Dr. Şahin EFİL’in Dost İle İlgili Yazısı

520
2007festival78.jpg

Dr. Şahin EFİL, Köylerimiz, doğduğumuz yerler ve eski dostlar ile ilgili, nasıl bir dostluk içinde olduğumuzu öyle bir anlatmış ki, mutlaka okumanızı tavsiye ediyoruz.

 2007festival78.jpg

Eski Dostluklara Dair

      Her memlekete gidişte, bulamayacağımı bile bile, hep bir dostla karşılaşmak, halleşmek ve hemhal olmak istemişimdir. Modern zamanlarda, hemen herkes eski dostluklardan, bayramlardan v.s övgüyle söz eder. Ama aynı insanlar, nedense gerçekte böyle şeylere ihtiyaç duymazlar çoğunlukla.

    Zaman mı değişti yoksa bizler mi değiştik? Yoksa bizim zaman ve mekan algılarımız mı dönüşüme uğradı? İnsan niçin büyüdüğü, çocukluğunun geçtiği pek çok serüveni yaşadığı mekanları görmek ister? Bizi oralara bağlayan şeyler, büyüdüğümüz topraklar mıdır yoksa tanıdık bir dostla, içli bir yürekle karşılaşma arzusu mudur? Belki bunların her birisi bizi etkilemiş olabilir, ama ben kendi hesabıma daha çok ikinci seçeneği yeğliyorum.

Ne var ki, eskiden hasbıhal ettiğimiz insanlar, artık ya sizi görmek istemiyorlar. ya da sizinle ağız ucuyla konuşuyorlar. Oysa ben eskiden varolan sıcaklığı ve samimiyeti arıyorum; açıkçası ben de birçok insana karşı eskiden duyduğum sıcaklığı ve samimiyeti artık duymuyorum. Bunlar belki de önemli ölçüde yabancılaşma olgusunun varlığı ile açıklanabilir. Demek ki, gözden ırak olan gönülden de ırak oluyormuş. Peki, bütün bunların tek nedeni/suçlusu, yabancılaşma mıdır? Sanırım burada başka faktörler de rol oynamış görünüyor.

    Bunların başında, hem ülkemizde hem de bütün dünyada artarak devam eden değerlerin tükenişi, bunların yerini maddi objelerin ve nesnelerin alışı gelmektedir. Her memlekete gidişimde insanlar bana “evin var mı araban var mı ve ne iş yapıyorsun?” diye soruyorlar; açıkçası bunlar, beni aşırı derecede rahatsız ediyor. İnsanların beni bilgi, dostluk, kardeşlik, paylaşma, sevgi ve güven gibi insanın sahip olduğu meziyetler ve değerlerle değil de, malımla mülkümle ve makamımla tanımlaması, bir bakıma insanın da sıradan bir varlık durumuna düşürülmesi demektir. Peki, insan varolan maddi imkânlarını kaybedince kendisini nasıl tanımlayacaktır? Çünkü maddi şeyler, bugün vardır, ama yarın bir nedenle elinden çıkabilir. Dövüş Kulübü filmi modern insanın tükenişini, yok oluşunu, ama aynı zamanda varoluş hikâyesini de anlatır bize.

    Gerçekten de çağımızda değerler o kadar ciddi ve büyük bir aşınmaya uğramış ki, (anlam haritaları ve kültürel kodları ya tamamen veya kısmen kaybolmuş), neredeyse insanın ihtiyaç duyduğu, hayata tutunduğu ve anlam verdiği tek şey, makam, şan, şöhret ve maddi objeler olagelmiştir. Bundan dolayıdır ki, modern insan örneğin ölüm gibi hayatın tam merkezinde yer alan, bizi derinden etkileyen ve canımızı acıtan bir gerçeği, bırakın konuşmayı duymak bile istemiyor. Nitekim bir öğretmen arkadaşımız bir sohbet esnasında ölümle ilgili kurduğum bir cümle karşısında adeta irkilerek, “hocam bugün mutlu ve sevinçli bir günümüz, günümüzü mahvedip moralimizi bozma” diyerek beni uyarmıştı. Öyle görünüyor ki, duymak ve görmek istemediğimiz gerçeklerle bir gün er veya geç yüzleşmek ve karşılaşmak zorunda olduğumuzu unutuveriyoruz. Çünkü ölüm gibi kendisinden kaçtığımız veya ötelemeye çalıştığımız şeyler, kendisinden ne kadar kaçarsak kaçalım bir gün bizi bulacaktır. Bu gerçeği görmek zorundayız.

    Dostluğun, paylaşmanın ve sevginin ne demek olduğunu bilmeyen, yaşamını daha farklı olgular üzerine inşa etmiş zamane insanları, aslında bilerek veya bilmeyerek çok sığ ve sıkıcı bir hayat yaşadıklarının bile farkında değiller. Bu insanların en büyük sözüm ona meziyetleri başkalarını konuşmak, yaşamlarını başkalarının hayatları üzerinden kurgulamaktır. Bir gün veya birkaç dakikalığına olsun başkalarını değil de, kendilerini konuşma cesaretini göstermeden ölüp giderler bu insanlar. Ellerinin arasından nelerin kayıp gittiğini genellikle algılayamadan göçerler, bu hayata veda ederler. Onların bir başka meziyeti de kendilerini beğenmek ve burnu havada olmaktır. Bu insanlar, basit, sıradan ve sığdırlar. Yanlış anlamaya meydan vermemek için hemen belirtelim ki, burada dile getirdiğimiz eleştiriler, kendimize ve toplumsal hafızaya dönük bir iç kritiktir; herhangi bir kimseyi veya zümreyi bağlamaz.

Aşık Veysel’in şu sözü bizim anlatmak istediğimizi iyi açıklamaktadır: “Dost, dost diye nicesine sarıldım; benim sadık yarim kara topraktır.” Bu memlekette tek dostumuz yaşadığımız topraklar mıdır? Evet, ülkemi, doğup büyüdüğüm, koyun güttüğüm ve balık tuttuğum topraklara hep özlem duymuşumdur. Duymayan var mı? Bu topraklar dile gelse, belki bize geçmiş ve geleceğe dair pek çok şey söyleyecek. Fakat bu toprakların dostu olarak bizler, onların halet-i ruhiyesini iyi anlıyoruz.

    Hayatımızı derinleştiren, bize katkıda bulunan, zengin ve çoğulcu bir hayat sürmemizde elbette ki, dostlarımızın katkısı her şeyin üstündedir. Ama dostlar, hep insanlardan olmayabilir; bazen bir köpek, bazen bir kuş, bazen de kitaplar dostumuz olabilir.

    Dağlar benim gardaşım,

    Dağlar benim yoldaşım,

    Dağlar benim sırdaşım.

    Kalıcı dostluklar dileği ile

                                                                                                                                    

Dr. Şahin EFİL