25 Nisan 2024 Per

Bir Garip Dünya Hali

Geç öğrendin derelerin denize aktığını, geç öğrendin taşın sert, inasın taş olduğunu…

 

BİR GARİP DÜNYA HALİ

“Kara gün dostu “ derlerdi atalarımz. Ak günlerde bile bulunamayan bu erdem, kara günde nerde olur. Kara gün zannıyla  gördüklerimize şükrettik. Beterin beterinden  yaradana sığındık. Dost aramadık çünkü dost aranan değil gönülden sana gelendir. Tek dost “TEK” olan, en dost “EN” olanmış tecrübeyle sabitledik.

Doğduğumuz yerlerin kokularını isimlerinin son harflerinde aradık. Neden bu kadar özlemi dışa vurur gönlüm bilinmez ama sevgili eşim bana “o yerlerde seni cezbeden nedir, bir unutamamışlık mı var” diye sorarken karmaşık dünyamı anlamakta zorluk çekiyordu. Ama o yerler de yozlaşmış, hayalimde şekillenen gölgeleri bile bir yalandan ibaretmiş…

Ötesini berisini açmaktan utanmayan edepsiz sesler konaklıyor kulaklarıma komşuluk mesafelerde… Direnç noktalarından sızamayan şeytan, kara kaplı defterine “ umursamaz bir ruh “ diye not düşüyor. Biliyor ki dünyanın ayarsız takvimlerini devirmiş, papuçları elinde birisidir bu…  Kör topal geçen bunca yıllara, kitaplarımın sayfaları arasında ekşiyen rutubet kokuları sinmiş. Düşüncelerini şeytana kaptırmışların  kelimelere dönüşen seslerindeki anlamları gülerek def ediyorum. Uzaklardan gelen  öfkelere belenmiş çürük sesleri almıyorum üstüme. Sahibinde kalsın, kalsın ki bir gün hatırlaması kolay olsun diye.

Ne garip bir  yaşam ki, zayıflar güçlüyü oynuyor sokak lisanları arkasına saklanarak. Karanlıktan korkup mezarlıktan geçemeyenler yiğitlik pazarlıyor meydanlarda. Yalnızlıkları anında  Allah diye  yalvarışta olanlar, kendisini inkar ederek Tanrı’yı inkara varıyor uyduruk bir kariyer yakalma peşine düşerek. Kendisi olamamış, kendisi olmanın insan olmak adına en önemli kavram olduğunun farkındalığını kavrayamayan, yağmurda şemsiyesini kaybetmiş beyinler için bir güneş açmasını isterim sadece. Kurak iklimlere serilmeli ıslak beyinler…

Ama bir duygusu vardır her insanın mutlaka. Türkülerin hançerini hep aynı acıyla hissedebilen bir koroyduk biz. Bir bağlamanın tınısında sızlayan yüreklerin  sızısı eynıyıdı mutlaka. Ama bir yerlerden kopan pıhtılaşmış kanlar duygu damarlarını tıkamış olmalı ki, bu yetilerin kontağı kapalı kalmış.  Kurnaz bir hikayeciyi oynayanlar da aslında rol satıyorlardı piyasaya. Öylesine güzel oynuyorlar ki rollerini, günde kırk defa tavaf edilen yalancı resimler vardı gölgelerde dans eden.

Hayat ne kadar kısa ama o kadar da çetin mücadelelerin meydanı. Her türlü desise ve silahın kullanılmasının mübah sayıldığı çirkin bir savaş meydanı haline getirilmiş. Oysa  güzelliklerin raks ettiği bir cennet yapılabilirdi. Koymadı insan egosu, doymadı insan nefsi ve enaniyet hep “benim” dedikçe bir kan nehri oluştu kevser akan vadilerde. Herkes hayalini gerçekle karıştırdı. Güç yakalandıkça, saygı bekledi, boyun eğilmesini istedi fani arzulara yenik galipler.

Oysa hayat gelincik tarlasında uçuşan bir çiçek tozundan başka bir şeye benzemiyordu. Sona varıldığında geride bırakılan yolların ne kadar da kısa olduğunu gören insan, “eyvah” diyebilecek kadar zamanı ne kadar arzu ederdi…

Ben şimdi sorguya çekiyorum yılları. Ve soruyorum ki geçti mi buradan bir ömür, nerede konaklıyor o şimdi? Han duvarlarına bir mısralık iz bırakabildi mi?

Kara günü görmedim çünkü ak gün nedir bilmiyorum.  “Gölge etme başka ihsan istemem” diyen bilge diyojen de bana kahkahalarla gülüyor.  Geç öğrendin derelerin denize aktığını, geç öğrendin taşın sert, inasın taş olduğunu…

Veysel Şensoy

05.03.2011  Bursa

Related Articles

1 Yorum

  1. Hayat o kadar kısa ve değerli ki bir kuş olup uçup gitmeden aldığımız her nefeste, attığımız her adımda, dilimizden dökülen her kelimede o kısacık ömrün değerini bilmek gerek. Baharda filizlenen bir gül gibi solup gitmeden hayatın anlamını, sevginin, sevmenin sevilmenin, vermenin ve dostlukların değerini bilmek gerek.
    Derler ki. Zaman ilaç gibidir insanı yontar. İyiyi kötüyü öğretir. Önemli olan da o zamanın içinde yaşadıklarından ders alabilmektir. Ama aynı zamanda zaman akan su gibidir. O akıp giderken ayakta kalmak istiyorsak sürükleyip götüremediği ağaçlar gibi kök salmalıyız toprağa. Bir kuş olup uçup gitmeden yüreğimize aldığımız, yüreğinde derin izler bıraktığımız gerçek dostlar bırakmalıyız arkamızda.
    İstediği zaman kapımızı çalacak, istediğimiz zaman kapısını çalacak gerçek gönül dostlarına.
    Böylesine insanlığın, dostluğun değerini bilen bir dostunda, yüreğimizde izler bırakan yazılarını okumakta onur verici.
    Bu konudaki hayat bana bir insanın gerçek dostunun yine kendisi olduğunu göstermiştir. (yüreğimizle yürüyelim ama mantığımızla karar verelim.)
    Sevgiyle kalın.
    Gönlü dostluğuna ve dostluklara açık insan.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

1,465BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
18AboneAbone Ol

Çok Okunanlar