14 Mayıs 2024 Sal

“Geceye Dair” (Yrd. Doç. Dr. Şahin EFİL’in Kaleme Aldığı Yazıda Gece Konusu Öyle Bir Kaleme Alınmış Ki, Sakın Okumadan Geçmeyin)

Geceden gündüze, gündüzden geceye uzanan bir yol ve bir köprü vardır. Biri olmadan diğeri de olmaz.

Yrd. Doç. Dr. Şahin EFİL'in

Kaleme Aldığı Yazıda;

Gece Konusu Öyle Bir Kaleme Alınmış ki,

Sakın Okumadan Geçmeyin

Geceye Dair

          Geceler bize ne söyler? Kulaklarımıza ne fısıldar? Geceleyin bu topraklar nasıl bir renge bürünür? Doğa, geceler boyunca nasıl görünür ve nasıl okunur? Geceler, ruhumuzda nasıl yankılanır ve yansır? Geceler, biz insanları nasıl ve niçin büyüler? Geceler, neden korkulara ve kabuslara efsunludur? Hiç şüphesiz ki, gecelerin insan hayatında son derece önemli ve vazgeçilmez bir yeri vardır. Geceler üstüne çok şeyler söylenmiş, çok şeyler yazılıp çizilmiştir. Ağıtlar yakılmış, şairlere ve aşıklara bulunmaz bir ilham kaynağı olmuştur. Tarih boyunca böyle sürüp giden bu durum, elbette ki, bundan sonra da aynı şekilde devam edecek gibi görünüyor.

       Peki gece, karanlığın, esrarengiz olmanın, sırların, kabusların mı göstergesidir, yoksa ruhsal ve bedensel dinginliğin, sessizliğin, sağduyunun, üretkenliğin, hayata daha bir sıkı tutunmak ve ona “merhaba” diyebilmek için bize uzatılmış bir el midir? Aslında, gece, ironik ve paradoksal bir mahiyete, karakteristik bir yapıya sahiptir. Binbir Gece Masalları’nda ifadesini bulan “Binbir Gece” tabiri, sadece sayı olarak binbir tane geceyi değil, aynı zamanda “gece”nin binbir yüzünün, çok çeşitli ve zengin katmanlarının varlığına da işaret eder. Gecenin binbir yüzünü, İbn Arabi’de ve Mevlana’da gördüğümüz, her nefes alış verişte, bu evrenin ve oradaki her şeyin değişmesi, dönüşmesi, her saniye farklı bir boyutta tezahür etmesi anaforu iyi açıklamaktadır.

         Bazıları karanlıktan/geceden korkar, ona korkulması gereken bir şey olarak bakar. İnsanların bir kısmı, cinler, hortlaklar, ölüler ve hayaletlerden korkar. Ama asıl korkulması ve sakınılması gereken şeyler, bunlar değildir. Çünkü bunların bir çoğu gerçeği yansıtmayan birer hayal mahsülüdür, gerçekliği olanlarsa, bize birşey yapamazlar. Bunlara aslında, sadece alışkanlıkların, psiko-sosyal kültürün doğal bir sonucu olarak bakmak doğru değildir. Evet, geceler, gerçekten de bazen korkulması, tetikte olunması gereken durumları bize yaşatabilir; içlerinde bu türden gerçeklikleri barındırabilirler. Örneğin, hırsızlık yapmak, birilerine tuzak kurmak, çeşitli entrika ve oyunların içine girmek, kısacası insanlara kötülük yapmak için gece belki de bulunmaz bir fırsattır. Dolayısıyla yılanlardan, aslanlardan, canavarlardan ve ölülerden değil, dirilerden korkmak, bu anlamda dikkatli olmak, dostumuzu ve düşmanımızı iyi tanımak gerekir.Çünkü, Tolstoy’un deyişiyle, bazı “insanların ışıktan çok karanlığı sevdiği, karanlık işlerle uğraşanların ışıktan nefret edip işleri aydınlığa çıkmasın diye ışığa doğru ilerlemedikleri” bir gerçektir.  

         Bazıları için, gece, ayyaşlığın, sarhoşluğun, bir yerlerde sızıp kalmanın, naralar atarak figüranlık yapmanın bir açılımıdır. Bazıları için ise, gece, acımasızlığın, açlığın, sefaletin, kendi kaderine terkedilmişliğin, sahipsizliğin, işsizliğin, soğuğun ve ayazın bir işaretidir. Yeryüzü coğrafyasında ve bu topraklarda kim bilir ne kadar ayazın, zemheri soğununun titrettiği yürekler vardır! İşte gece bütün bunların üstünü örter ve onları geçici bir süre için gizler.

         Gece, yeryüzü coğrafyasını, eşyayı, bizi ve içimizi kalın ve simsiyah bir yorgan gibi örter. Geceler yoldaşımız olur, yalnızlık ve gurbet iliklerimize kadar işler, yalnızlığın dayanılmaz ağırlığını yüreklerimizin derinliklerinde yaşarız, bihakkın tecrübe ederiz, saatler geçmek bilmez, zaman bize inat durur. Köpeklerin havlamaları, aç kurtların ulumaları, rüzgarın uğultusu, yağmurun çiselemesi, çekirgelerin engin ve mükemmel senfonisi geceye apayrı bir anlam ve değer katar, geceyi “gecelerin gecesi” yapar.

         Gökyüzünün bir tavan oluşu ve berraklığı, yeryüzünün de bir döşek gibi konumlanması, büyük bir sarayın tavanında asılı duran milyonlarca lambayı hatırlatan yıldızlar, yıldızların bize göz kırpması, mükemmel estetiği, hemen başımızın üstündeymiş gibi durması, bazen göktaşlarının düşmesi, Ay’ın suya vuran şavkı ve suda oluşan yakamoz, bütün bu güzellikler, ruhlarımızı ırgalar, orada derin izler bırakır. Geçmişimize, şimdiye ve özellikle geleceğe ilişkin duygu ve düşüncelerimizi olumlar, onlara güç katar; daha farklı bir dünyanın kapılarını aralamak için bize geniş imkan ve fırsatlar sunar, gece.

         Bazıları için gece, hüznün, iç burukluğun, gurbetin, yalnızlığın, ciddi bir muhasebenin, derin bir tefekkürün, ciddi bir felsefi sorgulamanın ifadesidir. Bazıları ise karanlığı aydınlığa, rahmete, berekete ve verimliliğe dönüştürür. Zaten içinde “binlerce lamba yanan”lar veya bunu başarabilmiş olanlar için gece/karanlık diye birşey yoktur. Sadece fiziksel karanlığı ciddi bir verimliliğe dönüştürme ve yeni fırsatlar ortaya koyma çabası vardır. Uzun geceler, bazen yarimiz, dostumuz, sırdaşımız ve arkadaşımız olur. Kendimizi bazen gecenin derinliğine, serinliğine ve enginliğine bırakırız. Gece eski bir taş plaktan çıkan bir melodi gibi bizi alıp götürür uzaklara, binbir gece masallarına, geçmişe, şimdiye ve geleceğe. Karanlığın ardından gelen aydınlık gibi bize yepyeni umutlar verir, umutlarımızı tazeler ve umutlarımıza umut katar, umutsuzluk ortamında umudumuz olur.

         Gece, durak, sığınak, liman, sükunet, dinlenme, silkinme, kendine gelme ve kendi olmadır. Gece, maveranın kapılarının aralanması, perdelerin tek tek kalkması, meleklerin bizimle birlikte olmasıdır; sevgiliyle hemhal olmaktır. Gece, bütün çağlara ve kötülüklere karşı bir isyan, bir başkaldırıdır. Gece, bir yalvarış ve yakarıştır, küçülme ve acziyetini itiraftır, secdeye kapanış, sohbete eriş ve vuslattır. Gecenin ilerleyen vaktinde bütün insanlar ve canlılar uykudadır; ama geceyi uykuya yeğ tutanlar, onu rahmet ve berekete dönüştürenler, diğer bir deyişle gecenin müdavimleri vardır. İşte ancak onlar dokunabilirler geceye ve ancak onlar çözebilirler gecenin esrarını.

         Gece gündüzün, gündüz de gecenin habercisidir. Geceden gündüze, gündüzden geceye uzanan bir yol ve bir köprü vardır. Biri olmadan diğeri de olmaz. Geceyi gündüzle gündüzü de geceyle açıklamak, acıyı tatlıyla, sıcağı soğukla açıklamaya benzer. Birinin varlığı diğerinin varlığına bağlıdır. Biri olmadan diğeri de olmaz, olamaz. Gece biz insanlar için farklı ve renkli bir çeşnidir; bazen tadına doyamadığımız bir lezzet, bazen de değerini idrak edemediğimiz bir imkanlar manzumesidir. Gecenin sesini dinlemek, kokusunu tatmak, rengini yakından görmek, herşeyden önce bize bu toprakların dostu, doğal bir parçası olduğumuzu bize hatırlatır; insana bilgelik yolunda paha biçilmez bir potansiyeller sunar.

                                Yrd. Doç. Dr. Şahin EFİL

 

Related Articles

2 YORUMLAR

  1. Muhterem Şahin EFİL Hocam!Orta okuldan sınıf arkadaşım!Yazınızı dikkatlice okudum.Güzel bir konuya değinmişsiniz.Birikimlerinizi bizlerle paylaşmışsınız.Yazınızı okuyunca taaaa orta okul yıllarındaki azim ve kararlılığınızın devam ettiğini anladım.Yrd.Doçent.olduğunuzu yeni öğrendim.Sizi tebrik ederim.İnş’ALLAH Prof.Ünvanını da alırsınız.Ünvanınıza yakışır hizmetler vereceğinizden eminim.Yüce Mevlam utandırmasın.ALLAH C.C. Yar ve yardımcınız olsun.ALLAH’a emanet olunuz.ESSELAMUALEYKUM.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

1,465BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
18AboneAbone Ol

Çok Okunanlar