29 Mart 2024 Cum

Ordu-Akkuş ve Salman’nın Kürtürel Tarihçesi

Ordu İli Akkuş İlçesine bağlı Salman Kasabasına geçmeden evvel biraz Ordu’yu tanımakta fayda olacaktır. Sitemiz İstanbul Muhabiri Tahsin ÇAYIROĞLU’nun Kaleminden

 

ORDU-AKKUŞ VE SALMAN’IN KÜLTÜREL TARİHÇESİ

 Bu çalışmam aslında Salman ve Çayıruşağı makelesinin birinci kısmını içermektedir. Akkuş ya da Salman olsun tarihçesi hakkında özellikle de Osmanlı dönemine ait tarihlerle alakalı bilgiler oldukça sığdır. Ben de bu konu ile on yılı aşkın zamandır alâkadarım ve bu çerçevede edindiğim bilgileri kayıt altına alaraktan en azından küçük de olsa bu konuya katkı sağlayacağını ümit ederek siz değerli okuyucularımla paylaşmaktan onur duyacağım..

Bu makalede de görülecektir ki kültürel temellerimiz Ordu, Ünye, Niksar, Erbaa, Salıpazarı, Çarşamba’nın tesiri altındadır. Kısaca bir yanda Doğu ve Orta Karadeniz, diğer yanda Tokat aracılığıyla Orta Anadolu, öbür yanda da Sivas yoluyla da eski Türk geleneklerinin bir sentezidir. Dilimiz aynı şekilde bu coğrafyanın da bir aksîdir. Türkçe’den başka ikinci bir dil ya da lehçe kesinlikle bilinmemektedir.

Bu çalışmam bir nebze olsun yarar sağlayacaksa bahtiyarım demektir.

 ‘’Gümüş kemer ince belinde,

Eğlenme yâr pazar yerinde.

Oyalı da mendil elimde,

Kavlimiz var alma dibinde.

Salman’ın yolları yokuştur,

Güzelin nazarı pek hoştur.

Emine’min sarı saçları,

Şu Ordu’nun içinde yoktur.

Gürgenin dalı pek m’olur,

Yârin sevdiceği tek m’olur.

Uludüz’den aşboğaz gelir,

Acep el kızı dönek m’olur.

Salmanbaşı sistir seçilmez,

Gelin yüzü tüldür görülmez.

Çayıroğlu’na el değmesin,

Aşk yarası hardır geçilmez.

         Salman ve dolaylarının özellikle de aşağı tarafların tarihini bir hayli geriye götürmek mümkündür. Buna kanıt olarak ise yörede bulunan Rum mezar kalıntıları gösterilebilir ancak bu yapıların neredeyse hepsi gömü arayanlar tarafından tahribata uğramıştır. Ayrıca define haritaları da buna kanıt teşkil etmektedir. Diğer yandan dayanıklı malzemeden bir kanıt aramak nafiledir çünkü ahşap malzemenin bolluğu diğer maddelerin kullanımını gerektirmemiştir. Ancak arkeolojik kazılarla çok fazla olmasa da bazı kalıntıların izine rastlanacağı sanılmaktadır. Buna mukabil ecnebi unsurların yöreden ne zaman ayrıldıkları meçhuldür çünkü bu yakın bir zamanda olmadığı kesindir.

Ordu İli Akkuş İlçesine bağlı Salman Kasabasına geçmeden evvel biraz Ordu’yu tanımakta fayda olacaktır. İl topraklarını Canik ve Karadeniz dağlarından akan akarsular sulamaktadır. Turna Suyu, Melet Irmağı, Akçaova Deresi, Bolaman Irmağı, Ceviz Deresi, Curi Deresi ve Karakuş Deresi gibi.. Karagöl Dağı’nda küçük buzul gölleri, Fatsa’da Gaga Gölü ve Ulubey’de Ulugöl başlıca göllerdir. 2006 yılı itibari ile nüfusu 900,000’dir.

İlin jeolojik yapısını, II. zamanda oluşan lavlarla, kuzey batı ve güney doğu yönlerinde uzanan volkanik kütleler meydana getirmiştir. İl toprakları II. ve III. zamanda oluşmuştur. Aybastı ve Gölköy yöresinde kömür yatakları, Gölköy’ün tektonik çöküntüsüyle sahil IV. zamanda alüvyonlu toprakla örtülerek düzlük oluşturmuştur.

İlin ekonomisi tarım, hayvancılık, balıkçılık ve küçük sanayiye dayanır. Fındık üretiminde birinci sırada gelen Ordu bal üretiminde de önemli bir ağırlığa sahiptir.

M.Ö. 17. yüzyılda Kaşkalar’ın yurdu olan bu topraklarda M.Ö. 7. yüzyılda Miletliler koloni kurmuştur. Burada Kotyora olarak kurulan bu koloninin yeri bilinmemektedir. Daha sonraki asırlarda Hitit egemenliğinden sonra Frigler, Medler, Persler yöreye hakîm olmuştur. M.Ö. I. asırda Romalılar’ın Pontus Krallığı’nı ele geçirmesinden sonra yöre Doğu Roma İmparatorluğu’nun hakîmiyetinde kalmıştır. Türklerin Anadolu’ya gelmesinden sonra buraya hakîm olan Pontus Krallığı ile mücadele başlamış ve önce Danişmentliler’in eline geçen bölge sonra Anadolu Selçuklular’ının eline geçmiştir. Selçuklular’ın zayıflamasından sonra merkez Niksar olmak üzere bölgede Tacettinoğulları Beyliği hüküm sürmüştür. Sivas Hükümdarı Kadı Burhanettin ile mücadele eden beylik Yıldırım Beyazıt’ın Kadı Burhanettin’i yenmesinden sonra Osmanlı hizmetine girdi ve 1428 yılında da tamamen Osmanlı Devleti’ne katıldı.

Osmanlı döneminde baş gösteren Celali İsyanları burada da olmuş ve Sivas beylerbeyi İlyas Paşa tarafından bastırılmıştır.

1913 tarihli tahrir defterlerinde Ordu 20 nahiyeden mürekkep ve adı Kaza-i Bayramlu olan bir merkezdi. 1805 senesinde Şebinkarahisar Sancağı Erzurum’dan alınmış ve Ordu, Gölköy ve Bulancak nahiyeleri ile beraber Trabzon’a bağlanmıştır. 1831’de ise Fatsa hududundan itibaren Ordu, Ulubey, Gölköy, Mesudiye, Aybastı Erzurum Eyaletine bağlı Şebinkarahisar Livasına; Fatsa, Ünye, Akkuş Canik (Samsun) Livasına bağlanmıştır. 1871’de yapılan idari değişiklik ile Ordu Kazası merkez olmak üzere Perşembe, Bolaman, Aybastı, Gölköy, Ulubey nahiye yapılmışlardır. 1920 yılına kadar Trabzon Vilayetine bağlı bir kaza olan Ordu 1923 yılında il yapılmıştır.

Tarihi eserleri arasında; Fatsa’daki Bolaman Kalesi, Cıngırt Kalesi, Ünye’de Ünye Kalesi, Mesudiye’de Miletos Kalesi, Kaleköy Kalesi, Kayaköy Kalesi, kaya mezarları, Gürpınar Köyünde kaya mezarları, Konacık Kaya Mezarları, Rum kiliseleri, Akkuş’ta Kevgir Kalesi, Gölköy Kalesi, Taşbaşı Kilisesi, Düz Mahalle Kilisesi, Yason Kilisesi, Kemer Köprü, İbrahim Paşa Camii (19. yüzyıl), Hamidiye Camii (1891), Aziziye Camii, Orta Camii, Kirazlimanı Çeşmesi, Osmanbey Çeşmesi, Selimiye Camii (1926), Konstantin Çeşmesi, Ünye Şeyh Yunus Türbesi gibi..

Yöreye Türk göçlerinin de ne vakte rastladığı net olarak bilinmemektedir. Ancak tarih ilminden hareketle yöre erken dönemde Türklerin eline geçmiştir. Nitekim gemi yapımı için gerekli ağaçların temini için yöreye sık sık gelindiği bilgiler dahilindedir. Yine eski adı Karakuş olan Akkuş kazası Osmanlılar devrinde avcı kuşlarının yetiştirildiği mekân olmasından münasebetle adının Karakuş kaldığı sanılmaktadır. Başka rivayete göre de buraya gelen insanların kara kuşlardan başka bir şey görmemelerinden dolayı bu ismin kaldığıdır. Bir başka teori ise kışların sert geçmesinden ötürü adının Karakuş olduğudur. Başka hatırlatılması gereken husus ise Argan Yaylası’nda bulunan ve halk arasında Kırkkızlar olarak efsaneleşen Kırgızlar Mezarlığı’nın Kırgız Türklerine ait olduğu belirtilmektedir. 1850-92 yılları arasında Sivas vilayetinin Samsun sancağına bağlı Karakuş isminden bahsolunur. 1892-1920 yılları arasında Karakuş bucağı Samsun ilinin Ünye kazasına bağlıdır. 1920’de (69 sayılı kanun) Ordu il olunca Karakuş, Ünye kazası ile bu ile dahil olmuştur. 1954’te 6326 sayılı kanun ile Karakuş ilçe yapılarak Akkuş adını aldı. Yine türkülere konu olan ve Gürcü beyine karşı ayaklanan Hekimoğlu İsmail’in Ünye ve Niksar yolu üzerinde mekik dokunduğundan söz edilir;                                     

Hekimoğlu

‘’Hekimoğlu derler benim aslıma

Aynalı martin yaptırdım da (narinim); kendi neslime.

Hekimoğlu derler bir ufak uşak,

Bir omuzdan bir omuza (narinim); on arma fişek.

Bugün günlerden pazardır Pazar,

Çitlice muhtarı (narinim) pustluklar kurar.

Ünye Fatsa arası Ordu da kuruldu,

Hekimoğlu dediğin de (narinim); o da vuruldu.

Konaklar yaptırdım döşetemedim,

Ünye Fatsa bir oldu da (narinim); baş edemedim.

Konaklar yaptırdım mermer direkli,

Hekimoğlu dediğin de (narinim); arslan yürekli.

Bahçearmut dibinde kaymak yedin mi,

Hekimoğlu’nu görünce (narinim); budur dedin mi?’’

Yukarıdaki kısa izahattan sonra büyüklerin rivayetlerine göre yöreye göçlerin sebepleri arasında ortak noktalar şöyledir; Büyük savaşlar – bunlardan zannediyorum Balkanlar ve Kafkaslardaki bozgunlar kasdediliyor.-, eşkıya baskınları, sıtma hastalığı, kanun kaçakçılığı gibi..  Mesela, Kement uşağının Erzincan taraflarından Bafra’ya ve oradan yüksek kesimlere yani bu yöreye hicret ettikleri nakledilir. Kavaslardan olan Çayıroğulları ise Sivas’tan Erbaa ve oradan Salman’a gelmişlerdir.  Ancak öbür yandan eski tarihlerde büyük zelzeleden bahsolunur bunu da dikkate almak gerektiği kanaatindeyim.

Kültürel bakımdan yöre Tokat, Samsun, Ünye ve kısmen Doğu Karadeniz kültürünün etkisi altında    kalmakta ve bu  bir sentez niteliği arzetmektedir. Buna misal verecek olursak birkaç konuşma şeklini vermek istiyorum; ‘ neyi bekliyen gel dâ ayın’, ‘ haçan geldin gız işin bitti mi yosama !’, ‘bereketli olsun ecim, bu çımıkda mal mı güdüyen’, n’apak hiyol işte, ben bakıyam bu yetime, çol çocoğun içinde irdüçte galdı’, ‘ he agam bu benim ahar beşiğm heç peşimden ayrılmıya n’apak işte!’ gibi geniş bir yöreyi kapsayan bir ağız şekli vardır. Öbür yandan bundan 60-65 yıl önce mısır ekme zamanlarında alevi dedelerin Salman’a geldikleri anlatılır. Saçı, sakalı ve bıyığı birbirine karımış vaziyette olan bu dedeler bereketli olması amacıyla besmele ile tarlaya ilk tohumu atarlarmış.

Yöre folklorik bakımdan ise çok zengin değildir, bunun temel nedeni ise güçlü bir geçmişten yoksun olmasında aranabilir öte yandan Karadeniz’in tipik yerleşim biçimi olan dağınık yerleşmenin de payı olsa gerek. Bununla beraber pıtık oyunu denen misket havaları, davul zurna havaları, zemah (semah), horon karışımı halay başlıca oyun figürleridir. Müzik dinleme zevki bakımından kuzey Tokat havaları, Samsun türküleri, Ordu havaları, Doğu Karadeniz havaları beğenilir.

  Ordu’nun dereleri

‘’ Ordunun dereleri aksa yukarı aksa,               

Vermem seni ellere Ordu üstüme kalsa.

                                        Sürmelim Amman

Oy Mehmedim Mehmedim sana küstüm demedim,

Beni sana geçmişler vallahi ben demedim.

                                          Sürmelim amman.

Ordunun dereleri kara yosun bağlıyor,

Kalk gidelim sevdiğim annem evde ağlıyor.

                                           Sürmelim Amman

(Nakarat)

Oy bağlamam bağlamam zerdali dalı mısın

Garip garip çağlarsın benden de dertli misin

                                            Sürmelim amman. ‘’

(Nakarat)

                                                                                                                                                    

           Çarşamba’yı sel aldı                 

‘’ Çarşambayı sel aldı, bir yar sevdim el aldı.       

Keşke sevmez olaydım elim bağrımda kaldı.

Oy ne imiş ne imiş, kaderim böyle imiş..

Gizli sevda çekmesi, ateşten gömlek imiş.

Çarşamba yollarında kelepçe kollarımda,

Allah canımı alsın o yarin kollarında.

      (Nakarat)

Çarşamba yazıları, körpedir kuzuları,

Allah alnıma yazmış bu kara yazıları.

      (Nakarat)’’ 

Başındaki yazmayı

‘’Başındaki yazmayı da, sarıya mı boyadın,

Neden sarardın soldun da, sevdaya mı uğradın.

Tokat’tan mı geliyon da, kız sen Almuslu musun,

Ben seni alacağım da, söyle namuslu musun.

İşliğinin düğmeleri, sıra sıra nakış yar,

Kurban olam boyuna da, o ne biçim bakış yar.

Yola yolladım seni de, yollar yormasın seni,

Hızır elinden tutsun da, bize yollasın seni.’’aşıni yazmayı da

Diğer yandan klasik Anadolu kültürünün mühim bir tesiri vardır. Televizyon programları ile Anadolu’nun diğer kesimlerinin gösterilmeye başlanması başka yörelerde de aynı özelliklerin taşındığını göstermekte ve bu da halkımızda hayranlıkla beraber ortak hislerin paylaşıldığı gururunu tattırmaktadır.

        Eskilerin kıyafetleri arasında işlik, önlük, püsküllü kuşaklar, yelek, köstek, dolama, fistan ve şu an itibariyle hatırlayamadığım kıyafetler mevcuttur. Mesela, gelin giysisine bakarsak şöyle betimleyebiliriz; etekçek denilen işlemeli, pullu, sarı şeritli al kadife elbise, üstüne geçirilen işlemeli ve sarı şeritli yeşil işlik, bele sarılan saçaklı ve püsküllü rengarenk kuşak, kuşağın üstüne işlemeli beyaz mendil ve mendilin yanına boncuktan işleme kese takılır. Alın önüne düşen işlemeli ve boncuklu çeki, başa beyaz çenber ve onun üstüne sarı bürük örtülür, yüz ise işlemeli yeşil yaşmakla kapatılır. Düğünü iki tarafça itibar gören kâhya denilen bir kişi idare eder. Gelinin kucağına erkek çocuk oturtulur. Sonra gelin kayın evine girerken şeker, leblebi ve diğer yemişlerle karışık çeşni gelinin başından dökülür. Gelin kaynanasını eşikten kaldırır ve başka tarafa oturtturur sonra eşiği yağlar vs adetleri vardır. Düğünler ise 3 gün 4 gece sürer ve ilk gece kına gecesi olur. Birinci gün gelin düğünü, ikinci gün güvey düğünü ve üçüncü gün aşboğazla (gelin çeyizi) beraber kız almaya gidilir. Gelinin erkek kardeşi yine ön plânda olup kuşak bağlama, sandığa oturma ve atı damadın babasına teslim etme gibi adetler mevcuttu. Kadın erkek gece düğünü hariç beraber hareket ederler ve düğün sonrası dünürler arasında kavum denilen kaynaşma davetleri olur bu arada gelin ve damat el öpmek için aile büyüklerini ziyaret ederler.Yukarıda naklettiklerim sadece aklımda kalanlar olup aslında bu konu başlıca bir inceleme gerektirmektedir. Öte yandan mesela, guguk kuşu teması vardır. Hıdırellez zamanı meydana çıkan bu kuşun acıklı hikayesi vardır güya, yavrusunu aramaktadır diye tabir olunur, iki ay kalan bu kuş bir sene sonrasına kadar ortadan kaybolur. Mayıs ayının muştusu Hıdırellez şenlikleri önemli yer tutar. Diğer yandan yeni doğan erkek çocuk için kavak ağaçları dikilmesi yine ilk çocuk için yakın hısımların meyve ağacı hediye etmesi.. Cenazelerde ölünün birinci, ikinci ve üçüncü dereceye kadar hısımlarının ölü arkasından ağıt yakmaması dananır (ayıplanır). Cenaze namazından sonra ıskat çevirme denilen ölü için para dağıtılır. Ölen kişinin mezarı kapandıktan sonra hoca efendinin mezar başında dini sual ve cevapları anımsatıp niyazda bulunması. Ölü evinde 3 gün yemek yapılmaması. Mevtanın Karasının, Cumasının, Haftasının, Kırkının, Elli ikisinin ve Yılının davet olarak edâ edilmesi. Yeni doğan çocuğun yirmisinde ve kırkı gününde kırklanması ve kırkı çıkana kadar yalnız ve karanlıkta bırakılmaması, bebeğin perilerden korunması için alcı bacıya allattırılması. Nazara karşı muska taşınması, hastalığa karşı hamalyû yazdırılması ve taşınması. Kötü ya da ayıplanası bir olay karşısında öğsü (odsu) çevirmeleri ( bu Anadolu’da tahtaya vurma şeklindedir.) Tekke adetinin bulunması. Rahatsız olan kimse tekkeye götürülür saçından bir tutam kesilir ve beze sarılarak ağaca bağlanır, kan akıtılır, tuz ve ekmek bırakılır, salavat getirilir dua edilir ve dilekte bulunulurdu. Allamak denen adet ise kurşun dökme ile yapılır, kurşun dökme ve allama yapanların seleflerinden el almaları gerekmektedir onun için bu adeti çok eskilere kadar bir silsile halinde götürmek mümkündür. Al alınırken; ‘selamün aleyküm aleyküm selam,nerden geliyon nere gidiyon, al almadan geliyem al almadan gidiyem, kes gitsin’ denir ve bir tutam saç kesilir.. Başka bir adet Ramazan ayı çıkarken kapıdan uğurlanması. Diğer eski bir adet ise gelinlerin kaynata ve büyük kayınlarına karşı yaşmak çekmesidir. Öte yandan eskilerin ‘ey tanrım Allah’ diye yalvarmaları yine bilhassa kadınların ‘ey gözünü sevdiğim Dedem’ sonra ‘Allah yukarda’ diye Allah’a yalvarma ve yakarışları örnek gösterilebilir.

          Eski zamanlarda fakr-u zaruret iççinde olan halkın yolu yoktu ve dolayısıyla kasaba ve şehirlerle münasebet de asgari sevideydi. Yol ancak Akkuş’a Kereste Fabrikası açılması ile ormanın taşınması amacıyla gelmiştir. Yol sayesinde halkın yaşamı kolaylamış ve ticareti atmış olmasına rağmen de orman önemli ölçüde yok olmuştur. Yol ancak 1960’lar ile gelebilmiştir. Daha evvelinde kendi yağında kavrulan halkın geçimi bağ ve hayvancılıktan çok az da olsa ticaretten sağlanıyordu. Halkın kendi içinde takas ekonomisinin geliştiği onun yanında ise paranın az kullanıldığı görülür. Köğlek denilen sırt sepetleri ile halktan yumurta, yağ, yün, kendir tohumu ve tavuk toplanır ve karşılığında Erbaa, Ünye ve Çarşamba’dan temin edilen boncuklar ve işlemeler veriliyormuş. Toplanan bu zirai ürünler de başta Erbaa olmak üzere Ünye ve Çarşamba’da satılır karşılığında tuz ve gazyağı alınıyormuş. Daha sonraları tuz ve gazyağına çay ve şeker de eklenmiştir.   

Yöremizden bazı mani ve türkü örnekleri olarak şunları gösterebiliriz;

‘‘Fırın üstünde pıtırak,                        

Gelin kızlar oturak.                             

Oturmaktan ne çıkar,                          

Evlenekte kurtulak.’’  

 

‘‘ Fırın üstünde çiçek,  

Orak getirin biçek.   

O da çiçek bu da çiçek,

         Hangisinden vazgeçek.’’

 

         ‘‘Fındık dalda tekleme,

         Kız saçların ekleme.

         Ben bu dertten ölüyom,

         Beni boş yere bekleme.’’

 

‘‘Teveklikte üzüm var,                         

Eminem sende gözüm var.                    

Seni alamazsam eğer,                           

Aramızda ölüm var.’’                           

 

‘‘Bahçaya gel bahçaya,                        

Kuru fındık bulursun.                           

Alacaksan al beni,                                 

Sonra pişman olursun.’’ 

 

 ‘’Kundurası ak yarim,  

Dön de bir bak yarim,   

Sen urada ben burada, 

Ölüm bize hak yarim.’’

 

‘’ Cigarayı yak oğlan, 

Kapımdan geç oğlan.

         Beni sana vermezler,

         Bu sevdadan geç oğlan.’’        

 

          ‘’Cigarayı yaktırdım,                            

 Pencereye kondurdum.                          

 Yarin uyuyan gözlerini                          

 Öptüm de uyandırdım.’’                       

 

‘’Şu dağda ot bitmez mi,                         

Süpürseler gitmez mi,                               

Bir delikanlı şapkası,                                

On beş kıza yetmez mi?’’

 

‘’Çay benim çeşme benim, 

Peşime düşme benim, 

Seninle dalga geçtim,   

Sevdiğim başka benim.’’

 

‘’Armut dalda sallanır, 

 Sallandıkça ballanır,   

Oğlan padişah olsa, 

Gene de kıza yalvarır.’’       

 

‘’Kaş başında kalmışam,                          

Kan uykuya dalmışam,                             

Yazık benim aklıma,                                 

El kızına kanmışam.’’                               

 

‘’Armut daldan düşer mi,                           

Günden yana pişer mi,                               

Sevip sevip ayrılmak,                                

Şanımız düşer mi?’’    

 

‘’Salman yaylasına çıkarım,

Uludüz’e çadır açarım, 

Yazıver kâtip arzu hâlim, 

Vefasıza selam salarım.’’                         

Eskilerin Efiloğlu diye tabir ettikleri ve Niksar Yöresine ait olan bu türkü adeta Akkuş ve yöresi ile bütünleşmiştir. Yörede oldukça meşhur olan türkünün başına Akkuş’un gürgenleri mısrası eklenerek türkünün adı bu şekilde yeni nesle nakledilmiştir. Akkuş’a nazaran Salman tarafında daha ağır söylendiği için bu usule Salman Havası denir.  

         Efiloğlu Türküsü (Akkuş’un gürgenleri)  

‘‘Şu Akkuş’un gürgenleri yıkılmadı mı,

Yar üstüme yar sevmeye sıkılmadı mı.

Şu karşıki tarlayı da kime kazdırdın

Gönderdiğin mektupları kime yazdırdın

 

Kel tepenin taşlarını koyun mu sandın,

Sevip sevip ayrılmayı oyun mu sandın.

Yavaş yürü tombul gelin topukların görünsün,

Ben aklına geldikçe de yüreklerin bölünsün.

 

Telgrafın tellerine kuşlar mı konar,

İnsan sevdiğine bi denem böyle mi yanar.

Üç aşağı beş yukarı salla da mendili,

Demedim mi gülüm sana tanıt kendini.

 

Alçaklardan götürün de benim salımı,

Düşmanlarım bilmesin benim halımı.’’           

Yerleşim şekli tamamen Karadeniz’in coğrafik özelliklerini yansıtmaktadır. Toplu yerleşim sadece kasaba ve şehir gibi meskenlerdedir. Binalar şu an itibari ile betonlaşma yönündeyse de hala büyük nispette ahşap yapılaşma önemli bir yer işgâl etmektedir. Her evin ahırı, kümesi , sereni –ambar-, hamamı (eskilerde hamam ve tuvalet evlerin dışında inşa edilmekteydi.), köpek kulübesi, samanlığı ve sap-ekin öbekleri mevcuttur yani bir hane bu yapılarıyla sanki küçük bir köydür. Su problemi söz konusu olmadığından çoğunlukla her haneye göz dedikleri pınarlardan hususi suları evlerinin önlerine akmaktadır. Yöre orman bakımından oldukça zengin olup kış mevsimi hariç her mevsim yeşil ve maviden ibarettir.

 Havalar zaman zaman çımık denilen sisli bir havaya sahiptir onun için sulama meselesi yoktur. Zaten bitki ziraati de buna uygun olup bu ürünler çoğunluğu teşkil etmesi bakımından sırası ile mısır, pancar, fındık, fasulye, arpa, patates ve meyvenin neredeyse her çeşidi yetiştirilmektedir. Ancak arazilerin dağlık olması ve toprakların sığ olması hasebiyle verim kalitesi fazla olmadığından halk gurbet destekli geçimlerini temine mecburdur. Ayrıca tarımda makine kullanımının kısıtlı olması daha fazla emek gerektirdiğinden zahmet arz etmektedir. Bu ve başka sebepler geçim sıkıntısıyla beraber göçü hızlandırmaktadır.

1988 yılında belediye olan Salman köyü 1968’de çarşı olmuştur. Salman’da Pazar kurulmasında Yanbaklar denilen Yanbak karısı Emine bacının ve çocuklarının ucuz arsa temin etmeleri de büyük rol oynamıştır.Ancak Salman’a maddi manada büyük hizmeti geçenleri sıralarsak şayet şöyle bir netice meydana çıkacaktır;

1)Salmanbaşı İlkokulu ve lojmanının arazisi Durmuş Gök (Değirmenciler) tarafından verilmiştir (ücretsiz).

2)Orman Binalarının arsaları Durmuş Gök (Değirmenciler) tarafından verilmiştir. (ücretsiz).

3)Karakol Binası ve Köy Konağı arsaları Çayıroğulları (Necipgil) tarafından verilmiştir (ücretsiz).

4)Belediye (Lise) Binası Çayıroğulları (Necipgil) tarafından verilmiştir (ücretli).

5)Cami ve Kur’an Kursu arsaları Çayıroğulları (Sabrigil) tarafından verilmiştir (ücretsiz).

6)Biçin Mezarlığı arazisi Çayıroğulları ve Rıza Hoca tarafından tahsis edilmiştir (ücretsiz).

7)Biçin Kooperatifinin yeri Çayıroğlları tarafından verilmiştir (ücretli).

8)Salman İlköğretim binasının arsası Çayıroğulları (büyük kısmı Necipgil birazı Şükrügil ve azı Rıza Hoca) tarafından verilmiştir (ücretsiz).

9)Eski Su Deposu arsası Çayıroğulları (Muratgil) tarafından verilmiştir (ücretsiz).

10) Yeni su Deposu ve Belediye Binası arazisi Çayıroğulları tarafından verilmiştir (ücretsiz).

11)Pazar Yeri Çayıroğulları (İnce Memetgil) tarafından verilmiştir (ücretli).

12)Köy Çeşmesi (?).

13)Sağlık Ocağı ve lojmanları arsası Çayıroğulları (Necipgil) tarafından verilmiştir (ücretsiz).

         Salman’ın çarşı olmasıyla beraber civar köy ve mahallelere göre hızlı bir gelişme göstermiştir. Mesela, Salman’dan daha kadim bir yerleşime sahip olan Akpınar’daki (Kuzköy) karakol Salman’a taşınmıştır. Diğer yandan çarşının Dağyolu Köyüne kurulması karalaştırılmışken Dağyolu’nun bu işe gönülsüz yaklaşması Salman’ı geliştirmiştir.  Bu gelişmede Salman halkının özverisinin yanında bulunduğu konum da buna imkân tanımıştır. Salman, civar köylerin ortasında olması hasebiyle tabii bir avantaj elde etmiştir. Salman’a ilk işletmeyi tuz dükkânı şeklinde açan demirci ustası Murat Usta ve ilk kahvehaneyi açan Hüseyin Kement (Şapkanın Hüseyin) olmuştur. Salman’a ilk araba getirenler ise Sabri Çayıroğlu (Çolağın Sabri), Şevki Ayyıldızoğlu (Kürt Şevgü), Uzun Osman, Osman Kement (Sabri Osmanı), recep Zoroğlu (Recep Hoca) ve Ali Kement (Saralli)’dir ve yolculuk kamyonla yapılıyormuş.

Salman’ın adı üstünde ise neredeyse tek bir görüş vardır; üç kardeş olan bu kişiler sırası ile Sefer, Sefer’liye; Halil, Haliluşağına ve Selman ise Salman’a yerleşerek kendi adlarının bakîleştirmişlerdir. 1961’lere kadar ilçeden gelen heyet tarafından belirlenen muhtarlar tarafından idare edilen Salman’ın o zamanki muhtarları sırası ile Tâhir efendi, Remzi efendi, Şaban efendi ve Ali Gök’tür. Tabii demokratik olmayan bu yöntem neticesinde halkın üzerinde bir baskı oluştuğundan bahsedilir. Salman Kasabası olan merkez daha evvel Salmanbaşı olarak anılmakta idi. Salman olarak tabir edilen yer Yardibi’nden  Memetgil Sokağı denilen mevkiye kadar olan alandı.

Salman’da yaşayan ahali ise çevre kent ve köylerden göç etmişlerdir. Bu kentler arasında Tokat’ın Erbaa ve Niksar ilçeleri, Akkuş, Çarşamba ve Salıpazarı ve köyleridir. Salman’da yaşayan insanların soy isimleri genel olarak; Çayıroğulları, Çakıroğulları, Kementoğulları, Sakallılar, Madenler, Gökler, Patoğulları, Akkayalar, Yıldızlar, Yılmazlar, Bilgililer, Ayoğulları, Türkler, Yaltalar, Hamurcuoğulları, Demirallar, Demiroğulları, Küçükler, Zoroğulları, Mıhçılar, Güller, Çelenler, Demirciler, Filizoğulları, Bozoklar, Ayyıldızoğulları, Çakırlar, Yıldırımlar, Sarıçobanoğulları, Varlılar, Çamoğulları, Dumanlar, Çetinkayalar, Demirciler…

Salman’ın mahalleleri: . Salman Kasabası merkez dahil olmak üzere 8 mahalleden mürekkeptir. Bu mahalleler sırası ile Merkez Mahalle, Çamalan Mahallesi, Taşoluk Mahallesi, Güveluşağı Mahallesi, Şehit Kerim Mahallesi, Elmalık Mahallesi,  Çakırlar ve Kementli Mahallesi,

1988 yılında belediye olan Salman’da emekli öğretmen Dilaver Mıhçı üç dönem başkanlık koltuğunda oturmuştur. İlk iki dönem CHP’den belediye başkanı seçilen Mıhçı üçüncü döneminde ANAP’tan seçilmiştir. Dördüncü dönem belediye başkanlığı koltuğuna ise DYP’den (DP) emekli öğretmen Murat Kement oturmuştur. En büyük problemlerin başında göç sorunu gelmektedir. Yöre istihdam açısından yetersiz kaldığında halk büyük şehirlere göç etmektedir. Tarım ve hayvancılık açısından yöre desteklendiğinde bu sorunun önemli nispette azalacağı umulmaktadır. İkinci önemli sorunu ise yol problemidir. Özellikle ilçe olan 27 km’lik yol 2006 senesine kadar orman yolundan ibaretti. 2006 yılında başlatılan grup yol çalışması ise devam etmektedir. Salman, Akpınar ve Seferli belediyelerinin ve çevre köylerin ortak yolu olan bu yolun bu zamana kadar kalması esef vericidir. Akkuş, Salıpazarı, Erbaa ve Ünye yol ayrımında bulunan Salman, bu yolların faaliyete geçmesi ile daha bir önem kazanacaktır. Hal-i hazırdaki yollar kullanılmakla beraber bakımsız olduklarından verim sağlamamaktadır.

Daha evvel bu sitede 22 Temmuz seçimleri ile alakalı dile getirdiğim yazımdan Salman’la ilgili olan bölümüne burada da yer vermek istiyorum:

         ‘’Şimdi de kasabamıza dönersek, 1988 senesinden beri kasabamız belediye kuruluşuna sahiptir ve imkanlarının kısıtlılığı da herkesçe malumdur. Tüm bunlara rağmen klasik belediye hizmetleri elden gelindiğince verilmeye çalışılmıştır. Ancak tüm bunlara rağmen kasabamızın mühim sorunları mevcuttur ve bu sorunların çözümünün bir çoğunda da merkezi idarenin yardımına ihtiyaç vardır. Kısaca bu meseleleri elimden geldiğince dillendirmek istiyorum :

1)      Yol Sorunu;

a)      Öncelik ilçemiz ile aramızdaki yolun ıslahı ve asfaltlanması,

b)      Samsun yolunun ıslah edilmesi,

c)      Erbaa yolunun ıslah edilmesi,

d)     Ünye yolunun ıslah edilmesi,

e)      Civar kasaba ve köy yollarının ıslah edilmesi,

2)      Sağlık Ocağının ıslah edilmesi, yarı hastane pozisyonuna getirilmesi ve sağlık personeli ihtiyacının karşılanması,

3) Jandarma Karakoluna yer tahsis edilmesi ve asker mevcudunun artırılması.

4) Kasaba merkez imar planının uygulamaya konulması ve özellikle şehir içi yol planının hayata geçirilmesi,

5) Okullarımızın ıslah edilmesi ve öğretmen ihtiyaçlarının giderilmesi,

6) Lise okul binasının yapılması,

7) Yatılı yurt ve pansiyonların yapılması,

8) Spor alanı ve tesislerinin yapılması,

9) Park ve piknik alanlarının yapılması,

10) Kütüphane ve sohbet odaları yapılması,

11 ) Yerel kültürün özendirilmesi ve mahalli sanatçılar yetiştirilmesi,

12) Sanat kurslarının açılması,

13) Tarımda ve hayvancılıkta ıslah çalışmaları ve tarım ve hayvancılığın teşvik edilmesi, arcılık eğitimlerinin verilmesi ve teşviki, balıkçılık eğitimi ve teşviki..,

14) Tarım ve hayvancılıkla alakalı kooperatiflerin kurulması ve bunların geliştirilerek fabrikasyon sistemine geçilmesi,

15 ) Geleneksel panayır ve eğlence kültürünün yerleştirilmesi.

16 ) Salman’ın kaza (ilçe) olması için merkezi idareye baskının artırılması ya da en azından nahiye (bucak) olması için ısrarda inatçı olunmalıdır.(Gerçi nahiye önemini yitirdi ancak bir ön adım olarak düşünülebilir)

17) Belediye Kabristanlığının kurulması,

18) Ziraat Bankasının şubesi açılması,

19) Eczane açılması,

20) Belediye Düğün Salonunun yapılması,

21) Ormanların ve yaban hayatının korunması,

22) Yöreye özgü ahşap bina ve aralarında 5/10 kalasların bulunduğu yığma tuğlalı binalardan bir kaçı koruma altına alınarak kültürel faaliyette kullanılması.’’

Kaynakça:

·                  Niyazi Çayıroğlu  1998(genel)

·                  Durmuş Gök  1999(Göç yerleri)

·                  Fatma Çayıroğlu 1998(Genel)

·                  Halil Akkaya 1998(Göç ve Kavaslar)

·                  Mustafa Kemal Çayıroğlu 2005

·                  Behiye Yatla 2005(Mani)

·                  M. Kemal Çayıroğlu(Hasan Salihi ve Kement Salihi, Göç, Kütükler)

·                  Emine Güneş(Maniler)

·                  Necla Turna(Yalta),(Mani)

·                  100 Temel Eser,(Türküler)

·                  Tahsin Çayıroğlu, Salman ve Dolaylarına Ait Ağız Özellikleri

·                  Seyfettin Çayıroğlu, (Töhmetin Halil)

·                  Lise Tarih kitabı.

·                  Yöre halkı (yöre türküleri)

·                  Çayıroğlu Şiirleri

·                  Mehmet Çayıroğlu (Şükrü Mehmedi)

·                  Dursun Çayıroğlu

·                  Ordu Hakkında Genel Bilgi

·                  Karamemet Yusufu (Yusuf Yatla)

·                  Murat usta (Murat Çayıroğlu)

·                 22  Temmuz Seçimleri ve Salman Kasabası

                                                                                     TAHSİN ÇAYIROĞLU

                                                                                       1992-2008

 

 

Related Articles

11 YORUMLAR

  1. Sevgili Çayıroğlu, makaleni yeniden okumdum çünkü bir takım folklorik özellikleri hatırlamam gerekti. Aşağıda yorumlarda da belirtildiği üzere özellikle maniler ve düğünle ilgili bölüm çok hoştu çünkü bunlar unutulmak üzere! Herkesin bildiği üzere genç nesille birlikte tüm Türkiye’de olduğu gibi Karadeniz’de hatta Salman’da da adetler unutulmakta ve yerini daha mantıklı daha genel-geçer yani daha şehirli geleneklere bırakmakatadır. İyi ya da kötü bu tartışılabilir ama çoğu değişilikliğin daha makul olduğu bir hakikattir. Mesela Türkiye’nin başka yerinde düğünler ve çeyizler kız tarafı ve erkek tarafı tarafından ortaklaşa yapılırken yani ortak külfete dayanırken Karadeniz’de bütün masraflar erkek tarafına yıkılmaktadır. Ama tüm bunlara rağmen insan yine de geçmişini bilmek istemektedir. İşte siz burada bir nebze de olsa bunu başarmışsınız! Ancak bu çalışmanın bu konu için yeterli olmadığını da siz de biliyorsunuzdur. Anladığıma göre siz genel bir çerçeve çizmeye çalışmısınız! Tüm eksikliğine rağmen öz itibari ile düşündüğümüzde mükemmel bir çalışma olmuş!
    Önsözünüzde belirttiğiniz gibi bu çaışmanınızın birinci kısmını oluştuyor sanırım! İkinci kısmını da buraya ekleseydiniz daha iyi olurdu diye düşünüyorum! Sizden istirhamım bu çalışmanızı zamanla güncellemeniz ve daha da geliştirmenizdir. Zannediyorum bir kaç kere güncellediniz ama bunu lütfen ihmal etmeyin. Buradan sayın İhsan Çam ve İhsan Güneş beyefendilere de çok teşekkür ediyorum. Böyle bir site kurup ve Akkuşlu yazarlarla, çalışmaları ile bizleri buluşturduğu için!

  2. Sevgili Tahsin, makalenizi büyük bir dikkat ve zevkle yani beğenerek okudum. Gerçi memeleketimnizi anlatmak için bu makaleniz yetersiz ancak tanımak açıdan ve araştırma yapma açısından bir başlangıç olacağını sanıyorum. Özellikle eski düğünlerle yazdığınız bölüm ile manileri çok beğendim. Çalışmalarınıda başarılar diler daha fazlasını bekliyoruz!

  3. Ben de Ordu Salman’lıyım. Ordulu olmaktan gurur duyuyorum ve memleketimi çok seviyorum. Yeşil ile mavinin müthiş bir ahengi var! Sayın Çayıroğlu’nu bu güzel çalışmasından dolayı tebrik ediyorum. Çok faydalı oldu!

  4. Makalemde Akkuş’un Gürgenleri’ni Efioğlu Türküsü olarak lanse ettim oysa Efiloğlu Türküsü adıyla bir türkümüz zaten var! Bu yanlışı burada belirtme gereği hissettim, bu hatamdan dolayı özür diliyorum!

  5. Nedim abi yanılmıyorsam siz Hüseyin amcanın oğlusunuz! Evvela yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim. Sizde takdir edersiniz ki tarihi olarak Akkuş\’un olduğu Salman\’ın da geçmişine inmek çok kolay değil. Çünkü bu konuda yazılı vesikalar olmadığı gibi yörede ahşap yapılaşmanın ağırlıkta olduğundan dolayı zamanımıza bir şey kalmamıştır. Ancak tarihi bakımdan 200-300 yıl gerisinden söz etmek imkansız gibi. Ama daha kapsamlı bir çalışmaya ihtiyaç var ama şunu söyleyebilirim; aslında bu çalışmam daha genişti ve Çayıroğullarının tarihi geçmişi de bunun içindeydi. Ben burada, Çayıroğulları Tarihi özel olduğu için onu makalenin içinden çıkardım ve daha genel olması bakımından sadece Ordu-Akkuş ve Salman\’ı yayınlamanın faydalı olacağını düşündüm. Ancak makalenin tamamı da özel bir sitede yayındadır, ilginize… Saygılarımla..

  6. MAKALENİZİ BİR BÜYÜK BİR KEYİFLE OKUDUM VE İNANIN Kİ UFKUMUZU GENİŞLETTİNİZ. ORDU İLİMİZDEN BAŞLAYARAK AKKUŞ’A ORADAN DA SALMAN’IMIZI NE GÜZEL ANLATMIŞSIN!
    MAKALENİZDE GERÇEKTEN ÇOK ÖNEMLİ BİR KONUYA TEMAS ETMİŞSİN ÇÜNKÜ BU KONUDA GERÇEKTEN BİR AÇLIK VARDI. GENEL OLARAK MAKALENİZİN HEPSİNE BAKIYORUM DA ELE ALDIĞINIZ KONULAR GENELDE BİRBİRİNİ TAMAMLAMAKTA VE GEREKÇELERLE DE DESTEKLENMEKTE. YANİ BOŞ YAZMIYORSUNUZ YA DA LAF OLSUN DİYE DE YAZMIYORSUNUZ, KALEMİZE SAĞLIK VE DAHA TOPLUMSAL YAZILARINIZDA BULUŞMAK ÜZERE HOŞÇAKALINIZ!

  7. T. ÇAYIROĞLU’nun bu yazısı için özellikle çok teşekkür ederim yıllardır merak ettiğim konulara ışık tutmuş ve bu sayede merakımın büyük bir kısmını giderebildim, yüreğinize ve keleminize sağlık!

  8. ”Sayın Çayıroğlu bu çalışması ile memleketimizi tarihi ve kültürel açıdan başka bir gözlemle bizi tanıtma imkanı sunmuştur. Bu kıymetli çalışmasından dolayı kaleminin mürekkebi kurumasın”

  9. YAKLAŞIK ON YILI AŞKIN BİR ZAMANDIR BİR MERAKLA BAŞLAYAN BU ÇALIŞMADA BİLİMSEL OLSUN YA DA OLMASIN BİR ÇOK KAYNAĞA BAŞVURDUM. MÜMKÜN OLDUĞUNCA ELEME SÜZGEÇİNDEN GEÇİREREK BU HALE GETİRMEYE ÇALIŞTIĞIM ÇALIŞMAMI YÖRESEL TÜRKÜ VE MANİLERLE DE ZENGİNLEŞTİRMEYE ÖZEN GÖSTERDİM. BU ÇALIŞMAM TEKNİK SEBEPLERDEN OLSA GEREK EKRANDA ŞEKİL AÇISINDAN BİR BOZUKLUĞA UĞRASA DA MUHTEVASINDAN BİR ŞEY KAYBETMEMİŞTİR. ORDU VE AKKUŞ’U TANIMA VE TANITMA BAKIMINDAN BANA BU FIRSATI SUNAN SİTE YÖNETİMİNE VE ÖZELLİKLE SAYIN İHSAN BEYE TEŞEKKÜR ETMEYİ BİR BORÇ BİLİYORUM, KENDİLERİNE HUZURLANIZDA TEŞEKKÜR EDİYORUM. UMARIM BU SİTEYİ TAKİP EDEN KIYMETLİ HEMŞEHRİLERİME VE BU KONU ALAKADAR OLAN YA DA OLACAK İNSANLARA BİR NEBZE OLSUN FAYDALI OLACAKSAM NE MUTLU BANA!

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

1,465BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
18AboneAbone Ol

Çok Okunanlar