Karakol Binası ve Köy Konağı arsaları Çayıroğulları (Necipgil) tarafından
verilmiştir (ücretsiz).


4)Belediye (Lise) Binası Çayıroğulları (Necipgil) tarafından verilmiştir
(ücretli).


5)Cami ve Kur’an Kursu arsaları Çayıroğulları (Sabrigil) tarafından verilmiştir
(ücretsiz).


6)Biçin Mezarlığı arazisi Çayıroğulları ve Rıza Hoca tarafından tahsis
edilmiştir (ücretsiz).


7)Biçin Kooperatifinin yeri Çayıroğulları tarafından verilmiştir (ücretli).


8)Salman İlköğretim binasının arsası Çayıroğulları (büyük kısmı Necipgil birazı
Şükrügil ve azı Rıza Hoca) tarafından verilmiştir (ücretsiz).


9)Eski Su Deposu arsası Çayıroğulları (Muratgil) tarafından verilmiştir
(ücretsiz).

10)
Yeni su Deposu ve Belediye Binası arazisi Çayıroğulları tarafından verilmiştir
(ücretsiz).


11)Pazar Yeri Çayıroğulları (İnce Memetgil) tarafından verilmiştir (ücretli).


12)Köy Çeşmesi (?).


13)Sağlık Ocağı ve lojmanları arsası Çayıroğulları (Necipgil) tarafından
verilmiştir (ücretsiz).  


         Salman’ın çarşı olmasıyla beraber civar köy ve mahallelere göre hızlı
bir gelişme göstermiştir. Mesela, Salman’dan daha kadim bir yerleşime sahip olan
Akpınar’daki (Kuzköy) karakol Salman’a taşınmıştır. Diğer yandan çarşının
Dağyolu Köyüne kurulması karalaştırılmışken Dağyolu’nun bu işe gönülsüz
yaklaşması Salman’ı geliştirmiştir.  Bu gelişmede Salman halkının özverisinin
yanında bulunduğu konum da buna imkân tanımıştır. Salman, civar köylerin
ortasında olması hasebiyle tabii bir avantaj elde etmiştir. Salman’a ilk
işletmeyi tuz dükkânı şeklinde açan demirci ustası Murat Usta ve ilk kahvehaneyi
açan Hüseyin Kement (Şapkanın Hüseyin) olmuştur. Salman’a ilk araba getirenler
ise Sabri Çayıroğlu (Çolağın Sabri), Şevki Ayyıldızoğlu (Kürt Şevgü), Uzun
Osman, Osman Kement (Sabri Osmanı), Recep Zoroğlu (Recep Hoca) ve Ali Kement
(Saralli)’dir. Seyahatler kamyonla yapılıyordu.

1988
yılında belediye olan Salman’da emekli öğretmen Dilaver Mıhçı üç dönem başkanlık
koltuğunda oturmuştur. İlk iki dönem CHP’den belediye başkanı seçilen Mıhçı
üçüncü döneminde ANAP’tan seçilmiştir. Dördüncü dönem belediye başkanlığı
koltuğuna ise DYP’den (DP) emekli öğretmen Murat Kement oturmuştur. En büyük
problemlerin başında göç sorunu gelmektedir. Yöre istihdam açısından yetersiz
kaldığında halk büyük şehirlere göç etmektedir. Tarım ve hayvancılık açısından
yöre desteklendiğinde bu sorunun önemli nispette azalacağı umulmaktadır. İkinci
önemli sorunu ise yol problemidir. Özellikle ilçe olan 27 km’lik yol 2006
senesine kadar orman yolundan ibaretti. 2006 yılında başlatılan grup yol
çalışması ise devam etmektedir. Salman, Akpınar ve Seferli belediyelerinin ve
çevre köylerin ortak yolu olan bu yolun bu zamana kadar kalması esef vericidir.
Akkuş, Salıpazarı, Erbaa ve Ünye yol ayrımında bulunan Salman, bu yolların
faaliyete geçmesi ile daha bir önem kazanacaktır. Hal-i hazırdaki yollar
kullanılmakla beraber bakımsız olduklarından verim sağlamamaktadır.

 


Salman’ın Sorunları:


 

Daha
evvel bu sitede 22 Temmuz seçimleri ile alakalı dile getirdiğim yazımdan
Salman’la ilgili olan bölümüne burada da yer vermek istiyorum:


         ‘’Şimdi de kasabamıza dönersek, 1988 senesinden beri kasabamız belediye
kuruluşuna sahiptir ve imkanlarının kısıtlılığı da herkesçe malumdur. Tüm
bunlara rağmen klasik belediye hizmetleri elden gelindiğince verilmeye
çalışılmıştır. Ancak tüm bunlara rağmen kasabamızın mühim sorunları mevcuttur ve
bu sorunların çözümünün bir çoğunda da merkezi idarenin yardımına ihtiyaç
vardır. Kısaca bu meseleleri elimden geldiğince dillendirmek istiyorum :

1)     
Yol Sorunu;

a)     
Öncelik ilçemiz ile aramızdaki yolun ıslahı ve
asfaltlanması,

b)     
Samsun yolunun ıslah edilmesi,

c)     
Erbaa yolunun ıslah edilmesi,

d)    
Ünye yolunun ıslah edilmesi,

e)     
Civar kasaba ve köy yollarının ıslah edilmesi,

2)
Sağlık Ocağının ıslah edilmesi, yarı hastane pozisyonuna getirilmesi ve sağlık
personeli ihtiyacının karşılanması,

3)
Jandarma Karakoluna yer tahsis edilmesi ve asker mevcudunun artırılması.

4)
Kasaba merkez imar planının uygulamaya konulması ve özellikle şehir içi yol
planının hayata geçirilmesi,

5)
Okullarımızın ıslah edilmesi ve öğretmen ihtiyaçlarının giderilmesi,

6)
Lise binasının yapılması,

7)
Yatılı yurt ve pansiyonların yapılması,

8)
Spor alanı ve tesislerinin yapılması,

9)
Park ve piknik alanlarının yapılması,

10)
Kütüphane ve sohbet odaları yapılması,

11 )
Yerel kültürün özendirilmesi ve mahalli sanatçılar yetiştirilmesi,

12)
Sanat kurslarının açılması,

13)
Tarımda ve hayvancılıkta ıslah çalışmaları… Tarım ve hayvancılığın teşvik
edilmesi; arcılık eğitimlerinin verilmesi ve teşviki, balıkçılık eğitimi ve
teşviki..,

14)
Tarım ve hayvancılıkla alakalı kooperatiflerin kurulması ve bunların
geliştirilerek fabrikasyon sistemine geçilmesi,

15 )
Geleneksel panayır ve eğlence kültürünün yerleştirilmesi.

16 )
Salman’ın kaza (ilçe) olması için merkezi idareye baskının artırılması ya da en
azından nahiye (bucak) olması için ısrarda inatçı olunmalıdır.(Gerçi nahiye
önemini yitirdi ancak bir ön adım olarak düşünülebilir)

17)
Belediye Kabristanlığının kurulması,

18)
Ziraat Bankası şubesinin açılması,

19)
Eczane açılması,

20)
Belediye Düğün Salonunun yapılması,

21)
Ormanların ve yaban hayatının korunması,

22)
Yöreye özgü ahşap binaların ve yarı betonarme binaların koruma altın alınarak
kültürel faaliyetlerde kullanılması’’

 


Kaynakça:

         
Niyazi
Çayıroğlu  1998(genel)

         
Durmuş
Gök  1999(Göç yerleri)

         
Fatma
Çayıroğlu 1998(Genel)

         
Halil
Akkaya 1998(Göç ve Kavaslar)

         
Mustafa
Kemal Çayıroğlu 2005

         
Behiye
Yatla 2005(Mani)

         
Emine
Güneş(Maniler)

         
Necla
Turna(Yalta),(Mani)

         
100
Temel Eser,(Türküler)

         
Tahsin
Çayıroğlu, Salman ve Dolaylarına Ait Ağız Özellikleri

         
Lise
Tarih kitabı.

         
Yöre
halkı (yöre türküleri)

         

Çayıroğlu Şiirleri

         
Ordu Hakkında
Genel Bilgi

         

Karamemet Yusufu
(Yusuf Yatla)

         
Murat usta (Murat
Çayıroğlu)

         
22 
Temmuz Seçimleri ve Salman Kasabası

         
Yaşar
Efiloğlu

         
Bahadır
Kayım, Tarih Öğretmeni

         

Kuzeymavi.com (Dr. Ali Güler-Yakın Tarihimizde Pontus Meselesi ve Rum Yunan
Terör Örgütleri.

         

Wikipedia.org

         

Türküdostları.net

         

Akkuş.bel.tr

         

Karalahana.com

         
Özgür
Görür, Sorumlu Doç Öcal Oğuz

         

Turkdiliveedebiyati.turkboyları.com

 

 


TAHSİN ÇAYIROĞLU


1992-2009

Related Articles

5 YORUMLAR

  1. sevgili tahsin kardeşim tarihi yazılarınızı ,aydınlatıcı bilgilerinizi özlemiştik,hem yeni görevinde başarılar dilerken, azminizin diğer hemşerilerimizede örnek teşkil edeceğine inancım tamdır teşekkürle sağolsınız

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

1,465BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
18AboneAbone Ol

Çok Okunanlar