19 Mart 2024 Sal

(MECLİS TUTANAKLARIYLA) ORDU NASIL İL OLDU- 2 AKKUŞ ORDUYA NASIL DÂHİL OLDU?

 (MECLİS TUTANAKLARIYLA) ORDU NASIL İL OLDU- 2             

AKKUŞ ORDUYA NASIL DÂHİL OLDU?

Olumlu ve Olumsuz neticeleriyle ilginç bir Suni İl Örneği

(İnceleme ve Araştırma Yazısıdır)

Birinci Kısım:

(108.İçtima olan Meclis Görüşmelerinden devam)

Ancak mevzu olan takrirlerin son durumu ise Rumi 1336 (Miladi 1920) yılı Cumartesi günü (108.) İçtima-Toplantıya bırakılmıştır.

Önce Karesi Vekili Vehbi Bey’in teklifiyle Kâtip Dâhiliye Encümeninden (İç işleri bakanlığı Komisyonundan) gelen mazbatayı okudu:

Mealen ‘’Giresun merkez olmak üzere Trabzon Vilayetine Tirebolu, Görele kazalarıyla Karahisarı şarkiye tabi kırık Nahiyesinin merkeze tabi kılınmasıyla Giresun Livasının..Ordu merkez olmak üzere Samsun Livasına bağlı ÜNYE,FATSA Kazalarıyla Şarkikarahisara tabii Mesudiye Kazasının da ilhakı ile Ordu Livasının müstakil teşkil edilmesi kararı alınmış olup, kararın Heyeti Vekileye sevki arz olunur’’

Bu teklif alkışlarla karşılanır.

Bunun üzerine Ordunun müstakil bir Liva (İl) olması için bir Orduludan fazla çalışan ve durumu bu noktaya getiren Şarkikarahisar mebusu Serdaroğlu Mustafa Bey, iki husus üzerine hemen duruma müdahale ederek ‘’Ordu ve Giresunun iki ayrı müstakil liva olmasının pek münasip bir karar olacağını belirtmekle birlikte burada Şarkikarahisar Livasına bağlı Kırık nahiyesinin ise Giresuna bağlanmasının yanlış olacağını, esasen bu durumun daha önce denendiğini ve sonuç vermediğini, Giresuna Kırık Nahiyesinin hem uzak olduğunu, Şarkikarahisara yakın ve köylerinin ekserisi Giresun cihetinde değil ova yüzünde yer aldığını, yani Karahisarişarkiye yakın ve onunla münasebettar olduğunu, hem de Giresuna bağlı olduğu zaman geçinemediklerini anlatarak, diğer taraftan da memleketi ve yüzlerce yıldır Şarkikarahisara (Şebinkarahisara) bağlı Mesudiyenin de yeni oluşan Ordu Livasına dahil edilmesinin pek yanlış olacağını, yeni oluşturulacak olan iki Livanın nüfuslarının iki yüzer bini aşkın olmasına karşılık iç kesimde yer alan Şarkikarahisarın ise zaten yüzotuz bin olan nüfusunun daha da düşeceğini, zaten ERMENİ OLAYLARI nedeniyle nüfusu ikiyüz haneye düşen Mesudiyenin nasıl bir daha mektep açacağını, kendini nasıl –böyle uzakta olan Orduya bağlı olarak- ayağa kaldırıp idarei maslahat edeceğini, icabı maslahatın da bunu gerektirdiğini’’ belirtti.Uzun konuşmasında devamla Mustafa Bey; ‘’zaten zengin olan yeni liva Orduya –iç kesimde yer alan bir Mesudiyenin ne fayda getireceğini- ancak nüfusu zaten az olan Şarkikarahisarı ise bu durumun mahvolmak anlamına geleceğini, memleketi olan Mesudiyenin ilelebet Şarkikarahisara bağlı kalması gerektiğini..Mesudiyenin binbeşyüz metre irtifada (rakımda) olduğunu halbuki ordunun ise sahilde oturduğunu belirterek , Orduya katırcılıkla –uzun ve meşakkatli yoldan- gidip gelen Mesudiye halkını hava çaldığını hatta vefiyat (ölümler) olduğunu ve muhakkak Mesudiyenin Şarkikarahisarda kalması gerektiğini, bu yanlışlığın yapılmamasını’’ istedi.

Bu arada ise Trabzon Vekili Hüsrev beyin

‘’Giresun’un Liva olmasının elbette iyi olacağını, hatta Giresun’u geliştireceğini ancak Ordu kısmı olmadan Liva olması ile doğu tarafında önceki Harpten harap olmuş olan Tirebolu’nun az gelmesi nedeniyle zayıf kalacağını, hâlbuki Ordunun Fatsa, Ünye ve Mesudiye’yi alması ile genişlediğini, Giresun’un ise küçüldüğünü belirterek, Trabzon’a bağlı olan Vakfıkebir’in Giresun ile münasebettar (ilişkili) sahil kesimi köylerinin Giresun’a rabtı-eklenmesi’’ gibi enteresan bir teklif sunar, ancak kabul olunmaz.Burada Hüsrev Beyin teklifi mantıklı ve reel olmamakla birlikte dile getirdiği ilk husus yani Giresun’un bu vaziyette Liva olması ile Garp (Batı) cihetinde araziden eksik kalacağını izah etmesi oldukça dikkat çekicidir.

Ancak asıl ilginç olan ise Şarkikarahisarın iki Vekilinden birisi olan Mustafa bey Mesudiye’nin Orduya verilmesinin yanlış olduğunu ve Şarkikarahisarda kalması gerektiğini savunurken..diğer Karahisar mebusu Memduh bey ise konuşmasında ‘’Mesudiye’nin Şarkikarahisara dört günlük mesafede olduğunu, halbuki Sivas’tan Orduya eğer bir şose yol teşkil edilirse buranın Orduya ulaşımının sağlanacağını ve bu durumun ileride Mesudiye’nin istikbali, asayişi ve gelişmesi için daha iyi olacağını, zira burada arazinin Ordu ile Mesudiye arasında dağınık olduğundan, mesela burada olan bir asayişsizlik vuku bulduğunda faillerin Ordu kazası arazisine kaçtıklarından takibi için ayrı bir Liva olacak olan Ordunun ayrı Liva olduktan sonra bunları takip edip yakalamanın zor olacağını, onun için Mesudiye’nin Orduya bağlanmasının daha doğru olacağını’’ belirtti.

Yani bu demektir ki; Şarkikarahisarın iki vekili, olmayan Ordu Livası adına Ordunun İki vekili gibi mücadele derken; bunlardan Memduh Beyin, Mesudiye’nin Şarkikarahisar İdaresinden çıkmasını istemesi ve Orduya bağlanmasını istemesi belki de Mesudiye’yi sevmemesinden kaynaklandığı söylenebilir.

Bu arada ise Tunalı HİLMİ Bey hem yeni Liva teşkil edilecek olan Ordu hem de –Trabzon’un yeni durumunda sıkıntı yaşayan ancak durumu düzeltilen- Of ahalisini tebriklerini iletti. Ordulular adına teşekkürlerini Encümen ve Heyeti Vekileye sunmakla iftihar edeceğini söyledi. Devamında ‘’daha ortada bişey yok’’ itirazı üzerine ise ‘’Coğrafyanın yerleşim ve ekonomik gelişme üzerine tesirinden hareketle Mesudiye’nin Orduya bağlanmasının doğru olmayacağını’’ belirtti. Buna dayanak olacakta kendine has güzel bir idari nazariyesini (teorisini) açıklaması çok ilginçtir:

‘’Efendim; akarsu, göl ve deniz kenarlarında teşkil kılınacak nahiyeler, kazlar, livalar, vilayetler daima müstakil şekilde, bilhassa Karadeniz ve Akdeniz etrafında adeta bir şerit halinde adeta bir şerit halinde memleketi kuşatmış olmalıdır………tasavvur buyurunuz ki; daima su kenarlarında deniz kenarlarındaki vilayet ve livaların merkezleri mutlak surette sahilde bulunmalıdır’’ diye fikrini ortaya koyarken, sözüne devamla ‘’Mesudiye’nin Ordu’ya oldukça uzak olduğunu, Ordudan sadece Mesudiye hududuna varılmasının sadece atla yirmi üç saat tuttuğunu (burada Mustafa Bey düzeltme yaparak, yirmi sekiz saat sürdüğünü belirtiyor) ve dağlık yapıdan dolayı yolculuğun zor olduğunu, birde bunun kış şartlarını da düşünmek gerektiğini ve Mesudiye halkı ile Ordu halkının tabiatının birbirine uymadığını, insan tabiatlarının farklı olduğunu ve yarın asayiş ve idari durumlarda Vali, idareciler ve jandarmanın Mesudiyeye ulaşımının çok zor olacağını, zaten Ünyenin de iltihakı ile oldukça büyümüş olan hatta burada;

‘’Bendeniz Fatsa ile Orduyu bir Liva olarak çok görürken, birde ne işiteyim Ünye’de Orduya ilave olunmuş’’

Diyerek, Orduya Mesudiye’nin eklenmesinin fazla ve gereksiz olduğunu, Mesudiye kazasının içerilere doğru ilerlediğini ve bu durumda Mesudiyenin katiyen eski livasında bırakılmak lazım geldiğini, yok bu olmazsa Ünye kazasının Canik Sancağına terkedilmesi gerektiğini ancak ikisinden birinden tercih edilmesi gerekirse Ordu için tercih edilmek lazım gelen kazanın Ünye olacağını’’ belirterek şu güzel örneği verir:

‘’Bir kayığa atlarım, Ünye’den orduya daha çabuk gelirim. Fakat, o dağları aşmak Mesudiyelere kadar gitmek, Mesudiye’den Ordu’lara gelmek pek müşkül olur’’ der.

Diyoruz ki; aradan 13 sene geçip, Şarkikarahisar Vilayeti dağıtılıp, İl merkezinin adı Şebinkarahisar olarak Giresun’a bağlanıp, diğer ilçeler çevre illere ve Mesudiye’de Orduya bağlandığında Tunalı HİLMİ şunu düşünmüş müdür:

‘’Yahu, hata etmişiz. Eğer ki, Mesudiye’nin nihayetinde Orduya bağlanacağını bilseydik, tamamen Canik (Samsun) karakterinde ve Samsuna hem yakın hem de Ahalisinin tamamen Samsun ile münasebattar –ilişkili- olduğu ve dahi Samsunun doğu kısmındaki en büyük ve mühim Sahil Kazası olup, aynı zamanda ciddi bir Ticari iskele ve güzel bir sayfiye olan ÜNYE’yi keşke SAMSUN’a bağlı bir kaza kalmasını sağlasaymışız’’

Fakat, burada şayanı dikkat bir husus vardır ki; Ünye, Fatsa gibi sahilde yer alan ve o dönem için ciddi nüfusa ve ticarete sahip (bugün için zaten her biri 100 bin üstünde nüfuslara sahip ) büyük iki kazasını kaybetmek durumunda kalan Canik Sancağı Vekillerinin hiç konuşmaması ve bu duruma karşı ne muhalif ne destekleyici tek bir söz etmemeleridir. Halbuki; ne Ordu nede Canik (Samsun) Vekili olan Tunalı Hilmi Bey, anlaşıldığı kadarıyla Mesudiye’nin Orduya eklemlenmesine şiddetle karşı çıkarken, Fatsa Orduya verilirken hiç olmazsa Ünye’nin Canik sancağında kalması gerektiğini düşündüğü açıktır.

Bu arada Akkuş’umuzun durumuna bir değinirsek..

Bu durumda o vakitler Akkuşun, KARAKUŞ ismiyle Ünye’ye bağlı bir Nahiye olduğunu düşünürsek; Ünye’nin Ordu’ya bağlı olma durumu şüphesiz Akkuşun kaderini direkt ilgilendiren durum olmuş, yani Ünye’nin Orduya bağlanması ile KARAKUŞ’ta (Akkuş) otomatikman Orduya bağlanmış oluyordu. Burada bişey daha hatırlatmakta fayda var ki; o yıllarda Canik Sancağının 4 Kazası (Bafra, Çarşamba, Ünye, Fatsa) 3 Nahiyesi (Alaçam, Kavak, Karakuş) vardır. Yani Karakuş ismiyle bugünkü Akkuş Samsunun 3 Nahiyesinden (Beldesinden) birisidir. Cumhuriyet döneminde diğer 2 Nahiyenin aynen Akkuş gibi İlçe olduğunu hatırlarsak Ünye İlçesi, meşhur TUNALI HİLMİ Beyin gönlünden geçen isteğe binaen, eğer Canik’te kalsa idi, Ünye’nin nahiyesi olan Akkuş, Samsunun daha sonra ilçe olan nahiyelerinden birisi olacaktı. Bu arada Nahiyeler, Cumhuriyet döneminde Bucak ismini almıştır. Bu yerleşimler Kasaba büyüklüğünde olan yani İlçe ile Köy arası yönetimdir. Yöneticisi nahiye müdürüdür. Nahiye Müdür hem idari hem de Belediye işlerini yürüten resmi yetkilidir.

Nedense, Ünye ve Fatsa gibi doğusunda yer alan ancak güzide iki kazasını kaybetmek durumunda olan Canik Livası Vekillerinin bu duruma itiraz etmemeleri cidden hayret edici bir durumdur. Zira, itiraz ettikleri yâda başka bir çözüm teklifi ile Meclise geldiklerine dair bir kayıt yoktur. (Fakat aşağıda anlatılacağı üzere bu kazaların halkının tepkisi ise böyle olmayacaktır)

*Bu durumda akla gelen ilk ihtimal şu olsa gerektir: Canik Livası veya Sancağının en doğusunda yer alıp, münbit (verimli) Çarşamba, Terme ovalarının bittiği alanda başlayan kendileri sahilde yer alsa da ekseri arazileri dağlık ve yüksek olan Ünye, Fatsa kazaları Canik Livası veya Sancağı (Samsun İli) üzerinde bir idari yük olarak mı görülmüştür? İzaha muhtaç ancak bugün ise cevaplanması nerdeyse mümkün olmayan bir sualdir.

**Burada diğer dikkat çekici bir nokta ise şudur: Akkuş yani o vakitteki ismiyle Karakuş Kazası zaten Canik Sancağının Bafra, Çarşamba, Ünye gibi eski bir kazası değildir. (Akkuş) Karakuş; yüzlerce yıldır merkezi Sivas olan hem Sonusa Sancağı hemde merkezi Sancak ve eyalet merkezince yönetilmiş ve ahalisi de bu cihetle Sivas, Tokat Bölgesi ile rabıtalı ve münasebettar iken; 1888 yılında Canik Sancağına bağlanmıştır. Karakuş ahalisi tab’an (insan yapısı itibariyle) yine 1800’lü yıllar ortalarına kadar Sivas Eyaletine bağlı Canik Sancağı hududunda olup, Canik havalisi ve sahil kesimi ile de (daha çok ticari) ilişki halinde olsa da, daha ziyade yayla (yüksek yer insanı) karakterli ve sosyal olarak iç kesimler halkı olan Niksar,Tokat ve Sivas Ahalisi ile benzerlikler taşıyan sosyal yapısı ifade eden durumuyla Canik sancağı nın ekserisini oluşturan Orta Karadeniz sahil kesimi ahalisinden farklı yerel özellikler taşır.

Netice olarak; Karakuş Ahalisi nispeten Canik iç kesiminden doğusuna doğru Kavak (ve o vakitler Kavak’ın köyü şimdi ise ayrı ilçe olan Asarcık) ile Çarşamba kazası yüksek kesimi ve bizzat komşu olduğu Termeye bağlı olan Salıpazarı yukarısı ve o vakitler yine Termeye bağlı bugünkü Ünye ilçesinin Akkuş’a sınır köyleri havalisi ve dahi Fatsa kazasına bağlı (o vakitler Nahiye olan) Kumru ve Korgan nahiyeleri yukarı kesimi ahalisi ile insani ve sosyal benzerlikleri olsa da…Karakuş halkı, Sivas Vilayetinden ayrılınca Canik sancağına alışmakta güçlük çekmiş hatta bu idari karara itiraz etmiştir. (Aşağıdaki kısımlarda bahsolunacak olan Bab’ı Ali’ye 1888 Tarihli Arz Tezkiresi)

Ancak Canik Livasına bağlı Ünye kazasının bir Nahiyesi olarak geçen yaklaşık 35 sene içinde yavaşta olsa uyum sağlamaya başladığı temel kabul edilir ve bunun üstüne Cumhuriyet döneminde geçen yaklaşık 1 Asır (100 yıl) gibi uzun süre boyunca bir Sahil merkezli İl olan Ordu şehri ile mecburi bürokratik-idari-siyasi, eğitim gibi ilişkiler dışında daha ziyade yakın durumdaki Ünye, Fatsa gibi büyük kazalar ile önce Ticari sonra ise insani, sağlık, eğitim, turizm gibi yoğun sosyal münasebetler neticesinde yoğun ilişkiler nedeniyle elbette değişmiştir. Bugün Akkuş ilçesi, insan ve sosyal yapısı olarak İç-Tokat kesimiyle Ordu Sahil kesimi arası bir insan yapısına sahiptir.

Mevzuya dönecek olursak, burada peşi peşine içtima konusu üzerine konuşmalar yapan Tunalı Hilmi Bey, bir başka konuya değinerek mealen şunları söyler:

‘’Karadeniz sahilinde (Ege kıyıları gibi) mateessüf tabii koylarımız, limanlarımız, körfezlerimiz yok gibidir. Bunların başlıcası Polathane (Akçaabat), Ereğli limanları oluyor. Hâlbuki, gayetle mühim bir hatta iki limanımız vardır ki; biri Amasra’nın bir güvercinin çift kanadını andıran güzel Limanı ile(Perşembeye yakın) Vona Limanıdır. Vona Limanı, Beyler diyebilirim ki Karadeniz’de cüzi bir fedakarlıkla meydana getirilebilecek en mühim limandır. Binaenaleyh Ordulu hemşerilerimin kızmayacaklarını bilseydim ve Heyet-i Celilenin –Bakanlar Kurulunun- kabul edeceğini tasavvur eyleseydim Perşembe veya Vona’nın Ordu Sancağının merkezi olmasını teklif ederdim. O kadar mühimdir’’

Burada Tunalı Hilmi Beyin konuyu belirttiği yıllarda henüz Dünyada suni Liman yapımının yeni başladığı ancak Osmanlı Ülkesinde ve cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye’de uygulanacak teknik ve finans imkânlarından mahrum olduğu hatırlanacak olursa, bütün Batı-Orta-Doğu Karadeniz’de 4 tabii (doğal, Allah yapısı) Liman olduğunu ve bunları belirttikten sonra..bunlardan birisi olan (Perşembe yakınlarında ve ucunda Rum Ortodoks Kilisesi olan BURUN ŞEKLİNDE Denize uzanmış) Vona kıyısının doğal ve kışları yada rüzgarlı havalarda korunaklı yapısıyla hazır bir Liman olarak kullanılabileceği ve zaten bir Sahil şehri olan Ordunun şehir merkezi olarak buraya (çok ta uzak olmadığı düşünülürse) taşınabileceğini teklif etmektedir. İlginç ve elbette kabul edilmeyen bir tekliftir. (Mantıklı bile olsa Ordunun bulunduğu yerin alanının genelde düz ve geniş olduğu, yerleşime oldukça müsait ve rüzgarı kesen yapısıyla hem denizden hem de Boztepe manzaralı ve arkada dağlardan hava alabilen güzel bir sahada, 1700’lerin (18.Yüzyılın) sonundan itibaren ciddi biçimde yerleşilmiş olduğu..ancak, merkezi şehir olarak çokta eski olmasa da burada oturan sivil Rum ve Türk halka ait arazi ve evlerin, önemli resmi binaların, ibadethanelerin yeniden taşınması ve inşasının hem de para insan ihtiyacı olduğu bir savaş arefesi döneminde tutacağı ciddi biçimde külliyetli miktar düşünülünce bırakın reddini hiç düşünülmemesi bile gayet akıllıcadır)

Bundan sonra söz alan Gümüşhane Vekili H.Fehmi Bey ise Trabzon Vekili Hüsrev Beyin, Vakfıkebir’in Giresun’a bağlanması teklifine karşı gayet mantıklı ve realiteye dayanan bir cevapla doğru olmayacağını, Vakfıkebir’in Trabzon’a Giresun’dan yarı mesafe daha yakın ve münasebettar olduğunu açıklayarak cevap verir.

Bundan sonra söz alan Karahisarısahip (Afyonkarahisar) Vekili Mehmet Şükrü bey ise;

‘’Böyle her kazayı gelişigüzel Liva yapmanın hele de birbirine dört saat mesafede iki Liva yapmanın çok mantıklı olmadığını, Maliye varidatını kurutacağını’’ belirtti.

Bu noktada ilk defa Canik Vekillerinin konuştuğu tutanaklara yansımıştır. Canik Vekillerinden Nafiz Bey, bu (M.Şükrü Beyin Maliye İmkânlarının kurutulması) cümlesine devamla:

‘’Kuruttu zaten’’ kinayeli cevabını eklemiştir.

Tunalı HİLMİ Beyin ise M.Şükrü Beyin ‘’Birbirine dört saat mesafede iki Liva teşkilini mantıklı bulmamasına ve bunlardan birisi memleket için nafi ise diğerinin de gayr- nafidir’’ demesine mukabil, cevaben ise ‘’Teşkilat ne kadar küçük olur ise o kadar nafidir’’ diye cevap vermesi, buna karşılık M.Şükrü beyin ‘’Evet, arazi küçük fakat insan, nüfus çoksa nafi olur. Türkiye’de ise Fransa’dan on kat büyük arazi olmasına karşın nüfus azdır. Nüfus olmayan yerde teşkilatın hükmü yoktur’’ diye cevabi konuşmaları hem o dönemde savaşın, yoklukların ve hastalıkların Anadolu nüfusunu nasıl erittiğini göstermesi bakımından ilginçtir hem de Ordu kazasının önce Liva (İl) olması teklif ve kabul edilen Giresun Livasına bu kadar yakın olmasının ne kadar yanlış bir idari tasarruf olacağını daha o günlerden ifade etmesi açısından takdire ve dikkate şayandır.

Yine söz alan Karahisarısahip (Afyonkarahisar) Vekili M.Şükrü Bey devamla özet olarak;

‘’Bendeniz hiçbir kazanın aleyhinde yahut lehinde değilim. Ben Meclisin Memleket için esaslı bir Teşkilatı Esasiye Kanunu çıkarıncaya kadar hiçbir yerin kaza yâda Liva yapılmasının doğru olmadığı kanaatindeyim. Hükümet, memleket üzerinde haritaya bakarak neresi kaza neresi liva olacak, mütalaa eder, bunları tayin eder ve esaslı bir Teşkilat kanunu ile huzurlarınıza gelir, o zaman meclis kabul edecek ve o zaman memleketin Teşkilatı Esasiyesi hakikaten husule gelmiş olur’’

demesi ve bu konuya örnek olarak ‘’Burdur’un –aynen Giresun gibi masraflarını karşılamak teklifi ile- müstakil Liva olması ancak Burdur’u bilenler için, kendini idare edecek bir Liva olmamasını’’ anlatması ve burada ‘’Isparta’nın da müstakil liva olma isteği örneğinden yarın her tarafın müstakil liva ve Vilayet olmak istemesi durumunda buraları hangi mesarif ile tesviye, hangi memur ile idare edeceksiniz’’ diye belirtmesi de dikkate değer bir açıklamadır.

Burada Bursa Vekili olan (İttihatçıların meşhur İstanbul belediye Başkanı) Operatör Emin Bey söz alarak M.Şükrü beye hitaben ‘’memleketiniz Afyonkarahisar’ın Bursa’dan ayrıldıktan sonra inkişaf etmesi gibi Giresun ve Ordunun inkişafı –gelişmesininde- ayrı Livalar olmasıyla mümkün olacağını’’ belirttikten sonra kendisine gelen ‘’Şarkikarahisar Mutasarrıfının mektubunda asayiş sağlanamamasından bitap olduğundan hareketle Mesudiye’nin Orduya verilmesini’’ teklif eder.

Bundan sonra önceki içtimada konu hakkında çok konuşan ancak burada yeni söz alan Karesi (Balıkesir) Vekili Vehbi Bey, yine ‘’Yediyüz bin nüfusa sahip Trabzon Vilayetinin bölünmesi takririnin doğru olduğunu, önce sadece Giresun sonra ise Ordu kazalarının Liva yapılması ve Ünye, Fatsa, Mesudiye kazalarının Orduya..Vakfıkebir’in Trabzon’da kalarak Kınık Nahiyesinin ise Giresun’a bağlanmasının doğru olacağı’’ şeklinde eski görüşleri dile getirince şiddetli itirazlarla karşılaşır. Mesudiye’nin Orduya daha yakın ve iskelesi konumunda olduğunu, ticaret ve alışveriş için buraya gittiklerini söylemesi hem Tokat Vekili hem de Şarkikarahisar Vekili Mustafa beyler tarafından itirazla karşılanarak ‘’Ordunun daha uzak olduğunu, bilgilerinin yanlış olduğunu’’ iddia ederek Serdaoğlu Mustafa Bey söz alarak kürsüye gelir:

‘’Yedi sekiz yüzyıldır Sancak olan Şarkikarahisarın bir kaza haysiyetinden aşağı bırakılmasının doğru olmadığını, buna mecbruriyet de olmadığını’’ belirterek ‘’Ordu kazasını iki üç misli büyütürken Şarkikarahisar kazasını iki üç misli küçültmenin ne manası var’’ diye sorar. Ve devamla:

‘’Ordu ile Mesudiye arasında Kümbet dağları vardır ki aylarca yol işlemez.-Bu durumda- Mesudiye ahalisi mahrum mu kalacak?’’ diye sorar. Tabi Vekillerden (Çok doğru..niye mahsur kalsın? Sesleri) Sonra ise ’’Ordu ile Mesudiye’nin ticari münasebeti olmadığını, Mesudiye’den öyle iddia edildiği gibi Orduya bir okka Buğday bile gitmeyeceğini, ancak Ordudan tüccar gelmesi hariç olduğunu’’ belirterek ‘’Mesudiye’nin Ordudan ayrılıp tekrar Şarkikarahisara raptını-eklenmesini’’ ister.

Burada diğer Şarkikarahisar Vekili Memduh Beyin ‘’daha iyi olur’’ itirazına mukabil ise ‘’Efendi, yanına bir vekil bul, zira bu konuda dört Vekiliz. Sen bir Jandarma mülazımlığından buraya geldin’’ diye kızması da ilginç bir tartışmadır.

Hemen peşinden Tunalı HİLMİ Bey oluşan ortamı değerlendirerek takrir verir:

                             ‘’B.M. Meclisi Riyasetine (Reisliğine)       

Ordu Sancağına Mesudiye Kazasının ilhak edilmemesini rica teklif ederim.

                                                                                                             Bolu                                      

                                                                                                          Tunalı Hilmi ‘’

Takrir hemen kabul edilir. Peşinden Trabzon Vekili Hüsrev Bey de ‘’Canik kazası Ünye’nin Orduya bağlanmasına mukabil, Trabzon’a bağlı Vakfıkebir’in de Giresun’a bağlanmasını teklif eden’’ takriri ise hemen reddedilir. Bu arada Dahiliye vekili (İçişleri bakanı) Adnan -ADIVAR- Beyde zaten Vakfıkebir’in Trabzon’a yakın olmasını (yani Giresun’a bağlamanın mantıklı olmadığını) hatırlatmak istemesi dikkate değerdir.

Peşinden yine Karhisarısahip (Afyon K.hisar) vekillerinden Mehmet Şükrü beyin

‘’İdare teşkilatında Coğrafya ve İktisadın dikkate alınmasının lüzumu ve memleketin kazalarının gelişigüzel liva yapılmamasının gereği’’ diye verdiği takrir reddedilir.

Buna mukabil, Kütahya Mebusu Cemil Beyin ise ‘’Ordu kazasının yüzelli bin nüfusu ihtiva etmesine ve Canik sancağından iki kazanında Ordu sancağına dâhil edilmesiyle Karahisarışarkinin (Şebinkarahisarın) Mesudiye’nin kazasının Orduya dâhil olunmasında isabet olmadığından Mesudiye’nin Şarkikarahisara tekrar ipkası’’ takriri ise kabul edilir.

Bu noktada Maliye vekili Ferid Bey ise yaptığı kısa konuşmada ‘’Malum olunduğu üzere kanun yapılırken bu çeşitli Liva yapılan Kazaların halkının teberruatları kanuna konamaz. Elbette bu Liva olmaları durumunda masrafı karşılamayı taahhüt etmişlerdir, hatta taahhüt kağıtları ve dilekçeleri elimizdedir. Ancak siz Heyet-i Aliye’nizin müsaadesi olup, bu teberrüatları verilmedikçe ben bunları kanuna koyamam, bütçeye de havale edemem’’ demiştir. Yani kısaca, mevcut kanunun bu Liva olmak ve (Liva olmanın gereği olarak) iki yıllık masraflarını da karşılamak isteyen kaza halklarının taahhüt etikleri para ile ilgili mazbata yani dilekçelerini Meclisin onayı olmadan yeni bütçeye ve yasaya ekleyemem, demek istemiştir ki burada Maliye Bakanı bu yeni Livaların bütçe altyapısını yasal olarak hazırlamak istemiştir.

Bu konuşma üzerine ise Bozok (Yozgat) mebusu Süleyman Sırrı Bey de bir nükte (espri) yaparak:

‘’Parayı veren düdüğü çalar’’ diye Mebusları güldürmek istemiştir.

Fakat, Gümüşhane Mebusu Hasan Fehmi Beyin, Ordu Halkının iki senelik masrafı vereceğini hatırlatması üzerine Süleyman Sırrı Bey ise ‘’Önce parayı versinler sonra mazbatalarını havale edelim’’ demesine mukabil yine hasan Fehmi Bey ‘Bu teşkilat düzenlemesini gerektiren hususun kaza ahalisinin taahhüdü değil idari bir zaruret, zorunluluk olduğunu üstelik ordu Kazası halkının zaten iki yıllık mesarife muavenet yani yardım edeceğini’’ belirtmiştir.

Burada yine kendileri ile alakalı bu önemli hususta baştan beri hiç konuşmayıp sonradan mevzuya giren tek Canik Mebusu olan Nafiz Bey ‘’Ordu için bu konuda hiçbir sebebin olmadığını’’ dile getirmiştir.

Nihayet yine Maliye Vekili Ferid Bey ‘’Bu Liva olmak isteyen kazalar halkının taahhüt ettikleri masrafları bütçeye teberru yani makbuzla teslim etmedikleri sürece bu yeni Livalar için bütçeye havalelerini katiyen vermem. Ancak Heyeti Aliye’niz derse ki, hiç almadan yapınız o zaman veririm. Ama şahsi kanaatim, mademki taahhüd etmişlerdir o zaman bir yıllık masraflarını tevdi etmelidirler’’ diye uyarması üzerine Canik Mebusu Ferid Bey itiraz eder:

‘’Bu konunun tenvir edilmesi yani aydınlatılması gerektiğini ve buna göre bu isteğin bir kanuni dayanağı olmadığını, katiyyen kimseden beş para alınamayacağını ve bu masraf parasını ya Devletin kendisinin vermesi gerektiğini yâda bu kazaları hiç Liva yapmamak gerektiğini, nihayetinde yarın parayı vermezseler kimsenin gidip mallarını haczedemeyeceğini’’ belirtmiştir.

Fakat Maliye Vekili Ferid Bey, bu itirazı kabul etmeyerek; teklifin kabulü halinde kesinlikle bu paranın tediye edilmesi gerektiğini ve bu konuda şüphe bile dilmeyeceğini belirterek ‘’Efendim, siz teklifinizi yapınız.’’ Diyerek, bu masrafın muhakkak tediye edileceğini belirtmiştir.

Nihayet İki kazanın Liva yapılacağını kabul eden 68 ve 69 Numaralı Kanun teklifleri okunmuştur, bu teklifleri ve yapılan konuşmaları aynen sunuyoruz:

Giresun Livasının oluşturulmasını kapsayan 68 Numaralı Kanun Teklifi:

“MADDE 1. — Merkezi Giresun olmak Tirebolu, Görele kazaları ile Karahisarısarkî sancağına merbut Kırık nahiyesi ilhak edilmek üzere Giresun müstakil livası teşkil edilmiştir.

(Kabul, kabul sesleri).

REİS — Kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul olunmuştur efendim.

TUNALI HİLMİ B. (Bolu) — Gerek zaruret itibariyle ve gerek vaktin nakit olması itibariyle müstaceliyetle tahtı karara alınmasını teklif ederim.

BİR MEBUS B. — Zaten müstaceliyet kararı vardır.

MADDE 2. — İşbu kanun ahkâmının icrasına Heyeti Vekile memurdur.

REİS — İkinci maddeyi kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın. Kabul olunmuştur.

MADDE 3. — İşbu kanun tarihi neşrinden muteberdir.

REİS — Kabul olunuyor mu? Kabul olunmuştur.

Efendim, heyeti mecmuasını kabul edenler ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir.’’

Daha sonra ise 69 numaralı kanun olarak ORDU’nun müstakil liva yapılması oylanmıştır:

‘’Efendim, Ordu livasının teşkiline dair olan kanunu da reyi âlinize arz edeceğim.

MADDE 1. — Merkezi Ordu olmak üzere Canik sancağına merbut Fatsa ve Ünye kazalarının rapt ve ilhakı suretiyle Ordu müstakil livası teşkil olunmuştur.

REİS — Kabul edenler ellerini kaldırsın. Kabul olunmuştur.

MADDE 2. — îşbu kanun ahkâmının icrasına Heyeti Vekile memurdur.

REÎS — Bu maddeyi kabul edenler ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir.

MADDE 3. — îşbu kanun tarihi neşrinden muteberdir.

REÎS — Üçüncü maddeyi kabul edenler ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir.

Efendim, heyet-i mecmuasını kabul edenler ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir.’’

Böylece Ordu ve Giresun’un bugünkü anlamda il olması 4 Aralık 1920 (4. XII. 1336) tarihinde mecliste kabul edilmiş ve 4 Nisan 1921 (4 Nisan 1337) tarihinde 9 sayılı Resmi Gazete’de, 68 numaralı ‘Giresun Müstakil Livası Teşkiline Dair Kanun’’ve 69 numaralı ‘ Ordu Müstakil Livası Teşkiline Dair Kanun’’ olarak yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

1924 yılında ise çıkarılan Anayasanın 89. maddesine göre liva (sancak) adları İl olarak değiştirildiğinden, bu tarihten itibaren bu iki ilimiz Ordu ili ve Giresun ili olarak idari taksimattaki yerini almıştır.

SONUÇ:

Milli Mücadele yıllarında Giresun’un Liva (İl) olma dilekçesinden doğan BMM. Görüşmelerinden hesapta yokken sürpriz bir İl olarak çıkan ORDU Vilayeti, 1933 yılında son olarak Mesudiye’yi de coğrafyasına ekleyerek bugünkü mevcut coğrafi haritasını tamamlamış oldu.

Ne hazin bir sondur ki; o vakitlere kadar Osmanlı idari teşkilatı gereği bir eyalet yapısı ile büyük bir Vilayet olan Trabzon’un parçalandığı bu süreçte; iki ayrı kazasından biri olan Giresun’un İl yapılması teklifine karşılık, eğer Giresun İl yapılırsa diğer bir Trabzon kazası olan Ordunun da İl yapılmasının gereğini geçerli sebeplerle ikinci teklif olarak öne süren ve B.M.Meclisinde bu teklifi başta Tunalı Hilmi gibi Vekillerce taraftar bulan (anlaşılıyor ki Ordu kazası ve çevresinde de kamuoyu oluşmasına vesile olan) Şarkikarahisarın Mesudiyeli Vekili Serdaroğlu Mustafa Bey, ORDU İli diye bir Vilayetin doğmasına en çok sebep olan Şahıs olmuştu. Ancak bu görüşmeler sırasında teklif olarak geçen Mesudiye’nin Şarkikarahisardan ayrılıp Orduya bağlanmasına şiddetle karşı çıkmasına ve bu Teklifin gündemden çıkmasını sağlamasına rağmen 1933 yılında Mesudiye kazası Orduya bağlandı. Ancak, 1925 yılında vefat eden Serdaroğlu Mustafa Bey, çok üzüleceği bu sonucu görmeden hayata gözlerini yumdu. (Bir sonraki yazımızda hayatına değineceğiz) Acaba, çok üzüleceği bu sonucu daha o vakitler Meclis sıralarında iptal ettiren ancak Ordu kazasının da İl olmasını sağlayan Mustafa Bey, bu sonucun doğacağını bilse..Ordu’nun İl olması için bu kadar mücadele eder miydi?

Çünkü; 1933 yılında 2197 sayılı Kanunla gelirleri giderlerini karşılamadığı gerekçesiyle Şebinkarahisar vilayet olmaktan çıkarılarak ilçe haline getirilmiştir. Bugün olsa tuhaf hatta komik karşılanacak bir gerekçeyle 500 yıllık Şarkikarahisar Vilayeti dağıtılarak kendisi ve kazaları 4 (dört) ile dağıtıldı. Özetle; kendisi ismi de değiştirilerek Şebinkarahisar adıyla ve Alucra ile birlikte iki kaza olarak Giresun’a..Suşehri ve Koyulhisar kazaları Sivas’a..Mesudiye kazası Ordu’ya.. Şiran kazası ise Gümüşhane illerine bağlandı.

Böylece, bugünkü Ordu idari İl sınırları Coğrafi olarak tamam oldu. İlk İl olduğunda ORDU İlinin; Merkez İlçe, Ünye ve Fatsa olarak 3 İlçesi vardı. Mevcut durumu bozarak ilk ilçe olan 1936’da GÖLKÖY oldu. 1945 yılında Perşembe ilçe oldu. Tek parti döneminden sonra DP döneminde ise ilk olarak 1954’de tarihi ismi Karakuşun (bizzat Adnan Menderes tarafından değiştirilmesiyle) AKKUŞ, 1958’de Ulubey, 1959’da ise AYBASTI ilçe oldu. Devamında ise 1 Nisan 1961 Tarihinde DP İktidarının son aylarında FATSA’ya bağlı KUMRU ve KORGAN Nahiyeleri ilçe oldu. Nihayet; 80’li yılların sonunda ANAP İktidarında 1987 yılında Gülyalı ve GÜRGENTEPE..1990 yılında da ÇAMAŞ, Çatalpınar, ÇAYBAŞI, İkizce, KABATAŞ, Kabadüz ilçe olmuştur. Ve 2013 yılında da Ordu İlinin BÜYÜKŞEHİR olmasıyla Merkez İlçe ALTINORDU ismiyle ayrılmıştır.

Bugün itibariyle yaklaşık 6 bin km. kare yüz ölçüme sahip ORDU İlinin bu kadar (19) ilçesi olmasında elbette birtakım garabetler vardır. Bunların başında eski siyasi mülahaza ve politik yaklaşımların geldiği aşikârdır. Bundan sonraki yazılarımızın konusu olan bu mevzuyu şimdilik erteleyerek Ordunun İl olma sürecinde (kanaatimizce yanlış olarak gördüğümüz) bir takım idari mülahazalara değinmek istiyorum:

YEREL REALİTELER IŞIĞINDA MESELEYE BAKIŞ AÇIMIZ:

Ordunun İl olma sürecini meclis tutanakları ile göz önüne sererken son serencamda şuna dikkat çekmiştik: Ünye ve Fatsa gibi Bafra, Çarşambadan sonra en büyük iki kazasını birden Orduya kaptıran CANİK (Samsun) Vekillerinin BMM. inde bu konularda hiç itirazının olmayışı. Bu çok şayanı dikkat bir meseledir. Halbuki en doğuda ve Ordu İline yakın nispette denebilecek Fatsa kazasına kerhen evet dense de Ünye’nin Orduya bağlanmasına neden Evet dedikleri yâda itiraz etmedikleri meçhul bir durumdur. Görünen o ki, Canikli Vekiller olan durumu kabullenmişlerdir, olumlu bulmuşlardır.

Belki de BM.Meclisi müzakereleri sırasında Canik Vekillerinin bu (Ünye kazasının Karakuş Nahiyesi ile birlikte Canikten ayrılmasına sebep olan) tutumlarına sebep, Ünye gibi, o devirlerde ve geçmişe doğru 5 Asır Canik Sancağının doğusunda sahilde en güzide sayfiye (yazlık yerleşim) yeri olan Ünye kaza merkezine mukabil; Ünye’ye bağlı Karakuş Nahiyesi gibi güneyinde-arka kısmında oldukça yüksek ve geniş, dağlık bir yerleşim sahasının varlığıdır. Zira, hem bu kadar dağlık hem de Canik Liva merkezine (Samsuna) uzak olan mevcudu yüze yakın, genellikle hayvancılıkla geçim temin eden ve ekonomik şartları çok zor olan Karakuş Nahiyesi ve ona bağlı Salman civarı ve Ünyeye bağlı yüksek köylerin varlığı ve dahi bunların o dönemde ki nakil vasıtaları ve şartları ile müşkül olan idaresi de etkili tavır olmuş olabilir.

Hâlbuki Ünye halkı bu duruma hemen Evet demiş midir?

Bundan 8-10 yıl önce bir Yaz mevsiminde geçerken uğradığım ve biraz aman geçirmek gayesiyle gezdiğim Ünye’de rast geldiğim Sanat etkinliğinde bir Açıkhava resim sergisi düzenleniyordu. Burada çok önemli bir eski siyah beyaz resim dikkatimi çekti: kalabalık bir insan grubu sahil boyunca sanırım bir yürüyüş yâda gösteri düzenliyorlar, ellerinde (uzakta kalması nedeniyle okuyamadığım) Osmanlıca yazılar dolaştırıyorlardı. Resmin altında sanırım şu yazıyordu:

‘’Ünye halkının Canik Sancağından alınarak Orduya bağlanmasını kabul etmemesi nedeniyle düzenlenen yürüyüş’’

İmdi, demek ki o vakitler Ünye kamuoyu bu oldu bittiyi kabul etmemiş, 500 yıldır bağlı bulunduğu ve aynı yerel kültüre, konuşma ağzına, folklora sahip Canikten ayrılmak istememişti. Haksız mıydı? Bence haklıydı..Peki bu kabullenmeyiş neden yankı bulmadı?

Henüz daha savaş safhası başlamayan ve yörede Pontusçu Rum Çeteleriyle uğraşan, can ve mal kaygusu taşıyan bu kaza halkının Milli Mücadele döneminde bu ısrarı sürdürmesine olanak yoktu. Zaten karar verilmiş ve Mecliste itiraz eden de olmamıştı.

Peki ya Ünye’ye bağlı Karakuş?

Yani Karakuş (AKKUŞ) Nahiyesinin ORDU’ya dâhil olmasının sebep, sonuç ve geçerliliği nedir?

Halen Canik yerel tarih kitaplarında, yâda Canik (Samsun) tarihini anlatan akademik kitaplarda son dönemde Canik Livasının 3 Nahiyesinden biri olarak geçen Ünye kazasına bağlı Karakuş nahiyesinin durumu neydi? Ahalisinin olanlardan haberi var mıydı?

Sanırız, Ünye’ye yaklaşık 60 km. mesafede ve oldukça yüksek bir rakımda bulunan (merkezi 1340 mt.) Karakuş Nahiyesi gerek nakil ve iletişim vasıtalarının zorluğu gerekse zaten tarih boyunca devamlı değişen idare merkezlerinden 4.merkezi olan şimdiki yerine yerleşeli 40 yıl bile olmamış ve içinde oturan bir avuç insanı ve dahi köylerinde yaşayan gariban halkıyla olanlardan (belki Nahiye Müdürü ve birkaç memur, zabit, asker dışında) haberdar bile değildi. Hoş olsa ne değişirdi ki? Bu yoksul halk bir taraftan fukaralık diğer taraftan Pontusçu Rum Çetelerinin (bilhassa meşhur Sirop Çetesi) ortaya koyduğu dehşet ile düştüğü can ve mal kaygusunu netice doğuran asayişsizlik ile bu Milli Mücadele döneminde bunları düşünecek durumda değildi. Aynen kuzeydeki sahil kazaları Ünye, Fatsa halkı ile içeride yani güneydeki Niksar ve Erbaa halkı gibi ‘’Devlet askere derse askere..teskere derse teskere’’ der, durumdaydı.

-Peki, burada sorunlar neydi? Çözüm yolları ne olmalıydı?

4 İlden kes- yapıştır olarak bir Ordu Vilayeti oluşturulmuştu. Yani; uzağında olsa da eski bir Trabzon kaza ahalisi olan ORDU ve merkez nahiyeleri (sonradan ilçe olan Aybastı, Ulubey, Gölköy, Gürgentepe, Kabadüz Kabataş, Gülyalı) ..CANİK’e bağlı büyük ilçeler Ünye ve Fatsa ile bunlara bağlı sonradan İlçe olan o vakitler bir kısmı Nahiye, bir kısmı Köyler olan(KARAKUŞ, İkizce, Çaybaşı, Çatalpınar, Çamaş).. ŞEBİNKARAHİSAR’a bağlı MESUDİYE…ve 1888 yılına kadar SİVAS Vilayetine ve daha sonra Canik Sancağına bağlansa da bu Sancağı pek benimseyememiş olan genel Sivas fakat o vakitler daha ziyade Kelkit Vadisi ve Canik Dağları kültür havzasına yani Reşadiye, Niksar, Erbaa gibi yukarı Tokat yerel kültürüne bağlı KARAKUŞ (sonraki adıyla AKKUŞ) Kazalarından mürekkep DEVŞİRME ve SUNİ-SENTEZ (birleşik) bir ORDU İli oluşturuldu.

Elbette bu birbirine yabancı gibi duran ve 4 ayrı yakın ancak farklı yerel kültür coğrafyası ve idari kısmından gelen İlçelerin ve halklarının kaynaşması, yeni Vilayetlerini ‘’ha deyince’’ benimsemeleri öyle kolay olmamıştır. Birde bu duruma o günlerde var olan Coğrafyanın zorluğuna binaen ulaşım, nakil, iletişim zorlukları..bu zorluklarla birlikte yapılması gereken resmi işler, ilişkiler..henüz daha tam teşkil açılmayan şose (stablize topak) yollar ve Ordu merkezin doğuda İl Coğrafyasının en uzak üstelik sahil köşesinde oluşu..söz gelimi az içeride ki bir Ulubey’in Orduya bu şartlara rağmen bile daha kolay ulaşımı sağlanırken, çok geride içerideki Gölköy’ün hele de Mesudiye’nin ve özellikle de çok yüksek irtifada (rakımda) yer alan Karakuşun ulaşım, nakil, münasebet konusunda nice uzun on yıllar yaşadıklarını bir göz önüne getiri isek, misal daha yakın tarihler olan 1984-85 yılları olsa gerek anımsadığım şu örnekler bile yaşananlar için bir fikir verebilir: Ünye’den Akkuşa 3.5 saatte zor ve yorucu bir yolculukla geldiğimizi yine aynı yıllarda Orduya imtihan için 5.5 saatte gittiğimiz hatırlarım. Daha eski tarihlerde hele de motorlu taşıtlar öncesinde yaşanmış olanları tahayyül ettiğimiz de (hatta eski yaşlılardan işittiklerimiz, mesela merhum Dedemin Ünye’ye 1940 ve 50’ler de At sırtında 2 gecede vardıkları gibi örnekler) bu yörelerde yaşayan insanların çektikleri sıkıntılar ve eziyetler hakkında ciddi veriler ortaya koymaktadır. Bu durumda insan aklına ister istemez şu soru gelmektedir:

-Ordu İli gerçekten doğru bir idari yapılanma ile mi kuruldu? Mesela bazı uzak ilçeler için Ordu doğru seçim miydi? Bu ilçeler için daha yakın İller tercih edilemez miydi?

A-)1920-ORDU İli yapılanmasının getirdiği İlçeler bazında olumsuz sonuçlar

Ordu İlinin yapılanmasının Savaş yıllarında ve Milli Mücadele sürecinde Büyük Milet Meclisinde ‘’Giresun halkının Liva olmak için’’ verdiği takrir sırasında ortaya çıkan ani bir durum sonucu geliştiğini yukarıda uzun uzun anlatmıştık.

Demek oluyor ki, burada ORDU İlini doğuran iki durum vardır:

1* Giresun’un Liva olma teklifi ile ortaya çıkmış ani bir durum

2* Olağanüstü bir savaş zamanı diliminde ve Meclis Vekilleri dışında sahaya, yöreye hâkim uzman yekililerin ortak görüşü, düşüncesi alınmadan oluşturulmuş bir Ordu İli yapılanması

Peki, bu iki durum sonuçta nasıl bir sosyo-ekonomik-ulaşım-nakil-hizmet-bürokrasi manzarası ortaya çıkmıştır?

Burada anlattığımız ve aşağıda daha geniş olarak anlatacağımız üzere sonuçta maalesef Orduya yakın ilçeler hariç diğer ilçeler açısından oldukça sorunlu bir manzara ortaya çıkmıştır. Özellikle en uzak iki ilçe olan Akkuş ve Mesudiye ile bu iki ilçeye yakın ancak kendi ilçelerine uzak yerleşim birimleri açısından çok zor bir nerdeyse 100 yıl geride kalmıştır. Elbette daha az uzak olan birkaç ilçe ve köyleri de bu sıkıntıları yaşadılar. Ünye’nin uzak köyleri olup Akkuşa yakın olan kısımlar ile Aybastı, Korgan, Kumrunun uzak köylerinin vb. yerlerinde aynı benzer olumsuzlukları yaşadıkları söylenebilir.

Ancak özellikle bu sıkıntıları ilçemiz Akkuş ve Mesudiye ahalisi yaşadılar.

Fakat, biz Ordu kazasını İle dönüştüren birinci şahsın Mesudiyeli olduğundan hareketle onun mücadelesi özelinde Mesudiye’nin durumunu zaten yukarıda bir miktar anlattığımız üzere daha fazla Mesudiye üzerinde durmayacağız.

Dolayısıyla, burada Akkuş özelinde durarak konuya bir bakış açısı kazandırmaya gayret edeceğim: O zamanki ismiyle Karakuş, Ünye’ye bağlı bir Nahiye olduğunu belirtmiştik. Karakuş 1954’de İlçe olma hakkını kazanmıştır. Ordu iline uzaklığı 2006 yılına kadar 135 km.dir. (Ancak bu rakam şose yollar yapıldıktan sonradır) Hâlbuki Tokat İl merkezine uzaklığı 95 km.dir. Sonradan açılmış bir Kervan yolunun üzerindedir. (İpek yolu değil) Ve Ordu İl merkezine kadar 3 İlçeden (Ünye, Fatsa, Perşembe) geçerken Tokat İl merkezine kadar sadece Niksar ilçesinden geçmekte..Orduya giderken en yakın ilçe olan Ünye 60 km. mesafede iken ve üstelik bir (Karadeniz) YAYLA İklimi karakteri taşıyan 1340 mt. Rakımda ki Karakuştan 10 mt. Rakımda sahilde yer alan Ünye’ye varınca iklim değişmesi ve rakım düşüşü nedeniyle hava çarpması olmakta.. Ancak daha yakın 45m. mesafedeki ve 400 mt.deki Karasal İklim karakterindeki Niksar da ise aynı olumsuz durum pek yaşanmamaktadır. Üstelik Ünye, Fatsa ve Ordu dolaylarında sahil kesiminin yüzyılladır büyük rahatsızlığı olan SITMA Hastalığı tehlikesi vardır. Henüz çareleri tam bulunamamış ve yoksul Osmanlı coğrafyasında uzun yüzyıllar yok edilememiş olan bu Sıtma rahatsızlığı, öyle ki; bazen onlarca yüzlerce insanın toplu ölümüne bile sebep olmaktadır. Bu hastalık çarenin tıbben bulunması, uzun mücadeleler ve tedbirlere mukabil yok edilebilecektir.

Halbuki; Karakuş ahalisi umum olarak o yıllarda sıtma rahatsızlığının az görüldüğü Niksar hattına alışkındır. Zaten sıtma hastalığı da rutubetli (nemli) havanın ağır bastığı, bataklıkların çok olduğu ve bu yüzden hastalığı taşıyıcı sivrisineklerin bol olduğu Ünye, Fatsa ve Terme gibi Sahil yâda sahile yakın yerlerde çok görülmektedir. Sıtmaya yakalanan zavallı insanlar ve özellikle çocuklar yüksek ateşe maruz kalmakta ve karınları davul gibi şişmektedir. (Cumhuriyet kurulduğu yıl Babasının memuriyeti nedeniyle Canik’in Terme kazasında yaşayan ve Sıtmaya yakalanan daha sonra ünlü yazar olup, Hababam Sınıfını yazan Rıfat ILGAZ’ın Termede yakalandığı Sıtma rahatsızlığı ve bunu, Rum Çeteleri ile Karakuştan kısmen bahsettiği eserini okuyunuz)

Özetle; Modernizmin ve küreselleşmenin yerel kültürü ezmediği o dönemde Karakuş (Akkuş) ahalisi Niksar ve Tokat coğrafyasına, yerel kültürüne, iklimine ve halkına sosyal olarak alışıktır. İlişkiler –elbette köylerin yakınlığına göre- daha ziyade güney-iç kesimle alakadardır. Bütün bu durumlar göz önüne getirildiğinde çözüm nasıl olabilir miydi?

Karakuş (Akkuş) için ÇÖZÜM Formülleri ne olabilirdi? 

1-Canik-SAMSUN FORMULÜ:

ÜNYE Kazası Canik Livasında kalacak, böylece KARAKUŞ’ta Ünye’nin bir Nahiyesi olarak CANİK’te yani Samsun İlinde kalacaktır. Zira Ünye, kültürel ve idari olarak zaten bağlı olduğu ve yol şartları olarak zorlu, müşkül ve yorucu olan ORDU Yoluna nispeten CANİK Yolu dümdüz bir şose yol olarak ulaşımı, nakliyatı daha kolaydır. Nihayetinde bugün Ordu İl merkezinin yol şartlarını kolaylaştıran Bolaman-Boztepe arası tünelli duble iç yol ancak taa 2006 yılında yapılmıştır. Yani Ünye ve Fatsa için bile zor olan Bolaman-Perşembe arası o oldukça virajlı, zorlu ve tek şeritli yolu tam 86 yıl boyunca Ünye ve Fatsa hinterlandında olan Akkuş başta olmak üzere Çaybaşı, Aybastı, Korgan, Kumru gibi ilçelerin nasıl bir müşkülatla, çile ile katlandıklarını anlamak için biraz empati yapmak gerekir.

Ünye için daha kolay olan yol, Ünye’ye indikten sonra Karakuş Halkı içinde daha tercih edilebilir. Zira her hâlükârda Ünye’ye kadar olan zorlu yoldan sonra Samsun yolu o yılların Ordu yoluna nispetle elbette daha tercihe şayandır. Bir kez daha hatırlatalım ki; Ünye ahalisi aynı yerel kültür, sosyal-ekonomik durum ve alışkanlıklar sebebiyle CANİK’e aittir. Ve dahi Ünye’nin bir Nahiyesi olan Karakuş ise 1888 yılından hatta Canik (SAMSUN) Vilayetine bir miktar alışmıştır. Karakuş Halkının 500 yıl bağlı bulunduğu SİVAS (Rum) Eyaleti Merkez Sancağından zoraki ayırtılarak, bu yeni bağlandıkları Canik Livası halkını tab’an sevmemeleri ve ‘’CENÜKLÜ, CENİKLİ’’ diye başta ayrı görmeleri ve alışmakta güçlük çekmeleri normal karşılanmalıdır. Ancak geçen 30 küsür sene zarfında alışmaya başladıkları da bir gerçektir. Ticari olaraktan, Canik hem Ünye’ye hem de KARAKUŞ’a daha menfaatli bir tercihtir. Zaten Karakuş halkı hem o yıllarda hem de aradan geçen 100 sene yani 1 Asır zaman sonra bile ekonomik ilişkisinin yarıdan fazlası halen Samsun İli yani o zamanki Canik Livası ve ona bağlı Ünye kazası iledir. Diğer açıdan ise bölgenin merkezi konumunda olan SAMSUN Şehri potansiyel olarak ileride kazalara, nahiyelere kamu yatırımını sağlamak ve ulaşımını düzeltmek açısından daha güçlü ve zengin kaynaklara sahiptir. Halbuki geçen uzun zaman içinde 802li yıllara gelinceye dek, Ordu İli Akkuş İlçesine gerekli kamu yatırımlarını sağlamada hem yetersiz kalmış hem de gereken ehemmiyeti göstermemiştir.

=Bu formül aslında Tunalı HİLMİ’nin istediği-gönlünden geçen idari yapılanmaydı. İlginçtir ki; Karakuş halkı 1888’de CANİK Livasına bağlandıklarında Ahalinin arzusunu dile getiren bir Arz (dilekçe) ile Payitaht (Başkent) İstanbul’da ki Hükümet olan Bab-ı Ali’ye başvurarak ‘’Yeniden Sivas Sancağına bağlanmak istediklerinde’’ Bab-ı Ali bu itirazı; muhtemelen iklim ve Coğrafi şartların (köylerinin genelinin adı gibi Canik dağlarının içinde, kaza merkezinin ise zirvesinde yer alması) sosyo-ekonomik rabıtaların daha ziyade Canik Sancağı ile irtibatlı olması ve kaza merkezinin daha kuzeye taşınması ile Canike (kuş uçuşu 120 km.) ve Doğudaki en büyük kazası Ünyeye ise (60 km) yakında olması, Canik Livasının harita bütünlüğü içinde olması gibi sebeplere binaen bu itirazı kabul etmemiş, Karakuş’un Canik Livasında kalmasını uygun görmüştür.=

Belki de BM.Meclisi müzakereleri sırasında –yukarıda sözünü ettiğimiz gibi- Canik Vekillerinin bu (Ünye kazasının Karakuş Nahiyesi ile birlikte Canik’ten ayrılmasına sebep olan) tutumlarına sebep, Ünye gibi, o devirlerde ve geçmişe doğru 5 Asır Canik Sancağının doğusunda sahilde en güzide sayfiye (yazlık yerleşim) yeri olan Ünye kaza merkezine mukabil; Ünye’ye bağlı Karakuş Nahiyesi gibi güneyinde-arka kısmında oldukça yüksek ve geniş, dağlık bir yerleşim sahasının varlığıdır. Zira, hem bu kadar dağlık hem de Canik Liva merkezine (Samsuna) uzak olan yerel coğrafyada mevcudu yüze yakın Karakuş Nahiyesi ve Ünye’ye bağlı yüksek köylerin varlığı ve dahi bunların o dönemde ki nakil vasıtaları ve şartları ile müşkül olan idaresi de etkili tavır olmuş olabilir.

SONUÇ=Eğer bu formül olsaydı; bu durumda Ünye’nin 2006 yılına kadar başta Akkuş olmak üzere yaşadığı Ordu ulaşım-nakil zorluğu bir miktar ortadan kalkar. Karakuş ise alışmakta olduğu ve kısm-en de olsa sosyo-kültürel olarak yakınlığı olan CANİK Livasında (Samsun İlinde) kalarak, geçen yaklaşık 100 yıl gibi 1 Asır zaman içinde çok daha fazla SAMSUN’a alışacaktı. Zaten gelişmiş bir İl ve Bölge merkezi bir Vilayete bağlandığından, Ekonomik menfaatler daha fazla olacağından daha fazla gelişir ve hususen Canik’e daha yakın-sınır olan Salman-Seferli-Kuzköy kesimi de bundan daha fazla kazançlı çıkardı. Buradan İl merkezi Samsun’a kestirme bir Karayolu yapılması gündeme gelir, ileride ise geçmişte Asarcık, Ayvacık gibi Salman yöresi büyüklüğünde var veya yok Nahiyelerin ilçe yapıldığı göz önünde tutulursa Salman Kasabasının da zaman içinde muhakkak bir kaza (ilçe) haline getirilerek, neticede işlek bir Akkuş-Salman-Salıpazarı-Çarşamba Karayolu açılarak, Ünye-Akkuş ve Akkuş-Niksar karayolu kadar hareketli bir yol haline gelirdi.

2-TOKAT FORMULÜ:

A- Ünye İdari olarak ikiye ayrılabilirdi:

Karakuş Nahiyesi dışında asıl ÜNYE kazası ya Canikte kalır (ki en doğrusudur, bunu yukarıda ÜNYE’nin sosyo-kültürel ve ulaşım şartları açısından en doğru seçim olacağını nedenleriyle açıkladık. Zaten, Canik’e 500 yıldır bağlı olan, ancak en doğusunda ki, Orduya en yakın İlçe olan FATSA’nın verilmesi Tunalı HİLMİ’nin dediği gibi Ordu İli için gayet yeterliydi) yâda diyelim ki; bugün olduğu gibi yine Ünye, ORDU’ya bağlanır:

Ancak her iki formülde de KARAKUŞ Nahiyesi ise idari olarak ÜNYE’den ayrılır ve NİKSAR İlçesinin bir Nahiyesi olarak TOKAT’a bağlanır. Böylece ileride zaten kaza (ilçe) olacak olan Karakuş (Akkuş) TOKAT’ın en kuzeyde ki ilçesi olur.

KARAKUŞ’un bu formülle ÜNYE’den idari olarak ayrılıp, TOKAT’a verilerek en yakınında olan NİKSAR’ın bir Nahiyesi haline getirilerek bağlanması sosyo-ekonomik ve ulaşım verileri ve realiteler açısından zannımızca ve biliyoruz ki nice yıllardır ilçemizde şahit olduğumuz üzere GENEL KAMUOYU İSTEĞİ AÇISINDAN da EN DOĞRU ÇÖZÜM YOLU olacaktı.

Ne yazık ki; Yöreyi iyi tanımayan veya tanıdığı halde mesuliyetli (sorumlu) davranmayan ve artık( hangi nedenle, niçin) BM.Meclisi müzakerelerinde hiç konuşmayan Canik Mebuslarının UYUŞUK ve VURDUMDUYMAZ Tavırları yüzünden bu Çözüm Yolu oluşturulamadı. Ancak, bu Meclis kararı ve neticesinde oluşan yeni idari durumun meydana getirdiği olumsuz sonuçları ise sadece KARAKUŞ değil daha az nispette de olsa ÜNYE Kazası Ahalisi de birlikte 80 yıl boyunca çektiler. Zira, en yukarıda ve en uzakta yer alan Karakuş Nahiyesine mukabil, Ünye Kazasının Karakuşa yakın ve Rakımı yüksek, dağlık ve zorlu arazisi olan Köyleri de vardı. Zaten, Ünye’nin sahile yakın köyleri ve merkezi de o yıllarda şose yolu olmayan Orduya uzaktılar, nakil çok zordu. Her şeyden öte, Ünye ahalisi 500 yıldır sosyo-kültürel olarak Canik’ti, her şeyiyle Canik’ti, ticareti, sosyal yaşamı vs. tamamen Samsuna bağlıydı. Ünye kazası; Canik Livasının ki (doğusunda) Yazlık Sayfiye yeriydi, zira Çarşamba ve Terme kazaları denizden içerideydi. 19.Yüzyıl başında Canik AYANI(Arazi ve adam sahibi Kudretli olup Vali görevi de taşıyan yöre Beyi) HAZİNEDARZADE Süleyman PAŞA burada Yazlık SARAYINI kurmuştu.

Karakuş eğer bu formülle zaten uzak olduğu ve sosyo-kültürel ve dahi iklim-bitki örtüsü gibi coğrafi açılardan bile ilintisinin zayıf olduğu Ünye’den idari olarak ayrılıp, TOKAT’a bağlansaydı; Karakuş Halkı ulaşım-nakil-ticaret-resmi ve idari işler açısından zaten sosyo-kültürel olarak o yıllarda daha bir yakın olduğu Tokat Vilayeti ile hiçbir bağ problemi yaşamayacak ve durumu çok daha rahat olacaktı.

SONUÇ=Eğer bu formül kullanılsaydı; Karakuş yol problemi asgariye iner, kazançlı çıkar. Ciheti (yönü) alışık olduğu yere dönerdi. Sosyo-kültürel bağlar nedeniyle hiçbir güçlük çekilmezdi. Tokat hattı üzerindeki yegane ilçe olan Niksar ile bir bütünlük arzederek, daha bir ekonomik faydalar temin edebilirdi.

Fakat, Akkuş merkez ve yakın köylere nazaran bu kez Tokata yol problemi çekecek olan bilhassa Kuzköy olmak üzere Salman-Kuzköy-Seferli kesiminden Erbaa üzerine şose bir yol ihtiyacı doğar, sadece en uzak kalacak olan Kusköy tarafı ise bir miktar zorluk çekebilirdi.

B-Ünye yine idari olarak ikiye bölünür. ÜNYE, ORDU’ya bağlanır. Ancak; Ünye ve Karakuş’a uzak olup, Canik (Samsun) cihetinde kalan Salman kesimi idari olarak Karakuş’tan ayrılır, Samsuna bağlanır. Ayrıca Ünye merkez kaza köylerinden de bir miktar köy (mesela halen bile ilişkileri Samsun ile olup, Samsuna daha yakın olan eski adıyla Laleli yani şimdiki İkizce ve çevresi) ayrılarak ya direkt Terme Kazasına yâda burada bir yeni İlçe (daha eskiden kaza olan Akçay veya İkizce ilçe yapılarak) Samsuna bağlanır.

Burada Seferlinin konumu tartışmalı olabilir, ancak Seferli yakınlık olarak Salmanın çok daha yakınında ve bu kesimde yer aldığı göz önüne getirilerek, diyelim ki Salman-Kuzköy-Seferli köyleri merkezi SALMAN olan bir NAHİYE yapılarak, henüz o yıllarda Salıpazarı İlçesi olmadığı için en yakın olan ve Salıpazarınında o yıllarda bağlı olduğu TERME’ye bağlanır. Bu durumda SALMAN Nahiyesi ileride zaten İlçe yapılması muhtemel olduğundan –ki Salman bölgesi ile nüfusu ölçeğinde var yok olan Asarcık, Ayvacık Nahiyeleri 1980’lerde İlçe yapıldığı göz önüne getirilirse Asarcık’tan arazi ve nüfus olarak daha büyük olan Salmanın- İlçe olması zaten kuvvetle muhtemeldir. Böylece, Salman SAMSUN’un şarkında-en doğusunda ilçesi olarak mevcut uzak ve dağlık yapısı idari bir yapı kazandığında gelişme imkânı bulmuş olacaktır.(Bugün dahi Salman kesimi köyleri yakın ve sınır oldukları Samsun ile münasebettar olup, Akkuş merkez ve yakın köylerinin yoğun göç ettiği Ünye’ye değil, Samsun metropolüne daha çok yerleşmişlerdir)

Geri kalan Merkezi KARAKUŞ ise yukarıda belirttiğimiz üzere önce Niksar’a bağlı bir Nahiye ve ileride ise Kaza yapılması kuvvetle muhtemel durumuyla yine Tokat’a bağlanır.

SONUÇ=Eğer bu formül işletilseydi köy sayısı ve yüzölçümü eksilmesine rağmen Karakuş (Akkuş) kazançlı çıkar. Merkez kesimi ile Karakuş nüfus olarak küçülür fakat idari durumu kolaylaşır. Coğrafya yakınlığı ve sosyo-kültürel ilişkiler olarak Canik’e daha benzeyen-daha münasebettar olan Salman kesimi de rahat eder. Fakat Salıpazarı üzerine sonradan yapılan bugünkü yolun o vakitler acele şose bir yol haline getirilmesi gündeme gelir. Bu durumda Tokat ilinin de üzerine fazla yük binmez, Ordu’ya EN UZAK ve Tokat’a uzak ve Canik’e ise daha yakın olan Salman kesiminin Canik’e (SAMSUN’a) devri ile hem Salman tarafı hem de Tokat’a ve ana şose yola daha yakın merkez köyleri ile Karakuşun idaresi ve kırsal ahalisinin ulaşımı kolaylaşır.

2.Çözüm Yoluna dair genel değerlendirme=

Bu durumda kanaatimizce Karakuş halkı ve nahiyesi için; 2. Çözüm Yolunun A yada B Şıkları çok daha iyi bir çözüm olurdu diye düşünüyoruz. Fakat, burada 2.Çözüm yolunun B Formülü elbette o yıllarda düşünülmesi zor olan bir yoldu. Zira, henüz Salman bir köydü. Kuzköy ve Seferli hakeza öyleydi. Yani, böyle bir formülün akla gelmeyeceği ve Salman kesimi ve etrafındaki Kuzköy ve Seferli ahalimizinde Karakuştan zaten kopmak gibi bir kanaat taşımadığı, Karakuş halkının ayrılmaz bir bütün kamuoyu fikrinde olduğu o zor yıllarda 2.Çözüm Yolunun B Formülünün Ahalinin umumunun (genelinin) zihinlerinde yer alması oldukça zordu. Bu formülü ancak olsaydı eğer yöreyi bilen, tanıyan Canik yada çevre Livalar, Sancakların Vekilleri dile getirebilirdi. Bu ise zaten mümkün olmamıştır.

Zaten, o zaman itibariyle birer köy olan bu yerleşimler, 1970’lerden itibaren ve özellikle 1980’li ve 90’lı yıllar başında kazanmaya başladıkları kasaba görüntüsü ve çevrelerinde bir merkez halini almışlardı, ki bunlardan yine de gerçek bir merkez görüntüsü arz eden geçmişte de bugünde sadece Salman Kasabası olmuştur. Yani ancak bu aşamadan sonra bu büyük köyler, (Akkuşun doğu kesimindeki Çayıralan, Kızılelma ile birlikte) Belde olarak, Belediye yönetimlerine kavuşabilmişlerdir. (Ne hazindir ki; Seferli, Kuzköy, Çayıralan, Kızılelma ciddi bir kasaba olamadılar diyelim…ancak ciddi bir Kasaba merkezi manzarasıyla Salman Kasabamız; 2014 Büyükşehir Yeni Yönetimi Uygulamasında Belde Belediyelerinin kaldırılmasıyla bir Köy durumuna düşmüştür) Düşününüz ki; şahsım ve binlerce insanın İlçe olmaya layık gördüğü, eğer öyle olsaydı bir Kaymakam tarafından idare olunacak olan Salman Beldesi artık bir Köydür ve bir Muhtar tarafından idare olunmaktadır.

2.Çözüm Yolunun A Formülü olan Sivas’a geri bağlanmak anlamı taşıyan, Sivas Merkez Sancağından ayrılma Tokat Livasına Karakuş Nahiyesi olarak komple bağlanmak ise ahalinin aklında o yıllarda dahi olan bir umumi arzudur. Bunu nerden biliyoruz? Elimizde taa,1880’lerin sonuna ait II.Abdülhamid devrine ait Karakuş Ahalisi tarafından İstanbul’da Bab-ı Ali’ye gönderilmiş Arz(Dilekçe) den biliyoruz. Ahali mealen diyor ki; ‘’Biz yüzlerce yıldır merbut (bağlı, irtibatlı) olduğumuz Sivas Vilayetinden ayrılıp, Canik’e (Samsun’a) bağlanmak istemiyoruz’’ Tabi, netice itibariyle reddedilmiş olsa da bu dilekçenin ortaya koyduğu sosyal realite gösteriyor ki; Canik Vilayeti gibi Bölge merkezi ve Samsun gibi büyük bir İle bağlanmak istemeyen Ahali daha uzakta olan, imkanları gelişmemiş olup, kaza iken yeni İl olmuş olan Ordu İline neden bağlanmak istesin? Dolayısı ile bağlanmak istemedikleri aşikardır.

Netice itibariyle; eğer bütün bu formüller bilhassa son bahsettiğimiz Karakuşun Tokat İline bağlanması Formülü uygulansaydı hem Karakuş Ahalisi rahat edecek hem de Ordu İlinin idari yönetimi de kolaylaşacaktı. Zira tek taraflı düşünmeyelim; Karadeniz Sahil OTOYOLU’nun yapılarak Fatsa Bolaman’dan kestirme İç yolun yapılması ile ulaşımın Ordu’nun Batı kesimi Sahile yakın İlçe ve köyler için ciddi rahatladığı 2006 yılına kadar olan mevcut idari durumda Ordu merkezi yerel –siyasi-bürokrat idarecileri içinde zor olmuş hatta halen de yine güçlükler yaşanmaya devam edilmektedir. Ordu’ya halen EN UZAK İlçe olan Akkuş İlçesinin yönetimi, problemlerinin çözümü, meselelerin saha da incelemesi ve Merkezi irtibatın sağlanması hep güçlükler, zorluklar içinde olagelmiştir. Sözgelimi, Ünye’ye yada Fatsa’ya hatta Ulubey’e gönül rahatlığı ile göreve giden bir il merkezinde ki İdari birim yine Mesudiye, Aybastı gibi hele de halen en uzak ilçe olan Akkuş ilçesine giderken aynı duygular içinde olmamış, bu durum iş verimini de halk memnuniyetini de düşürmüş, üstelik ortaya başka kanaatlerin doğmasına neden olmuştur: Akkuş halkının ‘’ORDU ilinin kendilerini sevmiyor, hor görüyor, hizmet etmiyor gibi’’ düşünmesi bunlardan biridir. Diğer taraftan ise; Ordu İli bütçesinde –elbette nüfus olarak- büyük İlçeler olan ÜNYE ve FATSA başta olmak üzere diğer ilçelerin (yine MESUDİYE gibi) Akkuş gibi halen başta ulaşım gibi temel problemlerini halen çözememiş olması ve EN UZAK İLÇE olan AKKUŞ’a POZİTİF AYRIMCILIĞIN YAPILMAMASI, İl merkezine giden Akkuş halkının özellikle bürokratik, siyasi meselelerinde yetkili idareci ve görevliler nezdinde ayrımcı tavırlara şahit olmaları İlçe ahalisini üzmüş ve bu olumsuz kanaatin pekişmesine sebep olmuştur.

Bütün bunlara ek olarak geçmişte yaşadığımız ve yaşayanlardan dinlediğimiz bazı Toplumsal örneklerden de bahsedersek, zannederim meselenin birde sosyal boyutu hakkında daha sağlıklı fikirler edinebiliriz:

-Daha önce Ordu İli ve sosyal yapısı, kültürü üzerinde yazdığımız bir iki yazıya gelen olumlu tepkiler (hatta sosyal bir araştırma için alıntı isteği) yanında, aldığımız bazı olumsuz tepkiler var ki, burada tepki gösteren kişilerin ortak düşüncesi, bizim Ordu İli genelini –o dönem ki düşüncemiz itibariyle- Orta Karadeniz yerel kültürü içinde değerlendirme ve Akkuş ilçesini de burada harmanlama iddiamıza karşılık ‘’Ordu İlinin aslında Doğu Karadeniz kültürü içinde olduğu, Akkuş ilçesinin yerel kültürünün de daha ziyade Tokat yöresi ile ilişkili olduğunu vs.’’ ifade etmeleri ve ifade ederken Akkuş İlçesini dışlayıcı ve Ordu-luluk kimliği dışında tutmaya çalışan yorumlar..Ordu merkezde yakınlarımız, tanıdıklarımızdan duyduğumuz gerek başta bürokratik işlemler için kamu dairelerinde yaşanan yaklaşımlar gerekse Sosyal hayatta yaşanan bazı yanlı bakış açıları netice itibariyle Ordu İl merkezinin Akkuş başta olmak üzere bazı İlçeleri halen benimseyemediğini yada bu konuda sosyal olarak birlikteliğin tam da sağlanamadığını bize göstermektedir. Demek ki, Akkuşta yukarıdaki bürokratik, idari ve siyasi yaklaşıma karşılık görülen (elbette eskiye göre azalmış görülse de) negatif bakış açıları tek taraflı değildir.

Zaten eskiden beri şahit olduğumuz ve ilçemize yakın olup, en gelişmiş-en büyük şehir olması itibariyle son 30 (otuz) yıldır yoğun olarak binlerce (yirmibin civarında) Akkuşlu nüfusun yerleştiği Ünye merkezde ki daha ziyade eski CANİK SANCAĞI yerel kültürü-Yayla/İç Niksar, SİVAS iç kesimi etkili yerel kültür farklılıkları ile ekonomik gelişmişlik-yoksulluk gibi temel nedenlerle doğan olumsuz bakış açıları; yine ekonomik gelişmeler, modernleşme ve iletişim dünyasında yaşananlarla birlikte Akkuşlu yetişmiş görevli ve de varlıklı insan sayısında artış ve bunun sosyal hayata yansıması ile birlikte ciddi miktar aşılması nasıl hayli zaman almışsa, demek oluyor ki bu durumun-bu idari ve bazı sosyal negatif bakış açılarının Ordu’da aşılması da kolay olmayacaktır. Ancak burada nihayetinde bir İlçe olan Ünye’den farklı olarak Ordunun İl merkezi olması itibariyle beklenen olumlu idari, siyasi ve bürokratik yaklaşımlar ile yüksek, dağlık ve zor şartlara sahip Akkuş ve Akkuş gibi küçük ilçelerin beklediği pozitif ayrımcılık uygulanır, bu ilçelerde ortak bir Ordu Kimliği içinde samimi olarak kabul edilir ve ortaya konursa bu olumsuzluklar aşılabilir.

***Fakat, 1920’lerde yaşanan bütün bu idari acele ve dolayısı ile sinesinde ciddi yanlışlıklar barındıran bu idari kararın en temel nedeni Ünye ve Fatsa’yı da temsil eden Canik Vekillerinin yöreyi iyi tanımamaları, bütün bu ileride zaten yaşanacağı belli durumları göz önüne getirmemeleri, (yada bu sahili güzel ancak yukarısı oldukça dağlık ve müşkül yöreyi hazır fırsat varken gözden çıkarmaları) Milli Mücadele yılları koşulları ve Şarkikarahisar Vekili Mesudiyeli Serdaroğlu Mustafa Bey gibi yöreye hâkim ve konuşacak irade gösterecek bir Vekilin olmayışı nedeniyle zaten Fatsa’yı Canik’ten koparmış olan yeni Ordu İline birde Ünye kazası ve ona bağlı Karakuş Nahiyesinin verilmesini engelleyememek olmuştur.

B-) 1920-ORDU İli yapılanmasının getirdiği olumsuz ve olumlu sonuçlar açısından değerlendirme

Milli Mücadele yıllarında Giresun kazasının Liva (İl) yapılması teklifi sırasında doğan ve gerçeğe dönüşen Ordu kazasının da İl yapılması sürecinde eklenen bazı ilçelerin durumu ve daha sonra uzun yıllar sıkıntılar yaşanmasına sebep olan bu sonuçları; daha ziyade o zamanki adıyla Karakuş, şimdiki simiyle Akkuş İlçesi özelinden anlatmaya çalıştık.

-Milli Mücadele yıllarında BÜYÜK MİLLET MECLİSİNDE Ordu’nun İl olmasını isteyenler kadar olmamasını isteyen Vekiller de vardı. Bunları yazımızın ilk bölümünde ve yukarıdaki satırlarda anlatmaya çalışmıştık. Bu Vekillerin (başta Karesi yani BALIKESİR Vekili Vehbi Bey olmak üzere) arzuları ve mutabık oldukları husus; BİRBİRİNE çok yakın (50 km.) MESAFEDE İKİ AYRI LİVA (İL) TEŞKİL ETMENİN MANTIKLI OLMADIĞINI, ÜSTELİK HARP (Savaş) YILLARINDA BUNUN MASRAFINI ÜSTLENMENİN (Ordu Kazası Halkının iki yıllık varidatı üstlenmelerine rağmen) DOĞRU OLMADIĞINI belirterek, buna karşı durmuşlardır. Bu Vekillerin arzuladığı netice ise; yeni Liva olacak olan GİRESUN’a zaten çok yakın olan ORDU Kazası ve Nahiyelerinin GİRESUN’a bağlı birer kaza olmasıydı. Böylece Trabzon ile Canik (Samsun) arasında gerekli olduğu şüpheli iki değil gerekli ve büyük tek bir Liva ortaya çıkmış olacaktı.

Fakat, iki yazımızda devamlı anlattığımız üzere başta ŞARKİKARAHİSAR (şimdiki Şebinkarahisar) Vekili olan MESUDİYELİ Serdaroğlu MUSTAFA Bey gibi yöreyi tanıyan Vekillerin ısrarı sonucu Mecliste oluşan ağırlık görüşün etkisiyle ORDU’nun ayrı bir Liva olarak teşkil edilmesi sağlanmıştı. Ordu ili bu olağanüstü savaş yıllarında ve aniden ortaya çıkan bir fikir, ısrar ve neticede elbette Ordu kamuoyunun da isteği ile ortaya çıkmasına rağmen ve ORDU İli de teşkil edildikten sonra nerdeyse 1 asırdır yaşanan sıkıntılar akla şu soruyu getirmektedir. Acaba Ordunun Giresun’a bağlı olmasını isteyen Vekiller haksız mıydı?

Aslında sosyo-ekonomik durum kadar bir diğer önemli olan husus COĞFRAFİ Durumu da göz önüne getirirsek ortaya çıkan sonuçlar aslında bu Vekillerin hiçte haksız olmadığını yada haklı oldukları güçlü amilleri olduğunu ortaya koymaktadır.

Buna göre:

1-Giresun ile ORDU zaten birbirine çok yakın (50 km.) mesafede olan iki ayrı İldir. Hâlbuki bu ülkede bu mesafede birbirine yakın olmayan onlarca ilçe vardır, mesela Akkuş’un en yakın olduğu Ordu ilçesi olan Ünye 56 km. mesafededir.

Diğer taraftan ise birbirine yakın olup merkezi ve bağlı çevreler nüfusu yüksek diye iki ayrı yerleşimin yan yana İl yapılması akılcı, reel, mantıklı değildir. Mesela; Samsunun yine en gelişmiş ve en büyük ilçesi merkezi nüfusu 100 bin olan Bafra 50 km. mesafededir. Bu kadar yakın mesafede iki ayrı İlin teşkil olunması Mantıklı, Reel, Akılcı ve doğru DEĞİLDİR. Birbirine bu kadar yakın ve geçmişte aynı tarihsel kökenlere sahip olup aynı kültür havzası içinde yaşayan iki yakın kazayı iki ayrı İl yapmak, hem aşağıda anlatacağımız gereksiz ve ciddi sıkıntılar doğuran çevre İller bölünmelerine neden olmuş, hem de ciddi bir kamu kaynağı israfına neden olmuştur.

2-Ordu Livasının teşkili olağanüstü bir dönemde kabul edilmesi bir yana cidden aceleye getirilmiş bir idari karardır. Mesela; bugün olsa ve Ordu Giresun’un bir kazası olsaydı, kesinlikle bugünkü idari ve siyasi yaklaşımda İl yapılması gündeme bile gelmeyecekti. Zira; kendi iline 50 km. mesafede bir İlçe bugünkü anlamda 145 bin merkezi nüfusa sahip bile olsa İl yapılması düşünülmüyor ve büyük bir idari israf-gereksiz bir karar olarak görülüyor. Buna ispat olarak sadece kendi İl merkezi olan Antakya’ya 60 küsür km. mesafede olmasına ve merkezi güncel nüfusu 250 bin (Suriyelilerle birlikte 300 bine yakın) olmasına rağmen mükemmel bir Liman ve Sanayi şehri olan İskenderun yıllardır onca hükümete rağmen İl yapılmamaktadır. Ki bu durumda kendi il merkezine daha yakın ve merkezi nüfusu daha az olan bir Ordu Kazasını kimsenin İl yapma kararı alması düşünülemezdi.

İşte tam da bu noktada ta o günlerde mevzu Meclis İçtimalarında müzakere edilir yani görüşülürken Karahisarısahip (Afyonkarahisar) Vekili M.Şükrü Bey’in dile getirdiği şu hususlar çok önemlidir. Zira Şükrü Bey sanki sonraki yılları (ileride siyasettin gittikçe ZÜBÜKLEŞMESİ ve OY AVCILIĞI uğruna gelişigüzel İl oluşturma kararlarına) ve de bugünleri görmüş gibi konuşmaktadır. Şükrü bey;

‘’Böyle her kazayı gelişigüzel Liva yapmanın hele de birbirine dört saat mesafede iki Liva yapmanın çok mantıklı olmadığını, Maliye varidatını (gelirlerini) kurutacağını..’’

‘’Bendeniz hiçbir kazanın aleyhinde yahut lehinde değilim. Ben Meclisin Memleket için esaslı bir Teşkilatı Esasiye Kanunu çıkarıncaya kadar hiçbir yerin kaza yâda Liva yapılmasının doğru olmadığı kanaatindeyim. Hükümet, memleket üzerinde haritaya bakarak neresi kaza neresi liva olacak, mütalaa eder, bunları tayin eder ve esaslı bir Teşkilat kanunu ile huzurlarınıza gelir, o zaman meclis kabul edecek ve o zaman memleketin Teşkilatı Esasiyesi hakikaten husule gelmiş olur’’ diyerek, önce esaslı bir İdari teşkilat Kanunu çıkarılmasını ve daha sonra memleketin idari düzenlemesinin (yani nereler Nahiye, hangi Nahiyeler Kaza ve hangi kazalar ise Liva olacak) diye kararların ehil kişiler yoluyla alınmasını teklif etmiştir. Elbette savaş yıllarında bir memleketin yeni bir Teşkilat Kanununa ihtiyacı olmadığı gibi zamanı da yoktur. O zaman, yapılacak olan önce memleketin işgallerden kurtarılması daha sonra ŞÜKRÜ Beyin dediği gibi yeni bir İdari teşkilatlanmaya giderek bu mevzuları görüşmesiydi.

Nihayetinde Şükrü Beyin o günlerde aynı ile bağlı iki komşu mühim kaza arasındaki rekabet ve bazı farklara binaen böyle acele kararlar almaya karşı sadece itiraz etmekle kalmamış ve

‘’İdare teşkilatında Coğrafya ve İktisadın dikkate alınmasının lüzumu ve memleketin kazalarının gelişigüzel liva yapılmamasının gereği’’ diye verdiği takrir (önerge) vermiş ancak reddedilmiştir.

3-Giresun Ahalisinin birçoğu; kendilerine sonradan eklemlenen, içeride ve sahile oldukça uzak tarihi İl Şebinkarahisar ve Alucra kazaları ve bu kesimde yer alıp, sonradan ilçe olan en uzak ilçe konumundaki Çamoluk hariç genel olarak Çepni Türkmenleri kökenli olduğu hatta bazı Osmanlı klasik dönem idari kayıtlarında ‘’Çepni İli, Yöresi’’ diye geçtiği malumdur. Hâlbuki bu ahalinin buraya gelişi daha ziyade Mesudiye merkezli iken Ordu sahiline doğru akınlar yaparak buraları fethedip, Türkmen ahaliyi iskân eden 13. Ve 14.Yüzyıl Hacı Emiroğlu Beliğidir ki; bu beyliğin merkezi daha sonra bugünkü Ordu şehrinin hemen güney kesiminde çok yakın olma Eskipazar’dır. Zaten Ordu merkez kesimi ahalisi içinde Giresun’da daha çok görüldüğü üzere açık Türkmen simalı (Çepni çehreli) insan çok görürsünüz. Elbette geçen yüzyıllar içinde bu iki kaza halkı bir takım ayrı karakterler kazanmış olsa da tarihi-kültürel ortak yanları vardır. Yeni demek oluyor ki; Giresun ve Ordu zaten aynı tarihsel kökenlerden ve süreçlerden gelen bir yerleşim ve ortak Çepni Türkmen kökenlere sahiptirler. (Elbette Ordu ve Giresun’da yaşayana bütün ahali Çepni Türkmen’i değildir.1878 sonrası hayli Gürcü yerleşimine sahip olan Ordu ve Giresun’da elbette yüzyıllar içinde birçok farklı etnik kökenden gelmiş, yâda farklı Türkmen geçmişlerden gelip kaynaşmış halklar mevcuttur)

Yani demek oluyor ki; iki ayrın tamamen tab’an (yapı ve karakter olarak) yarı olduğunu söylemek güçtür. Ve yanı çatı altında nasıl aradan geçen 100 yıla yakın zamanda 4 ayrı yerel kültür havzasından gelen ilçeler Ordu çatısı altında bir yakınlaşma sağlamışsa birbirine çok yakın olan Giresun ve Ordu ahalilerinin birbirlerine aradan geçecek bir 100 yıllık koca zaman diliminde alışmayacaklarını söylemek abartılı bir iddia olacaktır.

Serdaroğlu Mustafa Beyin ve bazı Vekillerin dile getirdiği Asayiş problemleri ise 19.Yüzyıl ve 20.Yüzyıl başında yaşanan genel sıkıntılardır. Burada yaşanan asayişsizliğin Ordu’da kültürel kaynaklı durumundan başka; devletin yaşadığı genel problemler, iç sıkıntılar ve yaşanan savaşlar sonucu oluşan yerel otorite boşluğu ile de alakası olduğu açıktır. Bu sıkıntıların başında gelen mesela Pontus Rum çeteleri sadece Ordunun değil Giresun ve özellikle de Canik (Samsun) Livasının yaşadığı ciddi bir güvenlik sıkıntısıydı. Bu problemler o yıllarda birçok ilde yaşanmasına rağmen daha sonraki Cumhuriyet döneminde çözülmüştür. Demek oluyor ki, Ordu kazası da eğer Giresun’a bağlansaydı zaman içinde asayiş problemlerinin çözümü sağlanacaktı.

Burada şu önemli husus da hatırlatmakta çok fayda vardır. Meclis içtimalarında bu mevzu görüşülürken Meclis Reisi (Başkanı) ve Milli Mücadelemizin Lideri sonra ise Cumhuriyetimizin kurucusu olacak olan Mustafa Kemal PAŞA, bir hatırlatmada bulunur:

‘’Eğer Giresun’u Liva yapmak, ancak Orduyu ise oraya bağlamamak durumu olduğu takdirde Ordunun Giresun ile –daha önce Trabzon’a bağlı ortak ilçeler olmaktan gelen alakasının- kesilmiş olacağını hatırlanmasını’’

Bu şu demek oluyor ki; daha önceki zamanlar ve asırlarda hem yakın birere kaza hem de aynı kültürel-idari geçmişten gelen iki ahalinin Trabzon’un iki ayrı kazası olmaktan ileri gelen başta yol, nakil münasebetleri olmak üzere aralarında var olan her türlü ticari ve sosyal münasebetlerin iki ayrı Liva (İl) olmakla kesileceğini, azalacağını hatırlatmaktadır. Hâlbuki aynı idari İl çatısı altında olmak bu ilişkileri azaltmak şöyle dursun, daha da artıracak ve aradaki münafereti (sosyal düşmanlık ve nefreti) zamanla azaltacak ve belki de yok edecektir.

4-Giresun haritasına bakarsanız Doğu kısmında epey ilçesi ve mesafesi olduğu halde Batı kesiminde sadece iki (biri büyükçe Bulancak ve diğeri küçük Piraziz) ilçesi ve kısa bir mesafesi olduğunu, bu kesimin kadük kaldığını görürsünüz. Zaten Karesi Vekili Vehbi Bey ve arkadaşlarının anlatmaya çalıştıkları huşulardan birisi de budur. Mesela Giresun İl merkezi ile en Doğusundaki ilçesi olan Eynesil arasında 89 km. mesafe olduğu halde, en Batısındaki Piraziz ilçesi arasındaki mesafe ise 26 km.dir. Bu oldukça dengesiz bir ortalamadır. Sahil konumundaki iller için mantıksız bir düzenlemedir.

Giresun, hâlbuki –eğer haritaya şöyle bir kabaca göz hesabı yaparsanız- Giresun İl olduğunda (Tirebolu’ya bağlı iken sonradan ilçe olan)Eynesil ile Fatsa ilçesi arasında tam ortadadır. Ordu eğer Giresun’a bağlansaydı, en doğudaki Eynesil ile 89 km. mesafesi olduğu malum olduğu halde, bu durumda Giresun’un en Batısındaki ilçesi; bugün Orduya bağlı Perşembe arasında bile mesafe 65 km. olacaktır. Hatta, yine bugün Ordunun büyük bir ilçesi olan Fatsa bile Giresuna 86 km.dir. Demek ki; Giresun’un doğusu 90 km. mesafe iken batısında ise sadece yaklaşık 30 km. mesafe olması çok tuhaf, saçma ve mantıksız bir durumdur. Böyle bir coğrafi nispetsizliği göz göre göre Liva (İl) teşkil etmek açıkça bir idari cinayettir. Zaten bu idari tasarruf, sonradan bölgesel domino etkisi yaparak Giresun, Samsun İllerinin idari yapısının yeniden değerlendirip düzenlenmesi ve 500 yıllık (merkezi Şebinkarahisar olan) Tarihi Şarkikarahisar İlinin dağıtılması gibi 3 (üç) önemli idari erozyon yaratmıştır.

Fatsa demişken, o vakitler Samsun’a (Canik’e) bağlı bir Kaza olan Fatsa, Samsuna 110 km.dir. Hâlbuki yukarıda belirttiğimiz üzere aynı Fatsa kazası Giresun Liva merkezine 86 km. mesafedeydi. Bu şu demek oluyor; eğer sadece Giresun İl olsaydı bırakınız Orduyu Giresun’a bağlamak..Fatsa’yı Samsundan alıp (elbette Ünye’yi Samsun da bırakarak) Fatsa’yı Giresun’a bağlamak bile Coğrafi-Nakli açıdan hiçte yanlış olmayacaktı. Yukarıda belirttiğimiz üzere; bu durumda Giresun’un en doğusu ile en batısı arasındaki Coğrafi mesafe dengeli duruma gelecekti. Hiç olmazsa Ordunun Giresun’a bağlanması en azından batısındaki mesafe kısalığını önemli ölçüde giderecekti. Burada şunu belirtmek gerekir ki; Fatsa’nın Giresun’a bağlanması görünürde mesafe yakınlığı ve coğrafi benzerlik açısından doğru bir tercih olsa da o yıllarda Fatsa ahalisinin tercihine bırakılmış olsa Fatsa ahalisi daha uzak gözükse de Canik Livasında kalmayı tercih edecekti. Çünkü;

*Mesafe olarak daha yakın olsa da arada yer alan Bolaman-Perşembe arası sahilde yer almasına karşın, dehşet zorlu olan virajlı,eğimli olan yolun Girasuna kadar nakilde çok müşkül, yorucu olması..ancak mesafe olarak daha uzakta yer alsa da Canik Livası Merkezi olan Samsun arası yolun ise düz ve naklin kolay olması..

**Ordu İli teşkil edilirken bile unutulan bir mevzu şudur ki, çok önemlidir: Fatsa’dan sonra Coğrafya ve İklim bir değişime uğrar.Fatsa hatta önemli nispette Ünye İlçesi de Canikten daha ziyade Ordu ve Giresuna Coğrafi olarak benzese de İKLİM olarak farklı olup, SAMSUN İli ile rabıtalıdır. Fatsaya bağlı ve az ileride doğusunda yer alan Bolaman beldesi ile Ordu merkezinin az batısında sahilde yer alan Perşembe arasında doğal bir Dağlar kütlesi ve sahil silsilesi vardır ki; bu ara bölge ciddi bir ana değil ama ara iklim sınırını oluşturur. Buna göre, Doğuda yer alan Perşembeden başlayarak Ordu ve Giresun ortak bir yerel Karadeniz Sahil İklimi özellikleri taşırken, Bolamanın batısından itibaren Fatsa, Ünye hatta hemen hemen Terme ve Çarşamba (Yeşilırmak’a kadar) aynı ortak yerel Karadeniz Sahil iklimi özellikleri taşır. Zira bu bölge tarihi Canik Coğrafyasının doğu kısmını oluşturur. Mesela, çokça şahit olmuşuzdur ki; Ordu tarafında yağışlı hava altında Fatsa tarafına geçenlerin burada yağışsız bir havaya…Fatsa tarafında yağışlı havaya şahit olanların eskiden Bolaman-Perşembe arasını, şimdi de Bolaman-Efirli arası İç Otoyolunu aşanlarında yağışsız açık bir havaya şahit olduklarını sıkça duymuşuz hatta yaşamızdır.

Demek ki, burada aradaki coğrafi büyük kütlenin ayırdığı doğal bir iklim engeli vardır: Ordu-Giresun İklimi birbirine benzer yanı yerel iklim özelliklerini taşırken..Fatsa-Ünye-Samsun doğu kısmı ise aynı yerel iklim özelliklerine sahiptir. Burada şu da ortaya çıkıyor ki; değil Ünye ve elbette ona bağlı olan, oldukça yüksek rakımdaki bambaşka şartlara sahip bir Karakuş (Akkuş) Nahiyesi..Fatsa kazası bile aynı sahilde yer almasına rağmen Ordu ili aynı yerel iklim yapısına sahip değildir. Fatsa kazası da aynen Ünye kazası gibi; hem Canik Doğu kısmı yerel kültürü hem de (Yeşilırmak’tan itibaren) aynı doğu kısmı yerel iklimi havzası içinde kalmaktaydı.

Eğer Ordu kazasını Liva yapmayıp, bağlı olduğu 5 (Beş) Nahiye ile birlikte büyük bir Giresun Livasını (İlini) oluşturma gibi bir seçenek zorlansaydı, birbirine oldukça yakın mesafede iki il teşkil edilerek KAMU KAYNAKLARI HEBA EDİLMİŞ OLMAYACAK, BÜYÜK BİR İDARİ TASARRUF SAĞLANMIŞ OLACAK ve BU COĞRAFYADA YAŞAYAN İNSANLAR ZAMAN İÇİNDE BİRBİRİNE ALIŞARAK ve ORTAK İL SOSYO-EKONOMİSİ ve BRİLİKTELİĞİ OLUŞTURULARAK, SOSYO-EKONOMİK PROBLEMLER DE GİDERİLMİŞ OLACAKTI.

Bu durumda Mesudiye Şarkikarahisar’da kalacak; 500 yıllık Şarkikarahisar Vilayeti (biraz da kadük kalmış Giresun’u iç kesimden coğrafi derinlik ile besleyerek, büyütmek gibi başka nedenlerle de ) dağıtmak gereği kalmayacaktı. Bu durumda, Samsunda kalacak Ünye Kazasının Karakuş Kazası Halkı bilinçlendikçe bugünlere gelmeden Tokat’a bağlanma hayalini engelleyecek (Ordu İlinin Güneydoğu kısmından Coğrafi eksikliğe yol açacağı endişesiyle engel olma) durumu ortadan kalkacaktı. Bu durumda en azından her şeyiyle Samsun olan büyük Ünye İlçesi samsunda kalacak ve Samsun İli kaybettiği bu iki güzide İlçesi (Ünye, Fatsa) yerine, iç kesimden Coğrafi derinlik kazanarak kaybını gidermek adına Amasya’dan Lâdik, Havza ve Vezirköprü’yü almak zorunda kalmayacaktı. Böylece de tarihi ve halen bir Tarihi Açıkhava müzesi olan Amasya İli küçülerek kadük bırakılmayacaktı.

Gördüğünüz üzere bir yanlış Karar; nasıl bir zincirleme yanlışlara ve mağduriyetlere sebep olmuştur, işte yaşanan mağduriyetler ve gerçekler ortadadır.

Bugün elbette Ordu özellikle son 15-20 yıl içinde Büyükşehir idaresini de kazanarak bir ivme yakalamıştır. (Üniversite, Havaalanı, bazı yatırımlar ve Kentsel büyüme) Ancak hemen yanındaki Giresun ise halen kadük kalmıştır. Burada elbette Ordu şehrinin konumlandığı arazinin (bütün Karadeniz’de Samsun hariç görülmeyen) düz ve düze yakın geniş bir araziye sahip olmasının katkısı çok büyüktür. Ancak yan yana iki ilin olması nerdeyse 100 yıldır kamu kaynaklarını heba ettiğini ve birbiriyle alakasız 4 yerel kültür havzasından ilçeleri bünyesine katarak zorla DEVŞİRME ve SUNİ bir İl idaresinde toplayarak, yıllarca alışma ve uyum zorluklarıyla beraber ..uzak ve dağlık coğrafi yerlerin kendisi de uzak ve Coğrafyayı ortalamamış uzak bir noktada İl merkezine nakil, ulaşım zorlukları yaşanması ciddi sosyal-ekonomik-bürokratik güçlüklere neden olmuştur.

Hâlbuki ortak bir İl idaresinde Ordu ve çevresindeki İlçeleri olan Perşembe, Ulubey, Gölköy, Aybastı, Kabadüz, Gürgentepe, Gülyalı’yı, GİRESUN’a bağlamak hem Kamu kaynaklarında ciddi bir tasarruf, hem dağlık fakat birbirine benzeyen bir Coğrafyayı tam ortalamış bir İl merkezine eşit uzaklıkta insanları ulaşım, nakil gibi bürokratik zorluklara fazla uğratmadan, zaman içinde zaten birbirine yakın olan yerel sosyo-ekonomik şartların ve benzerliklerin ise oluşacak zorluklarının da zaman içinde çözülerek ve uyum sağlanarak kalkmasıyla Trabzon ile Samsunun ortasında bugüne nazaran çok daha gelişmiş bir İl Merkezi Giresun şehri ve hemen yakınında adeta bir Karadeniz İskenderun’u özelliğinde olan gelişmiş bir büyük İlçe Ordu ile birlikte 1 Milyon nüfuslu bir büyük GİRESUN Vilayeti ile karşı karşıya olacaktık. Bu tarihi fırsat kaçırılmıştır.

Ordu kazası ise tıpkı Hatay ili örneğinde olduğu gibi İl merkezi olan Antakya şehrine 61 km. mesafede benzer noktada konumuyla yine İskenderun gibi yine gelişmiş ve tıpkı Antakya’dan daha büyük İskenderun İlçesi gibi Giresun’dan daha büyük Ordu İlçesi olacaktı. Efendim, Ordu gibi yer nasıl İlçe olur-muş denebilirdi. Yine unutmayın İskenderun Ordu Şerhinden de büyüktür ama Antakya’nın İlçesidir ve bu yakınlık nedeniyle İlçe olması doğru değildir. Demek ki, Ordu da pekala aynı durumda olabilirdi. Bunun örnekleri sadece İskenderun değildir, mesela; İzmit-Gebze..Samsun-Bafra gibi benzer durumda yerler vardır ve bu yerlerin -Siyasi olarak demiyorum- Bilimsel olarak İlçe olmasının doğru olmadığını 2009 yılında Alanya İşletme Fakültesinde Hoca olan Pr.Dr. olan Sayın Dekan İbrahim GÜNGÖR yaptığı çalışma ile ortaya koymuşlardır. Demek ki bugün olsa, aynı rapora ve çalışmaya göre, eğer Giresun İl olsa ve Giresun’a bağlı Ordu İlçe olmak isteseydi. Ordu’nun da Bilimsel olarak İl olması doğru bulunmayacaktı.

5-Demokrasilerde Halk isteği elbette önemlidir, hatta Demokrasinin temelidir ancak şu da vardır ki; Halkın her istediğinin yapılması her zaman hem mümkün değildir, hem de doğru değildir. Mesela, dağ başında ulaşım, nüfus, altyapı ve tesis problemlerini halledememiş bir küçük ilçe yukarısındaki bir dağa bir teleferik isteyebilir. Bu oldukça masum gözüken bir istek o ilçenin bütçesinin katlarcasına, hayli yüksek ve bu şartlarda kendini amorti etmesi mümkün olmayan ciddi bir yanlış yatırım olur. Tıpkı, ovasında domates yetişmeyen Kars halkının salça fabrikası istemesi gibi. .ancak bu sonuncusu vakti zamanında siyasi istismar ve oy avcılığına göz yumularak yapılan fakat sonucunda kamu kaynaklarının heba edilmesi ve büyük zararlar doğuran hazin bir neticedir.

Yani, Ordu halkının o vakitler ‘’Liva olmayı’’ istemesi, talep etmesi kadar doğal bir şey olamaz. Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız zere Samsunun Bafra, Hatay’ın İskenderun, Kocaeli’nin Gebze İlçeleri halkları da İl olmayı geçmişte olduğu gibi bugün dahi arzu ederler. Ancak; bilimsel, reel ve akılcı yaklaşım bu politik karara onay vermez. (Yine yukarıda bahsettiğimiz 2009 Alanya İşletme Fakültesi Bilimsel Raporu buna ispattır. Bu raporda merkezi nüfusları kalabalık olmasına karşın bu ilçeler yer almaz)

Dolaysıyla bu durum, Ordu kazasının o zaman nasıl İl olabildiği sorusuna yanıtı kolaylaştırmıştır:

-1920 yılına dek Trabzon’a bağlı olan Ordu Kazasının İl olması; olağanüstü bir Harp dönemi şartlarında, konunun sağlıklı değerlendirme imkanı bulunamadığı bir dönemde..akılcı, reel ve saha sonuçlarının değerlendirme şartlarının ehil yetkililerce değerlendirmekten yoksun olunduğu ortamda yöreyi bilen Şarkikarahisar Vekili Mesudiyeli başta Serdaroğlu Mustafa Bey gibi birkaç Vekilin ciddi muhalefet gayretleriyle mümkün olmuştur. Yoksa bu durum, bu Meclis kararı ve idari tasarrufun doğru olduğu anlamı taşımaz. Yukarıda ifade ettiğimiz üzere Giresun’a 50 km. mesafede bir ilçe bugünkü şartlarda asla İl olması gündeme bile gelmeyecek bir konudur.

6-Osmanlı Devleti idari teşkilatlanma olarak gerek klasik gerek Batılılaşma dönemlerinde kesinlikle ülkeyi önce Vilayet yâda eyalet şeklinde büyük idari yapılar, sonra Sancak veya Liva şeklinde İllere bölmüş olduğu malumdur. Fakat bu Sancak veya Liva denilen bugünkü İl yapılanmalarında ‘’Küçük Coğrafyaya sahip, alanı bir cihetten-yönden bile dar olan’’ şekilde tanzim edilmiş idari yapılar bulunmamaktadır. Yani daha sonra Türkiye Cumhuriyeti döneminde örneği görülen ‘’Küçük Yüzölçümlü yâda coğrafi olarak bir kısmı şekilsiz, biçimsiz’’ İl yapılanmaları yoktur.

Kısacası; birbirine yakın Ordu ve Giresun diye ayrı küçük İl yapılanmaları yerine merkezinden her yöne eşit derece hakim, büyük idari yapılanması olan İller teşekkül etmek çok daha reel, akıllıca ve kamu kaynaklarını israf etmeyen bir yaklaşım olacaktı. İşte burada canlı örnek tekrar bahsetmek gerekirse, belki de en akılcı, reel, mantıklı ve ortak idari kararın; Ordu-Giresun diye iki ayrı küçük yapılanma yerine, idari haritasının tam ortasında yer alan büyük bir Giresun İli yapılanması olacaktı. Zira yukarıda bahsettiğimiz şekilde Giresun’un bugün doğusunda en uzak ilçesi olan Espiye, il merkezine 90 km. uzakta iken, Batısındaki en uzak ilçe Piraziz ise 19 km. olmayacak..Batısında en uzak ilçesi 86 km. gibi İl merkezine Eynesil’le aynı uzaklıkta olan Fatsa ilçesi olacaktı. Veya en azından 67 km. uzaklıktaki Perşembe ilçesi olacaktı. Eğer Ordu kazası nahiyeleriyle birlikte tümü ve hatta her açıdan Canik’e bağlı olan Fatsa kazası bile bu büyük Giresun İline eklenseydi, Canik Livası merkezi olan Samsuna 110 km. uzak olan Fatsa kazası, Giresun’a 86 km. mesafesi ile hem daha yakın olacak hem de Trabzon ile Samsun gibi Orta ve Doğu Karadeniz’in iki büyük (biri stratejik diğeri ise ekonomik olarak merkez olan) İli arasında, tam ortasında tek ve büyük bir İl teşekkül etmiş olacaktı. Hiç olmazsa Ordunun bütün Nahiyeleri ile birlikte Giresun İline katılması isabetli olacaktı. Burada tek tartışmalı olabilecek Nahiye ise Aybastı olabilirdi. Zira; Ordu Trabzon’a bağlı bir kaza iken bile Orduya bağlı olan Aybastı Nahiyesi, Orduya diğerlerine nazaran daha uzaktı. Sahilde yer alan Orduya değil de Canik’e bağlı Fatsa kazasına daha yakın olan ve bugün bile ulaşımını, nakliyatını daha ziyade Fatsa cihetinden

(genel Ordu İç coğrafyası gibi) ancak her iki yolu da çok müşkül, yer yer uçurumlarla dolu ve virajlı, eğimli de olsa bugün nispeten modernize edilmiş ancak o günlerde çok zorlu bir yoldan sağlayan Aybastı tartışılabilirdi. Diğer taraftan ise (daha sonra kaza yani bugün İlçe olan) Aybastı, güneyinden ise Tokat ilçesi Reşadiye ile iç kesime ve verimli Kelkit Vadisine hatta İç Anadolu ve Doğu Anadolu’ya çıkma şansına sahiptir. Burada Aybastı şöyle olabilirdi böyle olabilirdi demekten ziyade durumunu bir miktar da olsa kısaca hatırlatmakta fayda vardır)

Netice olarak, meseleye birde bu açıdan bakacak olursak..birbirine oldukça yakın mesafede iki İl değil de tek ve büyük bir Giresun İlinin teşkil edilmesi daha sonra yaşanan birçok olumsuz gelişmeyi önleyecek, birçok idari problemi çözmüş olacaktı. Peki, nedir bunlar:

A-Böylece, Fatsa belki teşkil edilecek (ki şartları ve rabıtası Canik’le olan Fatsa İlçesi, Orduya verilmeliydi demiyoruz) oluşan büyük Giresun iline verilseydi bile eğer, bu durumda Ünye ve kendine bağlı olan Karakuş Nahiyesi ile birlikte Canik (Samsun) İlinde kalacaktı. Bu durumda Samsun İli şarki (doğu) kısmından o kadar da küçülmüş olmuyordu. Ancak, Ordu İlinin teşkili ile birlikte Ünye, Fatsa kazalarının ayrılması ile Coğrafyası küçülen Samsun ilinin bu açığı, Samsunun hemen güneyinde iç kesimde tarihi bir İl olan Amasya İlinin 1925 yılında parçalanması ile kapatılmıştır. Amasya’ya bağlı Lâdik, Havza, Vezirköprü ilçeleri Samsun İline eklenerek, güneyden-iç kesimden Samsun İlinin toprakları büyütülerek yüzölçümü büyütülmüştür. (Bu ilçelerden Amasya’dan ayrılma kararına tepki olmuş mudur, bilmiyoruz. Ancak araştırılması gereken bakir bir yerel konudur) Ancak bu yeni ilçelerin verilmesi ile Amasya İli küçülmüştür hem de karasal ilçeler olan ve daha ziyade Orta Anadolu kültürü ağırlık basan bu İlçelerin, bir Karadeniz sahil İli ve farklı yerel kültürü, konuşma ağzına sahip olan Samsuna uyumları zaman almıştır. Mesela; Samsunun bugün ilçeleri olan Çarşamba, Terme, Tekkeköy (Ayvacık, Salıpazarı dahil) gibi doğu sahil kesim kısmı ile Bafra, Alaçam, Ondokuzmayıs, Yakakent gibi Batı sahil kesimi ilçeleri yerel kültürel özellikleri birbirine yerel farklara rağmen genel olarak uyabiliyor iken Havza, Ladik, Vezirköprü İlçeleri halen Amasya özellikli olup ve bu ilçelerden farklı bir sosyo-kültürel yerel özelliklere sahiptir.

Büyük bir Giresun İlinin teşkil edilmesiyle Amasya İli parçalanmayacak..Havza, Ladik, Vezirköprü İlçeleri Amasya’da kalacaktı. Samsun ve Amasya İlleri yerel-kültürel karakterlerini muhafaza edecekti.

B-500 yıllık tarihi bir Sancak olan Şarkikarahisar ili dağılmayacaktı. Giresun İlinin teşkil edilmesi ile yukarıda belirttiğimiz üzere Batısında en uzak mesafesi 20 km. olan kadük bir idari yapılanma oluşunca aynen Samsun İli gibi Giresun’un da yüzölçümü eksiği Cumhuriyetin 10.yılında İl vasfı elinden alınıp dağıtılan Şarkikarahisar İlinin 2 ilçesini (biri İl merkezi olan Şebinkarahisar’ı, diğeri ise Alucra kazasını) alıp, Giresun’a bağlamak suretiyle giderilmiştir. Daha sonra ise Alucra’ya bağlı Çamoluk Nahiyesinin İlçe olmasıyla bu geçiş yapan ilçe sayısı 3 olmuştur.

Buna göre; -gelirleri giderlerini karşılayamadığı- gibi tuhaf ve izahı zor bir gerekçe ile İl yapısı dağıtılan Şarkikarahisar İlinin kazaları 3 Vilayete dağıtılmıştı. Mesudiye ORDU’ya verilirken, Suşehri ve Koyulhisar ilçeleri ise Sivas’a verilmiştir. Daha sonra ise Akıncılar ve Gölova Nahiyelerinin İlçe olmasıyla Sivas’a Şarkikarahisardan geçen İlçe sayısı 4 (dört) olmuştur.

Eğer, büyük bir Giresun ili teşkil olunsaydı, tarihi Şarkikarahisar İli dağıtılmayacak, bu ilçeler 3 İle verilerek her bir bağlandığı illerin merkezlerine uzak olmak gibi yıllar yılı özellikle resmi-bürokratik-sağlık gibi işlerinde zorluk çekecekleri durumları, farklı yerel kültürden gelmek ve yeni illerine alışamamak, belki sosyal-bürokratik olarak dışlanmak gibi halleri yaşamayacaklardı. Ve bugün dahi Giresun, Erzincan, Sivas, Tokat, Ordu İlleri arasında geniş bir sahada İdari yapılanma eksikliği vardır. Bu boşluk ancak burada yeni bir İl teşkil edilmesi ile mümkün olabilir ki, hiç başka bir ilçe düşünmeyip İl vasfını 5 asır taşımış ve stratejik konumu ile en uygun merkez olan Şebinkarahisar’ı yeniden burada İl olarak teşkil edip, sağa sola verdiği ilçeleri yeniden toparlayarak (belki Mesudiye hariç olabilir) idari yapılanmayı tamamlamak halen elzemdir.

C-Eğer, büyük bir Giresun ili teşkil olunsaydı, Ordu’ya bağlanan İlçeler arasında en uzak kazalar olduklarından yaklaşık 1 asırdır en çok zorluğu çeken, (Karakuş) Akkuş ve Mesudiye İlçelerinin biri ya Samsunda kalacak, yâda ilerleyen yıllarda bir kamuoyu oluşturularak ve neticede bir Referandum ile Tokat’a bağlanabilecekti. Diğeri olan Mesudiye ilçesi ise zaten dağılmayacak olan Şarkikarahisar İlinde kalacaktı. Böylece, kendilerine –önceki devrilerin önce şose, sonra stabilize yollarından atlarla 2 günde..daha sonra asfalt yol yapılınca ise zor kıvrımlı tek şerit yollarda Duble ve Bolaman Tünelli yolu yapılmadan nerdeyse yarım günde vardıkları İl merkezi ile bu ıstırap verici nakil ve diğer sıkıntıları yaşamayacaklardı.

D-Merkezinde yer alması ile iki cihetten de nerdeyse her kazasına eşit mesafede olan bir Giresun İlinin teşkili ile Kamu kaynakları israf edilmeyecekti. Giresun’un en büyük ilçesi elbette büyük Ordu İlçesi olacak, bunun yanında doğuda Tirebolu, batıda Bulancak ve Fatsa ise yine büyük ilçeler olurken..bu durumda 2014 yasası ile Büyükşehri olacak bir Giresun B.Belediyesi ile bugün Ordu da oluşturulan ve Akkuş, Mesudiye gibi uzak noktalarına hizmet götürmekte zorlanan B.Belediyesinden daha verimli bir Giresun Büyükşehri Belediyesi oluşarak Ordu ve çevresindeki diğer bütün kazalarına, köylerine Büyükşehir hizmeti götürülecek ve bütünüyle daha eşit gelişen tek bir Ordu-Giresun İli ortaya çıkacaktı.

6-Ordu İli genel olarak aynı dağ silsilelerine yaslanmış, bazı vadilerle ayrışmış ve sahilde üç ana Vadi içinden gelen üç büyük akarsunun denize döküldüğü geniş alandaki üç mihenk noktası teşkil eden Ordu Merkez, Fatsa ve Ünye ile ardındaki yamaçlardan zirvelere kadar uzanan dağlar üzerine yerleşmiş ahalilerden oluşur. Bu arazi Coğrafi arazi yapısı itibariyle hem benzeşmeler hem de farklılıklar taşır.

Mesela yine, Akkuş ilçesi Niksar İlçesine Ünye İlçesinden çok daha yakın olmasına rağmen Coğrafi olarak ta Niksar’a yakın köyleri Niksar Coğrafyasına benzemekle birlikte genel Coğrafyası, bitki örtüsü hatta yerel iklimi Ordu İline bir miktar daha benzese de…Akkuş, Ordu ilinin sahip olduğu ancak yazları kullanılan yaylaları hariç çoğu yayla karakteri taşıyan ve buraları yerleşim olan tek ilçesidir. Mesudiye ise İç kesim karakteri taşıyan, geneli karasal iklim karakterli tek ilçesidir. Dolayısı ile Akkuş ve Mesudiye, Ordu’nun genel Coğrafi görüntüsünden biraz farklı olan iki uzak ilçesidir. Bu şu demek de değildir; o halde Akkuş güneyindeki Tokat Coğrafyası ile benzeşir. Bu sorunun cevabı da Evet değildir, zira Akkuş Ünye ile Niksar arasında Yayla konumunda ve karakterinde geçiş özelliğinde coğrafya ve iklim şartlarına sahip olan bir İlçedir. Ancak şu denebilir; güney kesiminde kalan ve Niksar-Erbaa köylerine sınır ve yakın olan köyler arazisi elbette benzerlik arz eder.

Ancak unutulmamalıdır ki, büyük Ortaçağ mütefekkiri (düşünürü, fikir üreticisi) İbn-i Haldun’un dediği gibi ‘’Coğrafya Kaderdir’’ Yani Coğrafya bulunduğu yerdeki İnsan ve İnanlardan oluşan Toplum karakterine nüfuz (etki) ve dahi Akkuşta bunun dışında değildir. En nihayet Akkuş ne Karadeniz Sahil ne (daha fazla etkilenmiş olsa da) tam İç kesim karakterli bir Sosyal yapıya sahiptir, iki taratandan da etkilenmiştir.

Akkuş, Ünye Vadisinden yukarı bitmek bilmeyen önce yamaçlardaki fındık arazileri sonra ise ormanları takip eden dağların zirvesinde yer alarak, Ordu merkeze yorucu bir yoldan arazi şartları sebebiyle hayli uzak mesafede kalır. Hâlbuki güneyinden yine benzer şartlarda ve Niksar ilçesine kadar müşkül olsa da olsa da daha kısa mesafe ile Tokat İl merkezine daha yakındır. Arazi yapısı olarak diğer ilçelerde fındık bahçeleri ile arazilerinin bazı ormanlar ve yaylalar hariç nerdeyse tümünü kaplarken, Akkuşta son otuz yılda fındık üreten köylerin çoğalmasına karşılık coğrafi görüntü genelde yayla köyleri ve yoğun orman arazileri görüntüsüdür.

Aynı biçimde Mesudiye’de elbette sahip olduğu bazı yukarı köyleri, yaylaları ve ormanları hariç daha ziyade kırsal kıraç iç kesim ve karasal iklim ağırlıklı yapıya sahiptir. Dolayısı ile Ordu genel arazisine benzemez. Bu bakımdan Büyük Dağlar silsilesinin güney kısmında yer alan Mesudiye, Ordu İl merkezi ile müşkül ve yorucu bir ulaşım üzerinden nakil zorluğuna sahiptir.(İnşası devam etmekte olan Sivas-Ordu karayolu üzerinde yer alan Mesudiye’nin, yol çalışmalarının bitmesiyle Ordu ile mesafesinin 3.5 saatten 1 saate düşeceği söylenmektedir)

Böyle bir dağlık, yüksek ve karmaşık yapıya sahip bir İlin merkezinin bütün İlçeleri ortalayan bir mevkide olması gerekirken bilakis Ordu merkez ise tam aksine arazinin doğu köşesine yaslanmış vaziyette hali ile yakın ilçelerine avantaj uzak ilçelerine ise nakilde eziyet yaşatan bir konumdadır. Eğer bu İl İç Anadolu’da yâda Ege, Marmara Bölgesinde olsaydı, anlayışla karşılanabilirdi. Zira düz yâda düze yakın arazide 120 km. mesafede olan Akkuş gibi ilçeler ulaşımda pek zorluk yaşamazdı. Zira hız sınırının 110 km. olduğu otoyollarda bu 1 –bir- saatlik süre ve yorucu olmayan bir ulaşım olurdu.

Burada şu akla gelmektedir ki; Ordu ilini harita üzerinde ortalayan yerleşim ise Fatsa İlçesi gözükmesine rağmen bu seçeneğin düşünülmesi ve uygulanması, Ordu gibi arazisi geniş ve düz olup, yerleşim genişleme imkânı çok daha büyük, nüfusu daha kalabalık bir yeri kaza (ilçe)…Fatsa gibi güzel bir sahil ancak iki çay ağzında bir miktar geniş ancak daha fazla genişleme imkânı olmayan iki dar koy üzerinde Fatsa kazasını ise İl merkezi yaparak bağlamak mümkün olmayacağından, üstelik o yıllarda ise küçük bir kaza olan Fatsa için bu düşünülmeyeceğinden tasavvuru imkânsız bir seçenekti.

-Peki, Ordu ilinin teşkili ile yaşanan olumlu hiçbir gelişme yok mudur, Ordu İli yapılanması tamamen yanlış bir yapılanma mıdır? Biraz da bu konuya değinerek araştırma yazımızı sonlandıracağız.

ORDU İlinin oluşturulmasıyla oluşan OLUMLU sonuçlar:

Nihayet, geldiğimiz 2018’li yıllar eşiğinde ortada yaklaşık 100 yıllık koca bir Ordu İli yapılanması gerçeği ile karşı karşıyayız. Bu idari yapılanma kararını başa alma durumumuz yok. O halde, Ordu İli yapılmasının getirdiği olumlu sonuçlar nedir, diye bakacak olursak bunların sınırlı ve belli bir Coğrafi alanda ki İlçelere yarayan gelişmeler olduğu görülür. Bunlara değinecek olursak ise:

1-Ordu İlinin teşkil olunması sonrası gelişme sağlayan ilçeler ise zaten sahilde olduklarından ulaşım, nakil zorluklarını pek yaşamayan, o yıllardaki şose şartlarındaki karayolu zaten sahilde yer alan Ordu İl merkezi ile yakındaki büyük merkez eski bağlı oldukları Samsuna iç ve yüksek kesimdeki Kazalar gibi zorluk yaşamayan Ünye ve Fatsa ilçeleri ile birlikte Ordu İl merkezine en yakın nahiye olup, sonradan İlçe olan Perşembedir.

Ünye ve Fatsa ilçeleri daha sonra 1960’larda açılan Karayolu ile önce tek şeritli olsa da asfalt karayoluna sahip oldular. Halbuki, bu yıllarda Ordu iç kesimindeki Akkuş, Aybastı hatta Kumru, Korgan, Gölköy ilçeleri yolları ise standartları en düşük şose stablize yollardır. Elbette bu durum bir noktada aslında son derece normaldi, zira Devletin imkânları sınırlıydı ve ilk masraf elbette nüfusun yoğun ve yol çalışmalarının daha kolay yapılacağı, daha masrafı az olan Ünye, Fatsa ve Perşembe İlçelerine olacaktı. Diğer taraftan zaten karayolu şartları zorlu bile olsa da 1970’li yıllara kadar Ünye, Fatsa, Perşembe ve Ordu Merkez Denizyolundan hakkıyla faydalanmış, hem birbirleriyle hem diğer bölge şehirleri olan Samsun ve Trabzon’la hem de İstanbul’la mükemmel bir Denizyolu insan ve yük ulaşımını, nakliyatını sağlamıştır. (Çocukluğu Ünye’de geçen rahmetli babaannemin hatıralarından ve epey insandan dinlediğimiz, okuduklarımız üzere Ünye iskelesine haftada 2-3 kez İstanbul Yolcu ve Yük taşıyan İstanbul Vapurları, gemileri gelmekte olup, insanlar ta Ünye’den İstanbul’a fındık, tavuk, fasulye, mısır götürüp satmaktadırlar)

2-1920 senesinde mevzu bahis olan Büyük Millet Meclisi içtimalarından (toplantılarından) öğreniyoruz ki; bu iki Liva (İl) olmak isteyen kaza yani Giresun ve Ordu arasında münaferet ve bunun neticesi rekabet vardır. Zaten daha önceden Meşrutiyet döneminde (1910 yılında) bu iki kaza Liva olmak istemiş, ancak Meşrutiyet İdaresi yani İttihat ve Terakkinin desteklediği Hükümetler bu teklifleri kabul etmemiştir.

Yine bir Tarihi bilgiyi daha hatırlatır isek oda şudur ki; 1916’da Sarıkamış Harekâtının İttihatçı Ordu Başkumandan Vekili Enver paşanın toyca, acele ve Harp Meclisi kararlarını hiçe sayarak verdiği ferdi kararla hem başarısız hem de 23 bin askerin donarak şehit olması gibi feci bir akıbetle neticelenmesi sonrası serbest kalan Kafkas Rus Ordularının iki kola ayrılması ve kuzey kolunun müdafaasız (savunmasız) kalan Şarki (Doğu) Karadeniz Bölgesine sahilden girerek bütün yerel askeri direnişe rağmen önce Rize, Of ve sonra Trabzon’u alması ve nihayet Tirebolu’ya kadar gelmesiyle Trabzon da bulunan Vali Cemal Azmi Bey, Vilayet idaresini Trabzon’un işgalden en uzak Kazası ve emniyetli yeri olan Orduya taşımıştı. Burada işgalin bitmesi için geçen yaklaşık 2 (iki) yıllık süre zarfında Kaimakam (Kaymakam) ile idare olunan bir kaza iken, üstelik bağlı olduğu Trabzon Valisini sinesinde barındırmış böylece Sancak ve Liva olmaktan öte daha üst düzey statüde olan Vilayet Valisinin idaresi altında bir Liva, Sancak, Vilayet idaresine alışarak adeta bu sürede Liva karakteri de kazanarak, istikbalde (gelecekte) Liva-İl olmaya hazır olduğunu ispat etmiş, sosyal olarak hazır olmuştur.

3-Biribirnden farklı 4 (dört) yerel kültür havzasından gelen Kazalardan mürekkep bir Liva olan Ordu, aradan geçen 100 yıla yakın koca 1 (bir) Asırlık süre zarfında, yaşanan başta ulaşım ve nakilden kaynaklı bütün sorunlara rağmen ORTAK bir İL BİLİNCİNDE OLMA, ORDULULUK ve HEMŞEHRİLİK Bilinci kazanılmasında önemli mesafe kat etmiştir. Diğer taraftan zaten şu da vardır ki; Ordu Vilayetinin yarısını oluşturan Ünye ve Fatsa Kazaları halkı yerel kültürünün temelini teşkil eden Canik yerel kültürü ile Ordu-Perşembe yerel kültür özellikleri birbirine uzak ve yabancı değildir. Zira tarihte Ordu Tahrir ve İdari kayıtlarda ilk devirlerde ‘’Canik-i diğer Bayramlu’’ diye kayıtla geçmektedir ki, buralarının da 2.Canik Bölgesi olduğu kastedilir. Dolayısı ile zaten birbirine komşu olan, yüzlerce yıldır hem karadan hem denizden ticari, askeri ve sosyal münasebetleri olan ve arada Bolaman-Perşembe arası sadece dağ kütlesi ile ayrılan iki yerel kültürün birbirinden tamamen ayrı olduğu ve etkilenmediği söylenemez.

Trabzon’un fethi öncesine kadar Türk-İslam ahalisinin yerleştiği Bafra (Yakakent’ten) Trabzon-Beşikdüzü’ne kadar olan bölge zaten halk dilinde Canik-Cenik olarak geçmektedir. Halen bunun etkilerini Gümüşhane-Kürtünlü bir arkadaşımızdan işittik: Çocukluğumuzda Babam Cenike gidiyorum diye Tirebolu’ya giderdi. Canik isminin bir kökeni Bizans öncesi Tzanit bölge isminden gelir. Buna göre bu bölgede TZAN-LAR denilen kavmin yaşadığı anlatılır. Ancak bu kavmin hangi etnik topluluk olduğu, bugünkü torunları hakkında bilgiler tartışmalıdır. (Bknz. Evliya ÇELEBİ Seyahatnamesinde Bölgenin ismi hakkında ÇAN Kavmi ifadesi)

Bugün Ordu ili dışında yaşayan ve Ülkenin başta İstanbul, Ankara hatta yakındaki Bölge merkezi Samsun olmak üzere onlarca İlde ve ilçelerde hatta Yurtdışında çeşitli Ülkelerde yaşayan, sayıları yüzbinlerle ifade olunan her ilçeden ve her köyden İnsan nereli olduğunu ifade ederken, önce ‘’Orduluyum’’ kelimesini söyleyerek, kendi İlini ifade etmesinde önce Ordulu olduğunu rahatça vurgulaması..insanların ekseri çoğunluğunun ortak İl kimliğini iyi-kötü benimsediğini göstermektedir.

Bu ‘’ortak Ordululuk İl kimliği’’ elbette önce askere gitme, vergi ve bürokrasi ile başlayıp eğitim, sağlık ve sosyal münasebetlerle zaman içinde kazanılıp gelişirken bazı Spor, Sanat ve Siyaset camiasından gelişmeler yaşanması, ülke çapında insanlar yetişmesi de ortak ‘’Ordululuk’’ kimliğine katkıda bulunmuştur. Mesela bugünkü anlamda Futbol Süper Lig olan geçmişin 1.Liginde yıllarca oynayıp, başarılı sezonlar geçiren ORDUSPOR Kulübü buna katkı sağlamış, insanlar uzak ilçelerden de olsalar gurbet dedikleri yaşadıkları uzak yerlerde bu kulübü sahiplenmişler, başarılarıyla sevinmişlerdir.

Yine Sanat Camiasından çıkan (Fatsa İlçesinden) bir Kadir İNANIR, eski ünlü güreşçi yıllarca Kırkpınar Başpehlivanı olmuş ve 60-70’li yıllarda Akkuşta da Güreş panayırlarına gelmiş olan Mustafa BÜK, halk türküleri söyleyen (Aybastılı diye bildiğim ancak Ordu doğumlu diye tanıtılan) Ümit TOKCAN, yine Tuğrul ŞAN, ‘’Müdür Beyin YEŞİL KÜRKÜ’’ adlı Reşadiye (Tokat) Türküsünü bütün Türkiye’ye tanıtan ve yine (Perşembe ilçesinden olup) daha çok Trabzon ve Doğu Karadeniz Türküleri söyleyerek meşhur olan Kamil SÖNMEZ bu ortak il kimliğine elbette katkıda bulunmuştur.

Ordu İlinde tesisi olup, yaptığı üretim ve ürünleri ile Türkiye çapında ünlenmiş özellikle SAĞRA-Sarelle, ilk defa Fındık Yağı üreten Altaş FINDIK YAĞI, ÇAMSAN, Ordu Coğrafyasında Çay üretilmemesine rağmen Trabzon, Rize Çaylarını Ordudaki fabrikasında işleyen DOĞUŞ ÇAY gibi ülke çapında firmaların varlığı da bir miktar katkı sağladığı söylenebilir.

(Burada şunu ifade etmekte fayda vardır: Ümit TOKCAN gerçekten tok sesiyle söylediği Bozlaklar ve diğer türküleri ile Anadolu genelinde bir Ses Sanatçısı ile hem Ülke genelinde hem de Ordu genelinde popülerlik kazanırken, Kâmil SÖNMEZ ise söylediği Doğu Karadeniz yani Trabzon, Rize türküleri ile ülke genelinde bir nebze fakat daha çok Doğu Karadeniz ve Ordu İlinde ise eski Trabzon kazası etkisinde olan Ordu merkez ve Perşembe yöresi taraflarında daha popüler olmuştur. Demem odur ki; bir Ümit Tokcan Ordu genelinde ve belki Akkuşta daha çok bilinirken, Kamil Sönmez ise Akkuş gibi ilçelerde pek dinlenilmemiş ve bilinmemiştir. Tabi, kendisi çok neşeli ve kaliteli bir insan olan Kamil SÖNMEZ merhumun son yıllarında Akkuşa gelip mini bir konser verdiğini hatırlatalım. Bu şunu da göstermektedir; Batı Bölgeleri ve ülkenin en büyük şehri olan İstanbul gibi uzak yerlerde olan ve devamlı anlattığımız halde yıkamadığımız yanlış kanaat toz duman olmaktadır. Karadeniz ahalisinin geneli, Ordu ilinin ise yerli ahalisinin hiçbiri Laz etnik kökenli olmadığı ve Laz etnisitesi daha ziyade Rize ile Artvin sahil kesiminde yaşadığı gibi Ordu İlinin de çoğu Ünye, Fatsa, Akkuş, Kumru, Korgan, Çaybaşı, İkizce, Çatalpınar, Gürgentepe, Aybastı, Kabataş gibi ilçeleri ise folklorik çalgı olarak KEMENÇE çalmaz, HORON oynamaz. Davul Zurna ile çalınan karşılama gibi oyunları vardır. Bu durumun istisnası bugün artık eskisi gibi etkisi kalmamakla birlikte sahil kesiminde eski Trabzon Kazası olan Ordu Merkez ve Perşembe kesimi ile her nasılsa çok ilginç olarak farklı bir Horon folkloru olan iç kesimde tam Doğu Karadeniz’in arkasında yer alan eski Şarkikarahisar Livası İlçelerinden olan Mesudiye’dir. Yalnız burada Horon Kemençe ile birlikte Davul Zurna da çalınarak oynanır)

Burada elbette yazının başından beri anlatmaya çalıştığımız üzere Ordu İl merkezine en uzak olan Akkuş ve Mesudiye başta olmak üzere bazı İlçeler halkından çoklarının uzak yerlerde kendilerini önce ‘’Ordulu’’ olarak tanıttıktan başka, ilçelerinin köylerinin Ordu İl merkezine uzak, Tokat’a yâda başka İllere daha yakın olduklarını, Ordu İl Merkezinin kendilerine ters yönde kaldığını hatta bu yerel kültür farklarını da vakit varsa konuşmalarına eklediklerini hatırlatmakta fayda vardır.

4-Özelde Akkuş ilçesi üzerinden gidecek olursak, Akkuş ilçesi Ordu il merkezi ile yerel kültürel farklar taşımakla birlikte bazı yerel konuşma ağzında, yemek kültüründe ve en önemlisi Coğrafyada benzerlikler taşı maktadır. Akkuş yerel konuşma ağzında Patatese bazı köylerde ‘’Gostil’’ denilmekte, aynı kelime Ordu merkez havalisinde de kullanılmaktadır. Mesela Ordu Üniversitesi Cafesi ‘’GOSTİL CAFE’’ adını taşımaktadır. Akkuş yöresinde çocukluğumuzda ‘’PİDE’’ye söylenen ‘’YAĞLI’’ simi Ordu merkezde de aynen kullanılmaktadır. Bunun dışında zaten Ordu yukarı kesimi ile Akkuş konuşma ağzı arasında benzerlikler vardır.

Bundan başka Akkuşun etkilendiği Niksar-Tokat kesiminde yemek kültürü içinde bilinmeyen ‘’Kara PANCAR-LAHANA Yemekleri, Mısır yemeği ve unu’’ gibi yemekler hem akkuşun hemen her köyünde hem de Ordu merkezde sevilerek yaygın olarak tüketilen yemeklerdir. Yine iç kesimde eskiden pek bilinmezken ulaşım imkânlarının gelişmesiyle sonradan damak zevki olan Hamsi başta olmak üzere diğer Deniz nimeti olan Balıklar ise Akkuş İlçesinde eskiden beri kışları Ünye’den, yazları ise Kumrudan getirilip satılarak, alışılmış ve sevilmiş ve özellikle Kış mevsiminde ciddi olarak tüketilen yiyecekler olarak, Ordu Sahil kesiminden etkilenilmiş bir kültürdür.

Zaten, Akkuş belki 100 sene önce iç kesimler ile ticari ve sosyal münasebetleri gelişmiş iken bugün bütün yerel farklılıklarına rağmen daha ziyade ticari, eğitim, sağlık ve sosyal ilişkileri Ünye, Samsun, Fatsa ve Ordu ile ilişkilidir. Bugün ana yolu üzerinde olup, resmi karayolu bağlantısında olduğu yakın iki ilçeden daha yakın olan Tokat-Niksar İlçesinde yaşayan 5 bin Akkuşlu insan yokken, daha uzak olan kuzeydeki komşu Ünye İlçesinde ise 20 binden fazla Akkuşlu insanımız yaşamaktadır. Akkuş, İstanbul-Ankara gibi metropol ve büyük kentlerle ulaşımını Niksar üzerinden sağlasa da her türlü yakın ticari, sağlık, bürokratik, eğitim ve sosyal ilişkilerinin ezici çoğunluğu Ünye, Samsun ve Ordu iledir.

Ve yerel Coğrafya..Akkuş ilçesi Niksar İlçesine Ünye İlçesinden çok daha yakın olmasına rağmen Coğrafi olarak ta Niksar’a yakın köyleri Niksar Coğrafyasına benzemekle birlikte genel Coğrafyası, bitki örtüsü hatta yerel iklimi Ordu İline daha ziyade benzemekte, bu bakımdan bir bütünlük arz etmektedir. Bu açıdan Ordu İli içinde yer alması mantıklı gibi durmaktadır. Ancak burada fark şudur; Akkuş Ordu ilinin bazı yaylaları hariç nerdeyse tümü yayla karakteri taşıyan tek ilçesidir. (Mesudiye ise İç kesim karakteri taşıyan tek ilçesidir) diğer ilçelerde fındık bahçeleri ile arazilerinin bazı ormanlar, yaylalar hariç nerdeyse tümünü kaplarken, Akkuşta son otuz yılda fındık üreten köylerin çoğalmasına karşılık coğrafi görüntü genelde yayla köyleri ve yoğun orman arazileri görüntüsüdür. Yine iklim olarak sis görülmeyen daha ziyade kuru ve yağışı az Karasal iklime sahip Tokat vd. iç kesime nazaran Akkuş Karadeniz yayla iklim karakterli olarak en yüksek rakıma sahip olan merkezi başta olmak üzere ekseri ilçesi bazen açık ve nispeten kuru-nemi hissedilmeyen hava olsa da yarı zamanlı da yazın bile sis çöken, yağışı bol alan bir iklime sahip olmakla Ordu-Samsun genel iklimi tesirli yani genelde Karadeniz Yayla İklimi karakterlidir. (İlçe merkezindeki ahalinin eskilerinin ise hava durumunda Samsunu dikkate aldığı gibi ilginç bir bilgiyi ve bunu doğrulayan sadece ısı derecesi farkı olan yerel amatör gözlemlerimizi de eklemek isteriz)

Eğer ilçe geneli olarak Akkuş İlçesi (bir kesimi Tokat, bir kesimi de Samsuna benzemekle birlikte) Bitki örtüsü, iklimi ve yerüstü görüntüsü ile daha ziyade Ordu iç-yukarı kesim Coğrafyasının bütünlüğü ile ciddi benzeşir, zaten Samsundan başlayan Canik dağları yapısı içinde yer alır.

5-2006 yılında Karadeniz Otoyolunun Samsun ve Ordu İl kesimleri içinde nispeten doğru Planlama ile yapılıp bitirilmesi ile Batı ve iç-yüksek eksimde yer alan Ünye-Fatsa başta olmak üzere Akkuş, Çaybaşı, İkizce, Çatalpınar, Kabataş, Aybastı, Kumru, Korgan gibi İlçelerin ilk defa Ordu İl merkezine ulaşımları kolaylaştı. (Burada şunu da ortaya koymakta fayda vardır ki; Karadeniz Otoyolu hakkında aynı kanaati Giresun, Trabzon, Rize ve Artvin kesimi için taşıyamıyoruz, zira bozulan doğal sahiller, yanlış dolgu tahkimatı ve sonuçları, sonuçta oluşan seller ve su baskınları ile artan trafik ve balıkçığa kadar birçoğu bilimsel olarak ispatlanmış negatif tesirler yolun planlamasının yanlış olduğunu defalarca ortaya koymuştur)

Neticede, Bolaman-Efirli arası iç Otoyol yapılması ile Mesafe düştü, yolculuk süresi kısaldı. Mesela Akkuş-ORDU Mesafesi 135km.den 120 km.ye, yolculuk süresi 3.5 saatten 2 saate düştü. Elbette daha faydalarda sağladı; bu adı geçen ve İl merkezine resmi işler dışında gitmeyen bu ilçeler ilk defa İl merkezlerini keşfettiler. Artık Sağlık, Ticaret ve Gezi amacıyla da gitmeye hatta memurlar tayin için, yerleşmek için tercih etmeye başladılar. Ancak yol-ulaşım problemi sahil kesimi için bitmiş olsa da iç-dağlık ilçeler olan başta Akkuş ve Mesudiye olmak üzere, Aybastı, Gölköy gibi ilçelerin henüz ulaşımı çözülmüş değildir. Elbette Ünye-Niksar ve Fatsa-Reşadiye arası yollarda yapılan çalışmalar ve iyileştirmeler olsa da, eskisi ile elbette kıyas edilmez durum oluşsa da mevcut yollar artık çağdışı kalmış, ihtiyaca cevap vermekten uzak tek şerit, virajlı ve altyapı malzemesi düşük yollardır. Bu iç ve yüksek ilçelerin yolları ya daha iyi şartlarda çok daha geniş ve viraj eğimleri düşük hale getirilmeli ve mümkünse yoğun yağışa dayanıklı beton yollar tercih etmeli..yada mevcut hatların dışında başka ve sosyal yerleşimi de göz ardı etmeyen yeni-sağlam ve viraj eğimi düşük güzergahlar oluşturup, buralardan yeni ana yollar açmalı.. (Şunu da kabul edelim ki; ana yollar üzerinde olmayan ilçelere sahil kesiminde ki gibi 3’er şeritli gelişli gidişli duble otoyollar yapmak elbette hem çok külfetli, reel olmayan, kamu kaynaklarını heba edici ve yapılması oldukça müşkül olup, siyasi idarelerin bile tercih etmeye yanaşmakta istekli olmayacağı tercihlerdir.(Ancak, Ordu İlinde İç kesimle ara bağlantıyı en iyi sağlayan ve bu şartlarda bile çok tercih edilen en iyi coğrafi şartlara sahip olup, fizibilite-proje çalışmaları yapılmış olan Ünye-Niksar arası duble otoyolu çalışması bu durumun dışında tutulabilir)

6-Sahil kesimindeki ilçeler özellikle Ünye ve Fatsa başta olmak üzere biraz Perşembe İlçeleri ve kısmen doğudaki Gülyalı İlçeleri zaten sahip oldukları sosyo-ekonomi şartlar, Samsun gibi bölge merkezine yakın olmaları, Karadeniz Ana Karayolu üzerinde bulunmaları ve ulaşımın altyapısının da gelişmesiyle daha geliştiler. Bugün Ünye ve Fatsa İlçeleri birer İl büyüklüğünde ve modern görünümleri ile yaşam standartları nispeten yüksek ilçeler-şehirler haline eğildiler. Zaten sahip oldukları doğal güzellikler, sahiller ve plajlar yanında ekonomik şartlardaki gelişme ile birlikte Modern yaşam siteleri ve mahalleri, parkları, caddeleri, cafeleri ile sosyal yaşamları zenginleşen ve tüketim ve eğlence mekanları dışında önce Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan Ünye Çimento Fabrikası, Fasa Et Balık kurumu gibi kamu yatırımları yanında Organize Sanayi siteleri içinde yada farklı şehir alanları içinde bir miktar ciddi özel sektör yatırımları olan tesisler, fabrikalar ile artan ticari hacimleri ile ve hinterlandında olan ilçeler (Ünye için Akkuş, Çaybaşı, İkizce – Fatsa için Kumru, Korgan, Aybastı, Çatalpınar, Çamaş, Kabataş İlçelerinden) aldıkları göç ve artan nüfusları ile bu ilçeler ciddi bir yerel ekonomik merkezler haline geldiler.

Ancak bu şartlara sahip olmayan ve üstelik daha zorlu şartlara sahip iç ve dağlık ilçeler ise bu gelişmeleri elbette sağlayamadılar.

7-Ordu İl merkezine yakın olan (ve dolayısı ile Ordu merkezde en çok nüfusa sahip) Ulubey ilçesi başta olmak üzere, biraz Gürgentepe ve nispeten Gölköy iç ilçeler bürokratik, idari, siyasi ve eğitim isteklerinde daha az problem yaşadılar. Bir Ünye, Fatsa gibi gelişme sağlayamasalar da mesafe yakınlığı nedeniyle ulaşım ve nakil olarak bir Akkuş, Mesudiye ve Aybastı’ya göre daha kolaylık içinde oldular. Dolayısıyla Kırsal alanda daha fazla kamu yatırımı aldılar.

8-Elbette artık, Ordu İli (dile kolay) 98 yıl nerdeyse 100 yıllık bir ASIRLIK Vilayet olarak daha birbirine alışmış, MERKEZİ ve nispeten birbiri ile daha kolay ulaşım sağlayan ve ortak yanları çoğalmış bir duruma gelmiştir. 2014 yılında ilk defa (siyasi zorlama ve pozitif ayrımcılıkla da olsa) Büyükşehir olmasıyla Ordu B. Belediye teşkilatı başta yapılan YANLIŞ ve EKSİK HAZIRLANMIŞ idari yönetmeliğe rağmen sahip olduğu geniş bütçe ile büyük HİZMETLER üretme imkânına sahip olmuştur. (Burada yanlış yönetmeliklere örnek; ilçe Belediyelerinin sahip olduğu bazı bütçe kalemlerine el koymak, köylerde büyük güçlükler yaşatan yanlış imar ve ruhsat uygulamaları, artan hizmet beklentisini karşılamak için aşırı artan emlak vergileri vs. örnek verilebilir)

Büyükşehir Belediyesi vasıtasıyla iç kesimi dağlık bir yapıya sahip olan Ordu geneline daha fazla hizmet verilme imkânı doğmuştur. Fakat bu hizmetin Maliyetinin daha ziyade yurttaşlara bindirilmesi ve içeriğindeki bazı yanlış ve acele hazırlanmış mevzuatın eksikliklerle dolu olduğu fikrini vermektedir. Bunun dışında dikkat çekici bir noktada şudur: Büyükşehir vasfını kazanmış genel İllerde artık durumdan memnun olmayan (Akkuş gibi) ilçelerin ayrılıp başka İllere eklemlenme şansı kalmamıştır. Diğer taraftan nüfus ve çevresine güvenip yeni il olma durumu da ortadan kalkmıştır, hele de 750 bin nüfus sınırında (hatta altında olup, idare olunan) Ordu ili gibi Büyükşehirlerde.. Zira bir ilçenin şu veya başka nedenle ayrılması tüm idari yapıyı ve planlamayı bozacaktır. Bu durumda ne merkezi siyasi idarenin nede yerel idarenin bu gibi isteklere olumlu bakacağını sanmıyoruz.

Bu durumda Akkuş başta olmak üzere iç ve yüksek kesimde yer alan ancak nüfuslarında önemli kayıplar yaşayıp, ekonomik olarak ayakta kalkmakta zorlanan ilçelerin artık bu yeniden düzenlenmesi mümkün gözükmeyen (başka İle bağlanma isteği gibi) yeni İdari düzenlemeler beklentisi içinde olmadan..elbette daha çok hizmet ve destek beklerken, yapmaları gerekenin hem siyasi ve idari yapıdan hem de yerel Büyükşehir idaresinden isteklerini kamuoyu oluşturarak teşkilatlı, STK’larla koordine ve demokratik yollardan istemek yanında kendilerinde proje üreterek, ilçeleri için daha fazla çalışıp yatırım altyapısı yâda alanları oluşturup, müteşebbis bulup yada bulunmasını siyasilerden-idarecilerden sağlayıp, yollarına devam etmelerinden başka çare gözükmüyor.

HATIRLATMA:

Yazımız 1920 yılı BMM. İçtimalarını temel alarak, başka yan bilgilerle derlenmiş olup, devamı-yorumlar kendi görüşlerimizdir, hiçbir site-topluluk ve ilçemizi bağlamaz.

Diğer taraftan; 3-4 ay zamanımızı alan bu çalışmamamızdan faydalanmak isteyenler ki, isteyen herkes faydalanabilir (bunun için uğraşıyoruz)

1-Yazıyı tümden yâda Ciddi kısmını alıntı yapacak iseler; SİTE ve YAZAR İSMİ vererek ALINTI yapabilirler,

2-Özellikle HARİTALARI ALINTILAMAK ve KULLANMAK İSTEYENLER ise, kesinlikle yine YAZAR İSMİ ve SİTE ADI vererek ALINTI yapma imkânına sahiptirler. (zaten Site ismi kabartması olacaktır)

Bizde bu çalışmayı yaparken, Meclis tutanaklarını bulup çıkaran Adnan YILDIZ Beyden nasıl Ordu Kent Gazetesi aracılığı ile şahsından izin aldıysak (kendilerine teşekkür etmeyi bir defa daha borç biliriz, sağ olsunlar, var olsunlar) aynı tavrı bizde beklemek durumundayız.

Zira, Etik değerler ve Dinsel olarak Kul Hakkı bunu gerektirmektedir.

EK KISIM: HARİTALAR

 

 

 

 

Bahadır KAYIM

 

 

Related Articles

12 YORUMLAR

  1. Akkuş ilçesinin veya Akkuş’a yakın ilçelerin kültürel veya coğrafi farklılar nedeniyle Ordu’ya bağlanmaması gerektiği temeline oturtulan bu araştırmadaki hususları dikkate alırsak Türkiye’nin idari bölümlerinin sil baştan yeniden düzenlenmesi gerekir.Akkuş Ordu’dan farklı Samsun’a bağlanmalıydı diyorsunuz da; Akkuş’la, Samsun’un Kavak, Havza ve Vezirköprü’sü ile nasıl bir bağ kuracaksınız.Türkiyede ki en ez 70 il Ordu-Akkuş farklılığı durumunda, bunların içerisinde belki de en az farklılık Ordu-Akkuş arasındadır.Tarihte önemli konumda olup ta süreç içerisinde önemini yitiren yerleri artık yüceltmenin bir manası yoktur.Şebinkarahisar bunlardan birisidir.Çeşitli nedenlerle artık gelişmesi durmuş ve çevresine artık bir katkısı olamamış bir yerdir.Bir yerin sadece tarihteki önemine bakarak ona göre hareket edilecek olsaydı bugün İzmir’in Bergama’nın bir ilçesi olması gerekirdi.

    • Eyvallah Üstadım. Bu yorum 10 numara. Zaten bende bunu anlatmaya çalıştım. Fakat siz bir öneri getirmediniz: Yani bu şekil devam edilmeli mi diyorsunuz veya mesela Orduya eski yoldan 135 km bugün 120 km.ye düşse de 95 km. Gibi daha yakın mesafede olan Tokata bağlanmak nasıl.olurdu? Bunu belirtmediniz. Ancak o zamanda Samsuna 98 km. Mesafede olan Salmanı ilce yaparak etrafiyla birlikte Samsuna bağlamak gerekirdi. Neyse, biraz size de KATıLıYORUM zira bugün Niksar ve TOKAT ta ciddi bir Akkus nüfusu yoktur. Ama Ünye de 20 bin Akkuşlu nüfus olduğundan soz ediliyor. Uzak gözüken Ordu da bile 90 Akkuşlu aile yaşıyor. Saygılarımla.

    • Üstad, o tarihte en mantıklı olan birbirine cok yakın Ordu ve Giresunu iki ayrı degil tek il yapmaktı. Fakat yapılmadığı gibi bölgedeki bütün sosyal ve idari dengeyi bozdu.Buna göre yetersiz kalan Giresunu büyütmek için bir bahane ile 1933 te Şebinkarahisar ili dağıtıldı. Siz öyle diyorsunuz ama Şebinkarahisar il olarak kalsaydı bugün sehir merkezi 40 – 50 bin olan bir il olacak, Alucra Susehri Koyulhisar ve Mesudiye daha az goc verecek özellikle tarih turizmi ve Susehrinin ovası ve yol üstünde olması ile buralar gelisecekti. Bu noktada size katılmıyorum.düşünün ki bugün Bayburt bütün il nüfusu 80 bini zor buluyor. Hakeza Ardahan öyle. Hatta Batı Karadeniz de Sinop gibi muhteşem güzel ilin merkezi daha 10 yıl öncesine kadar 25 bindi.Yani siz il merkezisiniz ve zaman içinde Kamu binaları yatırımları, kurulacak bir OSB ve Ünüversite bile şehrin çehresini değiştiriyor.

      Birde Samsun ili de bozulmayacaktı. Siz oyle diyorsunuz ama bugün Terme Çarşamba ve Ladik Havza Vezirköprü yerel kültürleri arasında dağlar fark var. Ama Ünye Fatsa Samsuna daha yakın. Ancak bugün Unye yi hele de 27 km mesafede Fatsa yı ORDU dan ayıramazsınız. Artık mesafeler yaklaştığı icin Unye nin de il olma şansı yok.

      Ordu ilinin en uzak iki ilçesi olan Akkus un yine daha yakın olan TOKAT a ve hâlen Kelkit Vadisinde 5 il arasında geniş bir saha da şiddetle il ihtiyacına binaen kurulacak bir Şebinkarahisar yada Suşehri iline Mesudiye nin bağlanma isteği devam ediyor. Bunun iki ana sebebi şu: Akkuş un Tokatla hem mesafesi yakın hem de kültürel bağları var. Mesudiye nin de Şebinkarahisar ile aynı. Ancak fark Şebin il değil. Ancak diğer taraftan ORDU iline bağlılıklarını devam ettiren noktalarda şu ki: Hem mevcut idari durum hem de Coğrafya olarak güney köyleri haric Akkus kuzey Coğrafyası Ordu coğrafyası ile aynı. Niksar ve TOKAT içinde içinde Akkuş nüfusu yok. Mesudiye de aynı. Kuzeyi yani Topçam Ordu coğrafyası içinde. Ve yeni Dereyolu ile Mesudiye Ordu merkeze 1 saat 15 dakikaya düşüyor. Mesudiye yarın Şebin il olsa bile bağlanır mı ister mi bilmem.

      Dolayısıyla ikilemli zor durumlar. 100 yıl önce net konuşulabilirdi Fakat bugün zor. Ancak Akkusun ve Mesudiye nin ORDU ILINDE devam edeceğine binaen iki sey istiyorum: Bir Akkuşlu olarak ORDU İline en uzak yerleşimler olan ve 100 yıldır bizimle birlikte bizden daha çok çile ceken 150 km mesafedeki Salman ın ve etrafındaki koylerin merkezinde yeni bir ilçe olarak 98 km. Mesafede ve yoğun yerleştikleri SAMSUN a ilce olarak bağlanmasını temenni ediyorum. Dıgeri de Ünye Akkuş arasında ki Tekkiraz ve Ordu Mesudiye arasında ki iki yere de uzak Topçam’ın ilçe olmalarını.

      • Ünye Samsuna sanarsın 1000 yıl bağlı kalmış. Ünye 100 yıl samsuna bağlı kaldı ve muhtemelen 900 yıl da orduya bağlı kalacak. Üstelik Ünye Terme arasına bakın, hiç bir benzerliği yok. Orduya geçtiğiniz çok belli oluyor. Konuşmalar değişiyor, tarımda değişiklik oluyor. Ayrıca Köken olarak Ünye Ordu ve Giresun da çepniler var. Yani Ünye sırf halk oyunlarında Samsuna kayıyor diye onu Samsuna bağlayamazsın. Yemekleri bile Ordu ile aynı olan, konuşması bile Ordu ile aynı olan, köken olarak Ordu ile aynı olan Ünye, neden 100 yıl bağlı kaldığı Samsuna gitmek istiyor ki. Neymiş efendim Ünyeliler Ordu da değil Samsun da yaşıyormuş. Ama kimse Samsununun Ordudan büyük olduğunu dile getirmiyor. Ünyeliler Ordu Samsundan daha gelişmiş olsa Orduda kalır. İstanbul tarafının düz gelmesi ve Ordunun da ters kalması bir diğer etken. Yani Ünyeliler Orduludur. 100 yıl Samsuna bağlıydı. 100 yılda Orduya bağlı şuan.

  2. Bir Pirazizli olarak diyebilirim ki birleşik bir Ordu-Giresun hepimizin bir hayali olmuştur. Büyük Giresun ili hem bölgenin daha dengeli bir gelişim sürecine girmesi hem de bölge insanının kültürel özellikleri açısından çok gerekli bir şeydir, fakat ne yazık ki hayalden öteye gidemiyor…
    Bugün bile çoğunluk olarak Çepni kültürünün hakim olduğu Giresun’a neden Şarkıkarahisar’ın dahil edilmesini mantıklı bulmuyor kimse. Şebinlilere de yazık değil mi?
    Ordu’nun il olma hikayesi gerçekten çok ilginç. Giresun’u genel olarak kuzey(Tarihi Giresun) ve güney(Tarihi Şarkıkarahisar) kesim olarak ayırabiliyorken Ordu’yu ayırmak daha karmaşık oluyor. Gerçekten, sunduğunuz çözümü herkes mantıklı bulur…
    Umarım ki bir gün Ordu ile Giresun birleşir ve Şarkıkarahisar tekrardan il olabilir.

    • Zaten 1920 de ilk teklif oydu fakat iki il arasında ki munaferet (nefret ve düşmanlık-artık niyeyse?) Nedeniyle uygun görülmedi. Hâlbuki bu iki yakın yerleşim bir Il olsaydi o zaman Şebinkarahisar ın il durumu bozulmayacaktı. Zaten aslında aralarında yerel kültür birliği olan yerler bunlar. O zaman Samsun ili de bozulmayacaktı. Ve Akkus ilçesi de zaman içinde Salman tarafı Samsun da kalmak üzere merkez kısmı da Tokata bulanabilirdi.

  3. Evet son derece guzel bir yazi olmus. Giresun ili buyutulup Cepni kulturu tum Anadoluya tanitilabilirdir tipki Erzurum Dadas kulturu gibi. Buyuk Giresun iline itiraz edecek Ordudular icin de Orduya buyuk bir liman dusunulebilirdi (hala yok gerci). Sarkikarahisar Ili ise her Kelkitli vatandasin bir ruyasidir. Hakkaten neden hicbir hukumet bu ili kurmadi cok hayret edici en az 7.000 km2 alan yaratilabilirdi. Onlarin da kendine has Kelkit kulturu var. Iktisadi olarak da aynilar. Akkusun da Unye ile birlikte Samsuna bagli kalmasi daha isabetli olur. Eskiden Tokattan Orduya gelirken Camicini gectikten sonra bir Karadeniz havasi hissederdik. Akkus Samsuna yakisirdi, Yesilirmak uzerinden guzel bir yolla Carsamba ile yakinlasabilirdi. Emeginize saglik

    • İlk iki önerinize yürekten katılıyorum. Yani iki yakin sehri iki ile ayırmaktansa bir il olmasi cok daha iyi olacaktı ancak iki sehrin o vakitler arasında ki rekabet ve munaferet (nefret) nedeniyle reddedildi. Hâlbuki bu zamanla aşılabilirdi ki böylece Sebinkarahisar ili de bozulmazdı. Ancak o yıllara gidersek o tarihte Akkuş (o zamanki ismiyle Karakuş) Samsuna 40 yıldır bağlı ancak henuz alışamamış ve yabancı kalmıştı. O tarihte en iyi formül Salman tarafı Samsunda kalmak şartıyla Akkuş merkez kısmının TOKAT a bağlanmasıydı. Boylece bugun insanlarımız hem Unye yerine daha çok Niksar ve Tokata yerleşir hem de 100 yıllık yol ve nakil problemi çekmezdi. Saygılar

  4. Bahadır Beyi yaptığı bu güzel çalışmadan dolayı tebrik ederim. Kapsamlı olarak daha önce çalışılmamış bir konu. Ordu ve Giresun ile ilgili, özellikle de Ünye, Akkuş, Mesudiye ve Şebinkarahisar kazaları ile ilgili toplu olarak ulaşamayacağımız bilgi ve belgelere ulaşma fırsatı sunuyor. Bu linkin mezkur yerlerin Web sayfaları üzerinden görülmesi ve ulaşılması önemli diye düşünüyorum.
    Akkuş’un tarihi ile ilgili bilgilere biraz daha fazla yer verilseydi çok daha güzel olurdu kanaatindeyim. Şöyle ki; Akkuş’un (Karakuş) 15. ve 16.yuz yıllar da Nahiye olarak Sonisa-Niksar Sancağına bağlı olduğu, 1600’lü yılların son çeyreğinden 1864 e kadar Sivas Sancağına bağlı Kaza olduğu, 1850-1852 Niksarla birlikte idare edildiği,1864-1868 yıllarında Ünye’nin Sancak olması kaza olarak ile Ünye’ye bağlandığı, Ünye’nin sancak statüsünden kaza statüsüne düşmesi ile Karakuş’unda Nahiye statüsüne düşürüldüğü ve Nahiye olarak Ünye’ye bağlı kaldığı konuları.
    Yapılan, yayınlanan çalışmalar bizi mutlu ediyor. Bilinen ve bulunan bilgilerin ve yapılan çalışmaların paylaşılması Akkuş için Akkuş’lu için güzel olacaktır.

  5. Bahadır KAYIM Hocam Yüreğine, Ellerine ve Beynine Sağlık. Gerçekten çok emek harcanarak hazırlanmış bilimsel bir yazı olmuş. Tebrik ediyorum. Ordu ili ve Akkuş İlçesi inşallah yıllar ve yüzyıllar geçse de bu eşsiz eserinden istifade ederler. https://www.akkusilcesi.com Akkuş İlçesi İnternet Sitesi olarak bizlerde sizinle ayrıca gurur duyuyoruz. Sitemiz köşe yazarı olmanız ve kaleme aldığınız yazılarınızı ilk defa sitemiz aracılığı ile dünyaya duyurduğunuz için.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

1,465BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
17AboneAbone Ol

Çok Okunanlar