25 Nisan 2024 Per

Yalnızlık

Mevsimler, aylar, günler gelip geçecek elbet. Ömrümüzü törpüleyerek giderken yükünü almış gemiler gibi doygun ve duygusuz ayrılacaklar limandan.

 

Yalnızlık

Mevsim yaz, aylardan Ağustos; Günlerden hangisi yakalayıp soramıyorum. Uzun yola çıkmış mecali kalmamış dingin yolcuya inat, muttasıl ardına bakmadan, geride klanlara duyarsız akıp giden insafsız günler… Yarını bilmiyorum, dün hatıralarda yerini aldı, bugün ile kavgadayım. Güneşli günlere savaş ilan ediyorum, gözlerimi kapatıp yağmur dularına çıkıyorum; kar taneleri düşüyor toprağa dönmüş ellerime ve üşüyorum ağustoslarda, titriyorum…
Toprağında yağmurlar kokardı, ekşimtrak rayihaları genzimde dans ederdi nane ferahlığında. Puslu ve kesif sislerle saklambaç oynarken, çiselerin yapışkan ıslaklığında çamurlarını avuçlama arzusu mızrakları ile saldırıyor duygularıma. Binlerce insan arasında yalnızlığım ile kovalamaca oynuyorum. ılık bir gece koynuna alıyor beni. Ben ise hep özlüyorum… Yalınayak koştuğum kırağı tutmuş ekin köklü tarlalarda kanayan ayak altlarımla öpmek istiyorum dikenini taşını.
Ayrıldığımız gün, gözlerimde çıkan isyanlara papuç bırakmadım, boynumu bükmedim, titreyen dudaklarımdan kopacak çığlıkların intiharına başımı çevirdim… Sonsuz gecelerin karanlıklarında arsız hıçkırıklarımı dalgaların sesine kattım ve martılar ağladı sessizliğime gömdüğüm sensizliğime. Yakamozlarda seranat ediyor deniz kızları raks ederek ayın şavkı ile. Kumlara uzanan dalgalara adını yazıyorum. Özlem şarkılarını tellere döken bir keman iniliyor uzak balkonlarda. Teller sızlıyor denizin derinliklerinde ve içimden daha içerde…
Baharları özlüyorum, daha yeşile vurmamış tonlarda açmaya çalışan tomucukların hayatı özlemeleri gibi… Yazı kucaklayıp okşuyorum uğurladığım misafirler gibi. Sanki bir sonraki mevsimlerde saklısın ve seni bulacağımı düşlüyorum. Ama her mevsimin vagonları boş geliyor, sen yoksun. Ve bensiz terkediyor her tren hüzün dolu garları, her istasyonda biraz daha yalnızlaşarak . Tren raylarına bakıyorum ıslak ve soğuk demirlerin ürkütücülüğünden irkilmiş halde. Sonsuzluğa giden raylar neden birbirine kavuşmaz diye sorular asılı kalıyor dudak uçlarımda. Ve nemli vagon duvarlarına yasalanıp sana ağladım ilk defa olmasa da… Zamanlı zamansız anılar isyan çıkarıyor göz pınarlarımda oynaşarak. Bir kibrit alevi kadar cılız, cehennem alevi kadar acıtıcı…
Kaç kere tövbe ediyorum, kaç kere yemin kasem… Her tövbem yarım kalıyor, her yeminim kefalete muhtaç. Gelemiyorum sana ey sevgili, arsız dikenler mi var yolunda, derin uçurumlar mı? Zirvelerinden yıldız toplayacağım avuç avuç. Irmaklarında boncuk boncuk köpüren suların koynunda geceleyeceğim. Yeşil kokan ormanlarında bir gürgeni ahretlik ilan edeceğim. Sabah çiği düşmüş bir pembe gülü öpeceğim dudaklarımdan akan kan ile kırmızıya dönünceye kadar. Kır çiçekleri ile oynaşan arıları alkışlayacağım. Bir sisli gece ile halvet edeceğim özlemlerimi gömmek adına. Ve bütün hasretleri yele vereceğim dağa taşa serpsin diye. Ve bir hayat boyu birikmiş ağlamalarımı koyvereceğim esaret zincirinden. Yalnızlıklara yenik düştüğümü ilan edeceğim kayıtsız şartsız ve utancımı azad ederek…Çünkü karşılığı olmayan bir duyguya mahkum olmuşum meğer…
Mevsimler, aylar, günler gelip geçecek elbet. Ömrümüzü törpüleyerek giderken yükünü almış gemiler gibi doygun ve duygusuz ayrılacaklar limandan. Her yani günde bir özlem bitecek diğeri başlayacak. Güneşli bir günde ansızın başlayan yağmurlar gibi bastıracak apansız. Özlemler sevdaları, sevdalar aşkları açacak yaprak yaprak.  Ne garip bir tecelli ki, hep dönecek fasit daire kıyamete dek…
 Veysel Şensoy

Related Articles

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

1,465BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
18AboneAbone Ol

Çok Okunanlar