18 Nisan 2024 Per

Kayıp Adamın Düşleri

Yalnızdım çünkü biliyordum ki zirvedeki insanlar yalnızdırlar.

KAYIP ADAMIN DÜŞLERİ

Ben kayıp bir insanım; insanların umursamadığı ve umursamayanları da birer tebessüm ile arkasına atan, yalnızlığı daha günahsız bulan kayıp bir insan…

 

Ey dünya susuyorsam eğer boynumun eğriliğinden değil, Susuyorsam eğer belimin büküklüğünden değil, susuyorsam eğer korkularımın baskısından değil, susuyorsam eğer boş vermişlikten değil sadece kayıp bir insanın varlığı duyulmasın diyedir.

 

Nasıl anlatacağım, satırlara nasıl dizeceğim, soğumuş, buz tutmuş kelimeler lezzetini yitirmiş tat vermez ki. Sükut lehçelerinden anlayan da kalmamış ki okusalar susuşumu. Bir taş gibi katı ve dilsizim ama değirmenlerde konuşan o taş değil midir? Acıyı öğütüp tebessüm eyleyen bu yürek değirmenden daha dilli değil midir?.. Ya ebed’e gidenlerin son dili baş uçlarındaki beyaz taş değil midir konuşan…


Ben insana has, insana özgü tüm acı, elem, keder, itilme, kakılmalara karşı efsunluyum ey dünya. Aldırmıyorum arkadan söylenen iğneli laflara, aldanmıyorum yüzüme toslayan sahte gülücüklere. Eğer arkadan kuyu kazılıyorsa mutlak değer verdiklerin yapacaktır bunu.  Benim sözlerim öfkelerin kuytularında giyinir tebessüm libaslarını. Söz ola Kevser edip içeyim, söz ola yedi ikim önünden kaçayım.

 

Zamanın dudakları, dili saklamak için kan sızan çatlaklarına tahammül eder hep. Sözcükler istiflenir gırtlaklarda yıllar yılı katmerlenerek. Unutkanlıkla malül beynim siler zamana yayarak bir bir ama is karası izler sızlar bazı bazı derinlerde hep…

 

Sızlayan yaralar haykırır bazen ıssız gecelerde kendi kişiliğime. İçerde kalan ukdeler depreşir bazen can çekişircesine.

 

Kasabaya giderdim haftada veya ayda bir. Aylardan yaz olurdu hep. Kış mevsimlerinin izleri kabuk tutmuş ki, uykularında kalsınlar. İyi giyimli genç öğrenciler kol kola uzun yürüyüşlerle tur atarlardı kasabanın tek caddesinde boydan boya. Bu bir hasret gidermeden çok öğünme ve varlık gösterme gibi gelirdi bana. Yıllarca aynı sınıfta olan arkadaşlarımız bile görmezlikten gelirdi varlığımı. Nedense üzülmezdim ve hafiflik hissederdim.  Yıllar sonrasında da değişen bir şey olmayacaktı. Öğretmenlik revaçta idi o yıllar. Memur olarak atananların bazıları bir başka kişiliğe bürünürlerdi. İçimden geçen sıcak bir eziklik duygusunu bastırırdım hayal dünyamı genişleterek.

 

Geriye gidiyor hafızam. Kaldığımız kasabadan diğer bir deniz kenarındaki kasabaya gitmiştik. İkinci bir imtihan olacak yatılı okula yerleşecektik. Sabahın alaca karanlığında bindiğimiz araçta hareket hastalığı denilen uğursuzluk yakalıyordu beni. İmtihan denilen o seansa girdiğimizde ben değildim oradaki. Hiçbir şey hatırlamayacak kadar bitkin halde çıkıyorum dışarı. Ama başarısızlık ki, hala hazmedemem bunu çünkü o soruların düzeyi o kadar düşüktü ki normal halde bilinmemesi utanç verici olurdu.

 

O günlerden kalan solgun fotoğraflardaki gölgelere saklanırım hep. Nakışları yontarım birer birer ki bana bir şey anlatmasınlar.

 

Uzaklara kaçışım bu yüzdendir beklide. Belki de bilmeden bana başarının yolunu gösteren, insanların bu davranış biçimlerinin sırtımda hissettiğim gümüş saplı kamçılarının sesidir.

 

Sonra delikanlılığımızı yaşadık. Platonik aşklarla avunduk, umutsuz düşler kurduk. Hep toprağa düşen yağmurların damlalarını avuçlarında biriktiren çocuk durumuna düştüm.  Ama biliyordum ki, baharı beklemeyen sabırsız yaprağa konmaz yusufçuk kuşları. Biliyordum ki zemheriyi bağrında eritmeden baharın müjdesini duyamaz insan. Kaç defa denizlere düştü gözyaşı damlalarım ama bir kere bile dalgalanmadı benim için denizler. Bir kere bile dost diye el uzatanı görmedim miyop gözlerimle.

 

Bir iyi günümde mutluluk paylaşanım olmadı. Kötü günde sevinç duyanların sahtekârlığını okudum maskeli yüzlerin arka perdesinden.  Hiçbir tepki vermiyordu duygularım. Çünkü ben komplekslerimi yenmiştim. Yalnızdım, kayıptım, hatırlanmıyor ve hatırlanmak isteği de duymuyordum. Yalnızdım çünkü biliyordum ki zirvedeki insanlar yalnızdırlar. Enaniyete mi düştüm diye endişe duymuyorum. Fazla tevazu da kibirdendir.

 

Ben susuyorum, kimse duymasın beni, anlamsın kimse taş yüreğimin söylediklerini. Yalnızlığımda çoğalıyorum, uzaklığımda yakınlaşıyorum. Ben sahte alemde değil, ben gönül dünyasında yaşıyorum çünkü…

 

Veysel  ŞENSOY

 

13.02.2011 Tripoli LİBYA

Related Articles

1 Yorum

  1. Anladım ki derin ve esrarengiz olan her şey susuyor,
    Anladım ki susan herşey derin ve heybetli.

    Bilki insanın değerini varlığı değil yokluğu gösterir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

1,465BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
18AboneAbone Ol

Çok Okunanlar