23 Nisan 2024 Sal

ABDEST İBRİĞİNİN AĞIRLIĞI

Karşındaki gardolabının yerinde “abdest ibriği” hayali belirdi birden kafasında. Koskoca bir ibrik..Ağırlığı dağlar kadar..Mümkünmü onu kaldırmak? Her hücreye sinmiş miskinlik prangalarını söküp atmak, parçalamak kolaymıydı..?? 

 

***ABDEST İBRİĞİNİN AĞIRLIĞI***

 
 
Orta yaşlardaydı..İyi bir işi, kendine göre güzel bir çevresi vardı. Hayatın inişli yokuşlu ve virajlı yollarında, zaman zaman duraklama dönemeçlerinde mola vererek, zaman zaman da yolun dış hatlarını belirleyen şerit çizgisinin de dışına çıkarak yolunu şaşırsa da, karanlıklara batsa da, o dümeni aynı noktaya sabitlenmiş olarak yola geliyor, yolculuğuna devam ediyordu…
 
Günler gelip geçiyor, mevsimler değişiyor, küçük bebeler asker çağına geliyor, daha dün evlenen gençler bugün oğullarının sünnet davetine kart dağıtıyorlar, saçlarındaki siyah-beyaz dengesi hergün beyaz lehine biraz daha değişiyor, yüzünde beliren tecrübe çizgilerine ara sıra bir çentik daha ekleniyordu…
 
Bu sabah her zamanki gibi 7’de uyanmış, kahvaltısını etmiş, elbisesini giymiş, eşi ve çocuklarıyla görüştükten sonra işyerinin yolunu tutmuştu…Sosyal aktiviteden uzak, rutin ve monoton bir işgününün ardından, akranlarının kahvehanelere doluştuğu akşam saatlerinde evine gelmiş, yemeğini yemiş, çocuklarının ödevlerine yardım ettikten ve bir iki internete takıldıktan sonra yatağına uzanmıştı…Bedenen değil ama kafa yorgunluğunun etkisinden olsa gerek, yatar yatmaz derin bir uykuya dalmıştı…
 
        Tokat ovasından kopup gelen şafak rüzgarı, Niksara uğramış, Avruslu yokuşunu aşıp, Argan yaylasından şirin İlçe’nin sokak aralarına doluşmuştu…Taşlıdere’de hızını azaltmış, evlerin başladığı ilk noktadan, sokak sokak kapı kapı milletin zilini tatlı bir uğultuyla çalmaya başlamıştı…İşte bu vakitte müezzin efendi “Saba Makamında” sabah ezanını okumaya başlamıştı… “Haydin kurtuluşa..! Haydin kurutuluşa..! Esselatü hayrun minen nevm.. “Namaz uykudan hayırlıdır! Namaz uykudan hayırlıdır!”…
 
        Akşam derin bir uykuya dalan gözler, rüzgarın uğultusuna ve müezzin efendinin sabah ezanına, adeti olmadığı halde aralandılar…Kulaklar, seher vakti boşlukta yayılan ezan sesine odaklandı..Kulaktan giren nağmeler, yuvarlanarak büyüyen ateş topu gibi düştü gönül evine..Kıvılcım parçaları düştüğü yeri yaktı, dağladı..Buruk bir his girdi o kararmış yüreğine, nihayet dayanamadı iki damla yaş süzüldü gözlerinden…İlk defa böyle oluyordu..Ne olduğunu kendisi de anlayamadı, ancak; ilk defa yaşadığı bu duygu kendisine bir zevk sarhoşluğu verdi…Ezan rüzgarının doldurduğu gönül yelkeni; ruhu kanatlandırdı, kıble yönüne çevirerek Alemlerin Efendisi’nin ravzasının kapısının önüne bıraktı..Boynu bükük..iki damla yaş ile…Ben geldim ya Resulullah…ben geldim…gerçi yüzüm yok ama; kapınızı açarmısınız..?? Bana da ümmetim der sarılırmısınız…??? Yok yok ben bu devleti hak etmedim sabaha kadar kapınızda yatayım, üzerime basıp geçin…Ayağınızın bastığı bir tutam şanslı kum yığını da ben olayım dedi içinden….Ağladı…ağladı…hıçkırıklara boğuldu…Hiç ağlamadığı kadar ağladı…..
 
Bütün cümle alem dile geldi sanki, odada bulunan çalar saat, duvardaki işleme, pencerenin perdesi…”Kalk!” dedi..”Yatma kalk..!” Evet kalkayım, üzerimdeki miskinliği yeneyim dedi içinden..Ancak; hava serindi, yatak sıcak…Nefs ve Şeytan’ın çocukları üşüştüler üzerine miskinlik kisvesine bürünerek, her hücresine baskı yaptılar tonlarca ağırlığında…Yat diyordu..Yat…yatak sıcak, hava serin, su soğuk..Hem daha gençsin, yapacak bir sürü işin var…
 
Bu mücadele bir müddet devam etti. Karşındaki gardolabının yerinde “abdest ibriği” hayali belirdi birden kafasında. Koskoca bir ibrik..Ağırlığı dağlar kadar..Mümkünmü onu kaldırmak? Her hücreye sinmiş miskinlik prangalarını söküp atmak, parçalamak kolaymıydı..?? 
 
Yeniden doğrulmaya çalıştı, lakin sıcak yatak kendine çekiyordu..Bir türlü içindeki bir anlık hareketi yapamıyordu…İnsan ve onun ezeli düşmanı Şeytan’ın mücadelesi bütün hızıyla devam ediyordu..ki; İlahi kelamdan birşeyler hatırlayarak, kendine dayanak yapmak ve bu suretle düşmanını yenmeyi düşündü…İmdada Nisa 142’nci ayet yetişti…Münafıklar, Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Allah da onların bu çabalarını başlarına geçirir. Onlar,  namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı pek az anarlar.” ayeti çarptı yüzüne…Ben münafıkmıyım? diye geçirdi içinden..Hayır cevabını verdi yine kendisi..Öyleyse “tembel tembel” ayeti kimin içindi? Bu büyük bir güç verdi kendisine birazcık doğruldu yatağından… O doğruldukça kökleri derinlere işlemiş paslı miskinlik çivileri sökülüyordu bir bir…
 
Vücut doğruldukça üzerine çöreklenmiş karanlık ağ yırtılıyor, parçalanıyor yeni bir Güneş doğuyordu sanki…O doğruldukça; şafak aydınlanıyor lain şeytanın yüzü kararıyordu.. Birinin daha Allah’a yönelmesine dayanamıyor, hasetten kuduruyor…kahroluyordu… ve şu ayet tecelli ediyordu.. “Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) hiçbir zorlayıcı gücü yoktur. Onun zorlayıcı-gücü ancak onu dost edinenlerle, onunla O’na (Allah’a) ortak koşanlar üzerindedir. (Nahl Suresi, 99-100)”
 
Gerçek manada yatağından değil bir zilletten uyanıyor, kalkıyordu..Geçici dünya hevesini, hayal alemlerini, tembelliği, miskinliği ve en önemlisi de “SEN KALBİME BAK BENİM KALBİM TEMİZ” safsatasını elinin tersi ile itiyor, ebedi ve nurlu yol olan ukba alemininin sırlarını aralıyordu…
 
Sonra yapıştı kulpuna o ağır ibriğin…Haltercilerin, pehlivanların, babayiğitlerin kaldıramadığı, Cennetin anahtarı ibriği söktü yerinden..İbrik, kulpunu tutan şahsa itiraz etmedi..Bilakis; onu temizleyeceği için koşa koşa ve sevinerek gitti görevine..
 
Sonra sular döküldü gürül gürül…Sanki göklerden boşanıyor, pas tutmuş, kararmış yeryüzünü yıkıyordu…Eller, ağız, burun, yüz, kollar, baş, kulaklar ve boyun derken ayaklar nasibini alıyordu sırasıyla bu zemzem suyundan…Vücut azalarına değen her damla bir pası söküyor, yerine ahirette parlamak üzere tertemiz uzuvlar bırakıyordu…Su damlacıklarıyla birlikte, günahlar dökülüyor bir hidayet güneşi daha doğuyordu…
 
Darısı cümlemizin başına…
 
Bir ilahi:
 
Medine yoluna vardım,
Can Muhammed’i aradım…
O’nu görmekmiş muradım,
Medine’nin yollarında…Medine’nin yollarında…
 
Resulullah çağırıyor,
Gönül sanki çıldırıyor,
Bastığım toprak yanıyor
Medine’nin yollarında…Medine’nin yollarında…
 
Bu yol Medine’ye gider,
Gönülleri bir hoş eder,
Ne dert kalır ne de keder,
Medine’nin yollarında…Medine’nin yollarında…
 
                                 Y.Mürsel KARAYİĞİT
                                  09 Nisan 2009-Akkuş
                                  Saat:04:52

 

Related Articles

1 Yorum

Hasan İNCE için bir yanıt yazın İptal

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

1,465BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
18AboneAbone Ol

Çok Okunanlar