29 Mart 2024 Cum

  GICIRTILI ÖYKÜ

GICIRTILI ÖYKÜ 

Paslı iki demirin birbirine sürtünmesinden çıkan sese uyandım. “Gırç. Gırç. Gırç…” Yataktan zorla kalktım; ortalık karanlıktı ve uyku gözlerimden akıyordu.  

Gıcırtılı ses beni pencereye doğru çağırdı. Gittim. Tül perdeyi sessizce kaldırıp baktım. Benim yaşlarda, aynı boylarda,  saçları benimki gibi uzun bir çocuk. Salıncakta kımıldamadan hafifçe sallanıyordu. Sabahın bu saatinde bir tavuk gibi tünemiş, diye düşündüm. Üşümesinden korkuyordum; geçen sene hasta olmuştum, o, olmasın istiyordum. Kimdi bu çocuk? Apartmandan olamazdı, daha önce rastlamamıştım çünkü ona. Gözüm yatağımda, aklım gördüğüm rüyadaydı. Bizim salıncak gökten sarkan bir ağaca kurulmuş, ben de, ayağım bulutlara değene kadar sallanıyordum. Ağacın kökleri göğü delerken dalları yere değiyordu. Fakat çok mutluydum, öyle mutluydum ki, kahkahalarım göğe merdiven kuruyordu. Böyle bir rüyanın ortasında paslı gıcırtıya uyanmam şaşırtmıştı beni.  

Tekrar yatağa girip yastığıma başımı gömdüm ama uykumu çalmışlardı. Hep, bana benzeyen o çocuğun suçuydu bu. Yorganı kafama çektim fakat göz kapaklarım kapanmıyordu. Kirpiğimi elimle çekiyorum, bu sefer de gözlerime sabun kaçmış gibi acıyordu. Kalktım. Tekrar pencereye gittim, daha iyi görebilmek için perdeyi çekince çıkan ses yüzünden, o, bana benzeyen çocuk birden kayboldu. “Uykumun içine edip kaçarsın ha!” diye sinirlendim. Gece lambasını açıp bir kitap aldım. Kitabın ismine bakmadan öylesine almıştım dolaptan. Kitabı bana Ali hocam tavsiye etmişti. Ağaca Tüneyen Baron’du kitap. İlgimi çekti ve okumaya başladım. Uyurum diye okuyordum ama bu seferde Baron uykumu ağaçlara kaçırıyordu. Bahçeye çıkıp salıncakta oturdum, o an içime bir huzur doldu.  

Gündüz de salıncakta vakit geçiriyordum, tek başıma olmaktansa bahçede sallanarak ders çalışmak, bir şeyler yemek, uyumak hoşuma gidiyordu. Müsellim amca –O bizim kapıcımız olur- beni hep orada bulur, “Seni ne zaman görsem şu salıncağa tavuk gibi tünemiş buluyorum, hastalanıp yatağa düşersin oğlum, üşütürsün eskisi gibi,” diye kızardı her seferinde. Ben de ona, “Evde de yalnızım burada da fakat dışarda olmak, sallanarak oturmak güzel,” diyordum.  

Babam ve annem beni evde tek başıma bırakıp işe gidiyorlardı. Onlara o güveni ben vermiştim; yalnız kalabileceğimi kanıtlamasam tek başıma kalıp sıkılmazdım.  

Bunları düşünürken, gördüğüm rüyanın etkisi altında mı kalıyorum bilemedim. Her gördüğüm rüya beni salıncağa daha çok bağlıyordu. Annem babam gelmese salıncağın üstünde uyurdum sabaha kadar. Gökyüzünden sarkan ağaçlar yoktu ama kökleri toprağa öyle sıkı sıkı sarmıştı ki, dünya yıkılsa onlar ayakta duracak gibiydiler, sağlıklı ve gür.  

Baron Cosimo daldan dala gezerken ağaçların sağlığını düşünmüş müydü acaba?  Hiç zannetmiyorum. Okul yarıyıl tatilindeydi. Aylardan şubat. Hava ayaz, jilet gibi. Her işittiğim gıcırtıda tül perdeyi açmadan bahçeye bakınca -tıpkı ben- salıncağa oturmuş öylece duruyorum. Bu gördüğüm rüya değildi. Gördüğüm düşlerle bunu bir türlü bağdaştıramıyordum. Tek anladığım salıncakla benim aramda bir bağın olduğuydu. Birkaç gün bu düşünceler beynimi kemirdi durdu bir fare gibi. Üstümü kalın giyinip soğuğa aldırmadan bahçeye çıktım. Ben gelince o çocuk bir sis gibi kayboldu, nedense, olağan bir şeymiş gibi geliyordu bana.   

Salıncağa oturdum, hafiften sallanıyordum ki Müsellim amca geldi, “Ne yapıyorsun oğlum, ölürsün bu soğukta, kışın bari çıkma bahçeye. Salıncağa oturup saatlerce sallanıyorsun,” dedi. Ağlama numarası yaptım. “Annen baban ağlayacağına sen ağla,” deyip elimden tuttuğu gibi sürükleyerek eve götürdü.  

Öleceğimi bilsem de kapıcı gidince dışarı çıkıp salıncağa oturacaktım. Fakat ne zaman bahçeye çıkacak olsam, o kömürlük kapısında bir şeyler yapıyordu.  

Yatağıma uzandım istemeyerek. “Ne salak şey, ne işin var bu soğukta evine gidip otursana,” dedim sinirli biçimde. Sonra kalktım, defterle kalem alıp yatağa döndüm, bir şeyler karalamak istiyordum. Şiir yazmak, kimseye söyleyemediğim sözleri kalem ve kâğıtla paylaşmak rahatlatıyordu beni. Düşlerimi süsleyen ağaç ve salıncakları yazmaya karar verdim.   

Gökten sarkan ağaca 

Salıncak kuruldu benim için  

Halatları serbest bıraksam 

Bulutlarda mola verir miyim? 

Dalları yere kök salarken  

Yapraksız buruşmuş ağaç 

Korkmuyorum gökyüzünde  

Kanatsız uçmamı, kıskanıyor melekler 

İlk iki kıtasını yazıp yastığımın altına koydum. Şiir hakkında düşünürken uykuya dalmışım. O rüyayı yine gördüm. Gökyüzü cam gibi ama bu sefer eskisi gibi mutlu değildim. Salıncağın halatları paslanmaya yüz tutmuş. Beni taşıyordu taşımasına da, içimi ürperten bir duygu vardı. Annem, babam gelince yemek yemeğe çağırdılar ama ben tokum diye kalkmadım yataktan. Hasta mısın diye sordular, iyiyim bir şeyim yok dedim. Elini alnıma koydu annem, bir şey anlayamadı; derece koydu, otuz yedi buçuk çıkınca rahatladı ve üstümü örtüp ışığı söndürdü. Sabaha karşı gene o sese uyandığımda neşeliydim. Bu sefer duyduğum farklı bir histi. Pencereye sessizce gidip perdenin altından baktım. Salıncağa oturmuş o –Bana benzeyen- çocuk vardı. Hava soğuk ve nemliydi.  

Rüyamı ve o çocuğu kimseye söyleyemiyordum. Ne zaman anlatmaya kalksam gizli bir güç beni engelliyordu. Korku aklıma hiç gelmiyordu. Şiiri tamamlayıp anneme göstermek istiyordum ama nedense aklıma hiçbir şey gelmiyordu. O gün düşünüp durdum. Akşam yemeğini yedikten sonra izin alıp odama çekildim. Çalışma masasına oturup şiirimi tamamlamaya karar verdim.  

Halatın ucu gökte salıncağın  

Sallanıyorum korkmadan 

Zaman kavramı yok sanki 

Yalnız olduğuma inanma  

Salıncaklar yalan söylüyor 

Yalnız biri var orada; tıpkı ben 

Halatın ucunda çürümüş bir tahta  

Ayazda oturmuş titriyorum 

Fakat mutluyum, huzurlu biraz da üzgün  

Salıncakta meleklerle oturuyorum. 

Bitirdiğime inanmak istemesem de, fakat bitmediği açıktı. Beni salıncaklara çeken şey neydi? Bir de o ses vardı Gırç. Gırç. Gırç, diye. Yalnız olacaksam bulutların üstünde olmalıydım, belki orada bir arkadaş bulurdum. Uykum gelmeyince, salıncakla en yükseğe; bulutlara değmeyi hayal ettim. Bembeyaz pamukların içinde uyuyabilirdim. Uyumuşum hayal kurarken. Mavi gökyüzünde kuşlar gibi uçtum o gece rüyamda. Gece yarısı uyandım o sese ve beni çağırıyordu gırç, gırç diye. Mutfağın bahçe kapısını açıp çıktım. O da ne. Ben salıncakta öylece oturuyorum. Hava ayaz kesmiş çok soğuk. Dişlerim birbirine vuruyor kırılacaklar sanki. Yanına oturduğumda kaybolmadı bu sefer. Ve benimle birlikte sallandı. Konuşmuyorduk. Ne iyi etmişti kalmakla.  Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama hıçkırık seslerine uyandım. O da ne! Tek başına kalmıştı çocuk. Şiir yazdığım kâğıt elindeydi, anneme ben göstermek istiyordum o değil.  

Annem, babam, Müsellim amca ve bütün apartman sakinleri bahçeye inmiş ağlıyordu; o, bana benzeyen çocuğun başında. Neden ağlıyordu bu insanlar? Bilmiyorlardı ki o artık mutlu, bulutlarda hoplayıp zıplıyor. Yanlarına gittim, seslendim onlara ama beni duymadılar, babamın elinden tuttum oralı olmadı.  Kapıcımız Müsellim amca –Tıpkı ben- o çocuğu kucağına aldı, -fakat oturduğu şekille- donmuş düzelmiyordu. Bizim dairenin bahçe kapısından içeri götürürken, Müsellim amcanın gözyaşları yanağına damlıyordu; fakat o yaşlarla benim suratım ıslanıyordu. Yazdığım şiir elinden yere düşünce babam alıp öptü kâğıdı, “Benim şiirim o, onu anneme ben verecektim,” dedim, kimse duymadı. Fakat neden ağlıyordu bu insanlar; anlamıyorum…

Sabri GÜMÜŞ

Related Articles

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

1,465BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
18AboneAbone Ol

Çok Okunanlar