19 Nisan 2024 Cum

Bir Elif Miktarı Med Hayat

Hiçbir filiz kendi gölgesinden öte bir yerde ölümü tatmamıştır..” diyorlar. Bizim gölgemiz bile yok. Ey bahtsız beden gölgeni bile kaybettin, ruhun nerde? Bir Elif miktarı medlik hayatın nasıl da tufan sağnakları arasında kayıp gitti!

BIR ELIF MIKTARI MED HAYAT

Terlemeyi bile unutmuş yanık bedeniyle, susuzluktan çatır çatır çatlamış dudaklarıyla ve semaya  uzanan  dualarıyla “ bir damla denizi “ dileyen, bir mayısın bilinmez gününde ve vaktinde düşüyorum ucu yanık kağıt kokan sayfalara bu satırları..Vaveyla eden bir öğle vaktinde kızıl çollerin deli rüzgarlarında düşlerimi düvüyor grenit sertliğinde kum taneleri, bir nota düzeninde ve sürekli…Deli esen fırtınalara  inat başımı dik tutuyorum ve gün batışında çöl güneşinin  yangınlarına baka baka fısıltılar dökülüyor pas tutmuş dilimden salkım salkım,  dua dua…. Kulağıma Cennet şarkılarından bölümler haykırıyor, minare uçlarında ıslık çalan rüzgarın sesi ve huzuru mücdeliyor yankı yankı.

Yüreğinde yeşil çimen ve gürgen yaprağı kokusu, uzun yolların da bittiğini bilme çoşkusu kanat çırpıyor kulaklarımın duyularını okşayarak. Toprak kokan, çayır kokan, gürgen kokan türkülerin yüreğine akıyorum, onlar benim yüreğimi çalmadan.

Yollar vardır düz  ama aşılmaz, yollar vardır uçurumlara dost ve vahşi. Yollar vardır çakıllı ve dikenli ama huzur ve rafaha çıkar. perdeleri aralayıp bakmak, kalmamış dermanımla kapıları kırıp koşmak istiyor bedenim, ama şeytanın yalancı cennetine kanmış nefsimin hoyratlıkları ve bencillikleri yorgun bedenimle, ve engin ruhumla yaptığı savaşı galip bitirmekte hep.

Ellerimde yangın yeri gibi tüten bir şiir hikayesi var mısri’den okumaya çalıştığım. Şiirin yangını ile tutuşmuş kitaplar  alev alev gölgelerimi geçmişe savuryor, alay ederek benliğimle. Çığlıklar dökülüyor  tuz kurusu dudaklarımdan dört elif miktarı med.  Ah ki ah,  dallarında bir “ Elif “ miktarı huzur, çiçeklerinde  taze umutları taşıyan “gül-i râna’nın” bir tutam mutluluğunu vaad eden geçmiş, olduğum gelecekten utanıyor şimdi. Şansıma güvenerek seçtiğim yolun, bahtım diyerek açıklamasına sığınmayan kalbimdeki feryad-ı figandan inileyen dağlarda umutsuz dualarımın hüzünü dolaşıyor.

Niyazi Mısri gibi gönülsüz sürgün yerine, gönüllü sürgünde külleniyor közlerim. Mısri gibi  yazmayı bilmese de beynim,  Mısri gibi bir alimi okuma ferahlığı ve mutluluğunu kucaklıyorum dolu dolu. Ben mısri’yi bilirim  ama mısri beni bilmez.  Oysa mısralar beni anlatır.

Nadanı terk etmeden, yaranı arzularsın
Hayvanı sen geçmeden insanı arzularsın
Men arefe nefsehu kad arefe rabbehu
Nefsini sen bilmeden Sübhan’ı arzularsın

Sen bu evin kapusun henüz bulup açmadan
İçindeki kenz-i bipayan’ı arzularsın
Taşra üfürmek ile yalınlanır mı ocak
Yönün Hakk’a dönmeden ihsanı arzularsın

Dağlar gibi kuşatmış benlik günahı seni
Günahını bilmeden gufranı arzularsın
Sen şarabı içmeden serhoş-u mest olmadan
Nicesi Hak emrine fermanı arzularsın

                               Cevzin yeşil kabuğunu yemekle tad bulunmaz                           

Zahir ile ey fakih Kur’an-ı arzularsın
Gurbetliğe düşmeden mihnete satışmadan
Kebap olup pişmeden püryanı arzularsın

Yabandasın evin yok bir yanmış ocağın yok
Issız dağın başında mihmanı arzularsın
Ben bağ ile bostanı gezdim hıyar bulmadım
Sen söğüt ağacından rumman’ı arzularsın

Başsız kabak gibi bir tekerleme söz ile
Yunus’leyin Niyazi irfanı arzularsın

Tedavülden kalkmış uzun bir ömrün bilançolarında “zarar” yazıyor,  lambaları sönmüş mahyalar gibi hüzün ve yalnızlık dolu. Yüz bayram görmüş gözüm, kaç bayram bir elif miktarı  güldüğünü, hatrılar mı yüzümün? 

Camdan gemilerimde  kaptan köşküne perdeler çekmeye çalışan iyi gün dostlarının, aldattıkları kalbimin her parçası, bir avuç deryanın en derin yerlerinde  tuz buz olarak saçılmış pişmanlıkları ile kim heybesine doldurup da, tövbekar dergahına yunus odunu yapabilir ki şimdi? Boşa bekleyişlerimi bir umut  süslemeye şalışıyor kırmızı kurdelalar takarak…

Karanlıklarıma bir göz gerek. Annemin secde yeri aşınmış seccadesinin yönünü dündüğü kıblesini analatacak bir dil gerek bana. Ellerinde huzur filesi ile gelen, geçtiği yerlere mutllukları döken, dökülenler için mesut olan ve arkasına bakmayan bir öz gerek bana. Bir dost… Belki bir dost gerek… Olduğunu bildiğim ama yerini bulamadığım dost…

“Hiçbir filiz kendi gölgesinden öte bir yerde ölümü tatmamıştır..” diyorlar. Bizim gölgemiz bile yok. Ey bahtsız beden gölgeni bile kaybettin, ruhun nerde? Bir Elif miktarı medlik hayatın nasıl da tufan sağnakları arasında kayıp gitti!..

İnile ey dertli gönül inile
Ehl-i derdün inliyecek çağıdur

Gel tımar et yaranı sen ışk ile
Yaralarun onulacak çağıdur

Veysel ŞENSOY

20.05.2008 Katar

Related Articles

3 YORUMLAR

  1. Bu yazıya diyecek yok. Yazı dediğin insanın kalbini yerinden oynatacak, insanın dini ve insanlık duygularını volkan gibi dışa vuracak. Hep gecmişe özlem neden biz yaşayamıyoruz. Dememekki var bir hatamız. Bu yazı tek bir kelime ile MÜKEMMEL saygılar.

  2. MURAT KARDESIM, YENI ISINDE BASARILAR DILIYORUM. TESEKKUR EDIYORUM. BIR BASKA SURGUNDE GORUSMEK UZERE DIYORUM. BIR ELIF DIYECEK KADAR KISA OMRE SIGDIRILAN ONCA AYRILIKLARIN SON BULMASI DILEGIMLE…

  3. Sayin Mudurum,
    Bizim gibi gurbet ceken yani gonullu surgun de yasayanlarin hislerini gene leziz bir dille anlatmissiniz. Sizin her yazinizi okudugumda, boyle bir yurekle tanismis olmanin mutlulugunu yasiyorum kendimi sansli hissediyorum. Yureginize saglik.. Insallah gurbet gezegeninde biryerlerde tekrar birlikte olmak dilegiyle..

    Murat
    ANTALYA

Murat GUL için bir yanıt yazın İptal

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

1,465BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
18AboneAbone Ol

Çok Okunanlar