19 Nisan 2024 Cum

Asker Arkadaşım

İyi insanlar ise her zaman anılır ve yad edilirler

 

***ASKER ARKADAŞIM***

 

         Hepimiz aynı renk, hepimiz aynı tip, hepimiz aynı kaderin yolcuları gibiyiz sanki. Bir sürü yeşil adam, tek tip tek sıra..Günler bile tek tip neredeyse, hayat ise haki renk hep nedense..?

 

         Yetişme tarzından mı yoksa askerliği çok sevdiğimden midir bilemiyorum, her çağrılışta; vatan millet Sakarya! der fırlardım. Mevzii kazılacak; ilk ben koşardım, karavana gelecek; ilk ben fırlardım, mutfak çadırında patates soymaya asker lazım; ilk ben atlardım…Yoksa zaman nasıl geçecekti bu uçsuz bucaksız dağ başında..Saniye kadranına sanki tonlarca yük binmişçesine akmayan duran zamanı başka türlü nasıl hızlandırabilirdik ki?

 

         Operasyon dönüşü üs bölgesinde 3-4 gün dinlenmeye çekildiğimiz bir gündü. Gökyüzü o kadar mavi idi ki; bir an gökyüzüne bakarken kayboldum sandım. Tabiat Güneşin ezici baskısı altında sessiz sessiz kavrulurken, cırcır böceklerinin sesleri duyuluyordu sadece. Bende çadırda uzanmış, yerde bulduğum çikolata kağıdının neden yapıldığını, hangi maddelerin kullanıldığını, nerede üretildiğini ve o fabrikanın içinin betondan ve düz bir zemin olduğunu düşünüyordum. İçeri bir çift tozlu bot girdi üzerinde çavuş ile birlikte. Boynu, yüzü ve kolları Güneş’ten yanmış bir halde sıcaktan bayılmış gözlerle etrafı süzdü ve; mevzii kazılacak hemen iki kişi gelsin! dedi. Askerlikte kuraldır; iki kişi istendi de kimse yerinden kımıldamadıysa, iki yüz kişi aynı göreve gider. Kulaklarımdan giren emir, ısınmış sinirlere aldırmadan doğrudan beyne yöneldi. Beyinden gelen olumlu talimat üzere kaslar tam vücudu fırlatmaya hazırlanmışken…tok bir ses duyuldu…”Mürsel giderse bende giderim..” Döndüm, sesin geldiği yöne baktım…Bu sesin sahibi, biraz iri yarı kendi halinde, pek kimseyle konuşmayı sevmeyen, biraz da ağır hareket eden Yozgat’lı Yusuf’tu. Başımla “ilginç” manasına gelen bir hareket yaparak yerimden fırladım, kazmayı küreği kaptığım gibi doğru mevzii kazmaya koştum. Baktım bizim Yavaş Yusuf’ta geldi. Dedim, tertip hayırdır, niye öyle söyledin? Dedi, valla ben seni takip ediyom her işe koşuyon, bundan sonra sen nereye ben oraya, görevden kaçmak yok…Velhasıl aldık kazmaları, bu dağbaşına, geçmeyen zamana, teröre, teröriste, kavuran sıcağa, gözleri kör eden toza, başçavuşun fırçasına vurduk…vurduk…vurduk…!

 

         İşte bizim arkadaşlığımız böyle başladı Yavaş Yusuf’la…Aslında biz zıt kutupların temsilcileriydik. Ben hızlı davranan çabuk karar veren aceleci bir yapıya sahiptim. Yusuf yavaştı. Her işi ağırdan alır, dünya yansa bir top samanı yanmazdı. Yusuf severdi bu dağbaşlarını, operasyona çıkmayı, günlerce dolaşmayı, soğuk kumanya yemeyi..Sivilde beni bekleyen iyi bir hayat yok, gedip napacam derdi. Benim se her operasyon öncesi canım sıkılır, ruhum bunalır, dağların zirvesine sinirli sinirli bakardım. Çünkü sivilde bir sürü iş vardı beni bekleyen. Belediyenin aylık hesapları düzenlenecek, bütçe hazırlanacak, kesin hesap çıkarılacaktı. Babamların avlusuna Akkuş fasulyesi ekecek, onları satarak zengin olacaktım..(Hala bu hayalim devam etmekte).

 

         Görev haricinde aşağı yukarı bütün zamanımız beraber geçerdi, mutlaka bahsedecek bir konu bulur, geceler boyu konuşur konuşurduk…Aynı denizde, aynı gemide yolculuk yapan iki arkadaştık. Gemi limana varıp yolcularını boşaltacağı güne kadar, kaderimiz hislerimiz aynıydı. Askerliğimin son aylarında dağlardan kurtulmuş ve yazıcı olmuştum. Hayatın bir cilvesi, peşimi bırakmayan yüksek tempo orada da beni rahat bırakmamış, çok geceler yazıhanede sabahlamıştım. Genellikle gece 2’de veya 3’te koğuşa girerdim. Yusuf ben gelene kadar uyumaz beni beklerdi. Gözkapaklarımız uykusuzluktan kızarana kadar gene konuşurduk…

 

         Askerlik bitti, ömür (Avrupa ve TSE standartlarına göre) yarıyı geçti…Elbette geriye dönüp baktığımızda bir çok anı hatırlarız..Fakat bazılarının yeri farklı, bazılarının tadı bulunmazdır. Şimdi Kars’ın, Tunceli’nin, Erzincan’ın, Bingöl’ün dağlarından belki ayak izlerimiz  silindi ama, paylaştığımız onlarca hatıra bir yerlerde saklı hep…Her an taze ve dün yaşanmış gibi…

 

         Ömür sonsuz bir denize akıp giderken, elimizdeki ve çevremizdekilerin değerini çok iyi bilelim..Hasret ve nedamet (pişmanlık) ateşiyle yanmamak için, kimsenin kalbini kırmayalım…Hayal olup giden bunca şeylerin arasından akılda kalan şeyler hep iyi dostluklar ve arkadaşlıklardır. Bu yeryüzü sahnesinden nice zalim insanlar, despot kişiler, milyonlara hükmeden diktatörler gelmiş geçmişlerdir. Fakat; kimse bunların adını bugün anmaz, kimse hatırlamak istemez…İyi insanlar ise her zaman anılır ve yad edilirler…

 

         Hep iyilerle dost olmak ve dost kalmak, iyiliklerle hatırlanmak ve iyi olmak dileklerimle…

 

                                                         03.11.2010 Çarşamba 00:46

 

                                                           Y.Mürsel KARAYİĞİT

Related Articles

1 Yorum

  1. değerli mürsel abiciğim hakikaten dostluğa ve arkadaşlığa önem veren bir yazı günümüzde ne kadar kaldı bilinmez ama genede asker ocağındaki arkadaşlıklar unutulmaz hemen hemen herkesinde askerde bir kader ve yol arkadaşı vardır bununla birlikte geçen hergün özlenir aslında geçen gün değilde o arkadaş özlenmiş olur. dosluklar pazara kadar değil mezara kadar olmalı, unutmamak ve unutulmamak dileklerimle hoşcakalın. Altun BAYRAM

altun bayram için bir yanıt yazın İptal

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

1,465BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
18AboneAbone Ol

Çok Okunanlar